Prof. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu ile Balkanlar üzerine-2 » Boşnak HaberBoşnak Haber

3 Mayıs 2024 - 19:00

Prof. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu ile Balkanlar üzerine-2

Prof. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu ile Balkanlar üzerine-2
Son Güncelleme :

06 Mart 2017 - 14:59

     

 

Ülkemizde Balkanlarla ilgili yapılan araştırmalar yeterli seviyede mi ve Balkan Araştırmaları Merkezleri ve Enstitüleri mevcut mu?

1930’lu yılların başlarında Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde ve talimatıyla Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kurulmuş ve bu fakülte içinde birçok dil ve edebiyat bölümleri açılmıştı. Rus dili edebiyatı veya diğer bölge dilleri mesela Yunan Dili Edebiyatı bölümleri de daha sonra açıldı.

Bunlar olurken neden Balkan Araştırmacılığı konusu aynı tarzda bir gelişme gösterme di sorusu akla gelebilir.

Genelde Türkiye’de bölge araştırmacılığı geç başlamış bir mesele. Örneğin bu yalnızca Balkanlarla ilgili değil, Kafkasya ile ilgili de bu şekilde,  Ortadoğu ile ilgili de bu şekilde. İlave edelim Uzak Asya ile ilgili bir araştırma geleneği de Türkiye’de oluşmadı ve hala gelişmiş değil.

Bu bağlamda, soğuk savaş döneminin getirmiş olduğu sınırlılıklar burada çok önemli. Soğuk savaş döneminde siyasi bir takım nedenlerden ötürü Sovyetler Birliği üzerine, Kafkaslar üzerine bir çalışma kuruluşu, bir enstitü, bir merkez oluşturmak çok da kolay olabilecek bir şey değildi. Türkiye’ye Kiril alfabesiyle kaleme alınmış bir kitap getirmek bile sıkıntı oluşturuyordu.

Çünkü bu bir çeşit komünist propagandası olarak da yorumlanabiliyordu. Bu şartlarda Türkiye’den araştırmacıların bu ülkelere gitme şansı pek yoktu veya çok zayıftı. Mesela bizim bu Balkanlar dediğimiz ülkelerin biri hariç tamamı da o dönemlerde Sosyalist rejimlerle yönetiliyordu. Bu hal bildiğiniz gibi 1990’a kadar devam etti.

Bu durum daha çok konjonktürel diyorsunuz anladığımız kadarıyla?

Tabi özellikle siyasi nedenleri vardı. Konjonktür açısından bakarsak bir de 1960’larda başlayan bir inisiyatif gelişmişti. UNESCO’nun da desteğiyle, Sosyalist ülkeler ile liberal ülkelerin yani Türkiye gibi Yunanistan gibi ülkelerin içinde yer aldığı, tarih yazımında işbirliği yapılması amacıyla bir inisiyatif oluşturulmuştu. Mesela o inisiyatifin içinde meşhur tarihçimiz Rahmetli Halil İnalcık hoca da vardı.

Dolayısıyla Halil İnalcık Türkiye’de olduğu süre boyunca bu inisiyatif bir şekilde yürüdü. O inisiyatifin etkisiyle Türkiye Güneydoğu Avrupa çalışmalarına dahil oldu. (Güneydoğu Avrupa dediğimiz kavram Balkanlar’la aynı anlamda kullanılıyor ) Fakat İnalcık Hoca Amerika’ya gittikten sonra o faaliyetler durdu. Bunun da temel sebebi şuydu. O dönemde Türkiye’de bu Balkan çalışmalarını yürütebilecek, sürdürebilecek yetişmiş insan yoktu.

Bu tarihi sürecin dışında günümüze doğru gelirsek. Takip ettiğimiz üzere Üniversitelerimizde çeşitli  araştırma birimleri var. Özellikle konumuz gereği Balkanlar’la alakalı noktada, Balkan araştırmalarında şu an Üniversitelerimizde durum nasıl?

Araştırma merkezleri biliyorsunuz enstitüden farklı bir statüde. Dolayısıyla burada çok keskin bir ayırım yapmak lazım.  Araştırma Merkezi dediğiniz zaman, belli bir kadrosu olan, bir yüksek lisans ve doktora programı olan bir kuruluş anlamına gelmiyor. Bunun tamamıyla ek faaliyet yapabilmek için oluşturulmuş bir platform gibi düşünülmesi gerekiyor.

Ama enstitü aynı zamanda yüksek lisans, doktora programları olan, öğrenci alabilen, personel istihdam edebilen birimlerdir. Türkiye’de şu anda benim bildiğim kadarıyla sadece Edirne’de Trakya Üniversitesine bağlı olarak çalışan Balkan Araştırma Enstitüsü olarak var. Dolayısıyla Türkiye’de tek görünüyor. Bu enstitünün yüksek lisans ve doktora programları var. Geri kalan merkez adıyla çalışan birimler tamamıyla ilgili üniversitenin sahip olduğu öğretim üyesi potansiyeline göre değerlendirebileceği bir takım yapılanmalar.

Dolayısıyla birçok üniversitede Balkan Araştırma merkezleri var. Uygulama ve araştırma merkezi statüsüne göre bunlar açılıyor. YÖK tarafından açılışlarına izin veriliyor. Bunların genellikle başında bir kişi müdür ve müdür yardımcıları olarak bulunuyor.Senede belki bir veya bir kaç faaliyet yapıyorlar. Bazıları bunu bile yapmayabiliyor.

Mesela Ankara’da var olan böyle bir merkez bir dergi çıkarmaya çalıştı. İyi niyetli bir takım çabalar var. Fakat bunların daha kalıcı olabilmesi için enstitüye dönüşmesi lazım. Yüksek lisans ve doktora programı açacak yapılara dönüşmesi lazım.

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) bu alanda ne tür çalışmalar yapıyor, hangi destekleri sağlıyor

Şimdi YÖK şu anda en güncel gelişme olarak yeni bir burs imkânı sağladı. 2000 doktora öğrencisine 100 seçilmiş alanda doktora bursu veriyor.

Bu yeni bir gelişme ve burslarla ilgili başvuru tarihleri de bugünlerde devam ediyor. Tabii daha önce de belirttiğim gibi Türkiye’de Balkan araştırmaları Türkiye’nin geleceği açısından da çok çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkileri için de Balkanlar çok önemli. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi geleceği için de çok önemli. Dolayısıyla YÖK’ün bu konuda teşviki ve desteği tam ve önemli atılımlar var.

Bu 2000 doktora öğrencisinin bursiyer olma imkânlarından bir tanesi de Balkanlarla sınırlı. Yani Balkan çalışmalarıyla ilgili. YÖK bu konuyla ilgilenebilecek Üniversitelere şunu söylüyor: “Eğer doktora programınız yoksa bize başvurup Balkanlarla ilgili bir doktora programı açabilirsiniz” diyor. Dolayısıyla üniversitelerimiz için büyük bir fırsat bu.

Doktora programları olmayanlar Balkanlarla ilgili programlar açabilirler. Ve belli sayıda doktora öğrencisini bursiyer olarak programlarına alabilirler. Bu konu, ilgi alanımız olan Balkan Araştırmaları ile ilgili önemli olarak düşündüğümüz en son gelişme.

Bunun öncesinde yine YÖK ile işbirliği halinde Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Daire Başkanlığı’nın sunmuş olduğu bir takım imkânlar var. Balkan ülkelerinden birçok genci Türkiye’ye öğrenci olarak getiriyorlar. Burslu olarak getirip Türkiye’de okutuyorlar.

Tabii ki bizim bu insanları iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Bunların hangi alanlarda nasıl bir eğitim alacağı noktasında iyi çalışmamız gerekiyor. Bu öğrencilerin tekrar Balkan ülkelerine (kendi ülkelerine) giderek Türkiye’nin oradaki misyonunu iyi taşıyacak insanlar olarak yetişmeleri gerekiyor.

Onunla ilgili bizi mutlu eden bir istatistik var diye biliyoruz. Burada okuyup Balkan ülkelerine giden öğrenciler, bulundukları ülkelerde çok üst seviyelere, önemli mevkilere geliyorlar.

En azından Türkiye’deki sayılı üniversitelerden mezun olmuş olan insanların Balkanlarda birçok avantajları var. Bunlar saymakla bitmez. En azından yabancı dil konusunda iyi bir alt yapıları oluşuyor. Bu tür imkânları onlara Türkiye sağlıyor. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Dairesi Başkanlığı’nın da bu konuda çok büyük bir desteği var.

Bizim maalesef bütün bu imkânları üniversite yapısıyla birleştirmekte bir sorunumuz var. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum. Türkiye’de üniversiteler, Balkanlarla ilgili yapılacak çok şey olmasına rağmen bu konuda gerekli kurumsallaşma adımlarını atmadılar veya atamadılar. Biraz önce bahsetmiş olduğumuz bu uygulama ve araştırma merkezleri, doktora ve yüksek lisans programları olan merkezler değil.

Statü olarak böyle bir hakları yok. En fazla bir toplantı düzenleyebilirler. Bir dergi çıkarabilirler. Ama bunun dışında insan yetiştirme noktasında kayda değer fazla bir şey yapamıyorlar.

Oysa bizim öncelikli ihtiyacımız uzman yetiştirmek. Türkiye’nin Balkan uzmanı yetiştirecek kurumsal alt yapıyı oluşturması lazım. Şu YÖK’ün atmış olduğu son adım, bu en güncel adım bunu bize sağlayacak nitelikte bir adım. Bunun çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor diye düşünüyorum

Size Balkan araştırmacılığı konusunda bu önemli belgeleri ihtiva eden arşivlerle ilgili Bu alanda neler söylemek istersiniz.

Balkan araştırmacılığında Türkiye’nin en güçlü yönü, sahip olduğu en büyük değer ve en başarılı olduğu alan arşivciliktir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Balkan tarihinin, 500 yıllık Balkan tarihinin temel arşivi Türkiye’dedir.

Türkiye’de bu alan çok iyi bir şekilde örgütlenmiş ve kurumsallaşmıştır. Rahmetli Özal döneminde bu çalışmalar önemli ölçüde hızlandırılmıştır. Birçok belge kataloğu yapılmış ve kullanıcı dostu bir hale getirilmiş arşivlerimiz var. Türkiye’deki en başarılı Balkan projesi belki de budur.

Dolayısıyla bu konuda çok iyi bir noktadayız. Bu daha da iyi olacak. En son bundan birkaç sene önce 1831 nüfus sayımı sonuçlarının belgeleri de tasnif edildi, yayınlandı. Artık Balkanlarla ilgili çalışmalarda elimizde çok iyi bir arşiv var. Balkan ülkelerinden çok sayıda araştırmacı Türkçe ve Osmanlıca öğrenerek Türkiye’ye geliyorlar ve bu arşivi ziyaret ediyorlar. Dünyanın her tarafından araştırmacılar Türkiye’ye gelip Balkan tarihinin olmazsa olmazı olan bu arşivi ziyaret edip çalışmalarını yapıyorlar.

Bu noktada çok iyi bir durumda olmamıza rağmen bizim henüz yeterince gelişmemiş yanımız, bizler Balkan dillerini üniversitelerimizde öğretme noktasında maalesef yeterli gayreti sarf etmiyoruz.  Balkan araştırmacısı yetiştirme gibi bir çaba içerisinde olmadığımız için veya bunu kurumsallaştırmadığımız için Balkan dillerini gerektiği şekilde öğretemiyoruz.

Büyük bir açık bu o zaman.

Bu çok temel bir eksik bizim açımızdan. Yani tamam arşivimiz var. Osmanlıcayı  da tarih bölümlerimiz öğretiyor. Bu arada bir saptama yapayım, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerimiz maalesef Osmanlıca öğretmiyor. Aslında onlar da öğretebilir ve hatta öğretmelidirler. Çünkü bizim elimizdeki en güçlü silah bu arşiv. Temel değerimiz bu. Bundan yeterli derecede istifade edebiliyor muyuz diye bir soru sorarsak, bu sorunun cevabını da en detaylı şekilde ortaya koyabilmeliyiz.

Yine üzülerek ifade edeyim ki tarih bölümlerimizde Bulgarca, Yunanca, Makedonca, Sırpça, Romence ve Macarca öğretilmiyor. Dolayısıyla öğrenci bir tek Osmanlıcayla Balkan tarihini anlamaya veya yazmaya çalışıyor. Daha sonra bu şekilde akademisyen oluyor. Bu da tabii ki önemli bir eksiklik.

Türkiye’deki yetişmiş ilk Balkan tarihçileri hiçbir bölge dili bilmeyen, sadece Osmanlıca bilen insanlardı. Hatta Rahmetli Prof. Dr. Nejat Göyünç Türk Tarih Kurumu üyesi iken anlatırdı. Onların döneminde bir takım komisyonlar varmış. Kendisinin ifadesi ile; ‘Bir komisyon da Balkan Komisyonu idi. “Komisyon toplanıyor ama aramızda Balkan dili bilen bir kişi bile yoktu.” diyordu.

Türkiye bir dönem böyle bir durumdaydı ki buna çok iyi bilinen isimler de dahildir. Bu tarihçiliğimizin durumunu anlatmak için önemli ve üzücü bir örnektir. Oysa bu bölge dillerini öğrenmek ve öğretmek çok basit bir mesele. Yani çok basit bir şekilde örgütlenebilecek bir mesele. Mesela biz bunu kendi birimimiz olan Yıldız Teknik Üniversitesi’nde gönüllü hocalarla yapmaya çalışıyoruz. Ama taşıma suyla değirmen dönmez misali bu çalışmanın kurumsal bir şekilde yapılabilmesi lazım. O zaman arşivlerimiz anlam kazanır.

Yani bizim uzmanımız Bulgarca, Sırpça veya işte Yunanca bilerek bir de Osmanlı arşivini kullanırsa asıl o zaman biz bu arşivi de en iyi şekilde değerlendirmiş oluruz. Burada altını ısrarla çizmeye çalıştığımız nokta, çalışmaların kalıcı olabilmesi içinKurumsal bir yapı oluşturmanın gerekliliği.

Bir de şuna bakmamız lazım: Türkiye’ye bizim bahsettiğimiz alanlarla ilgili araştırma yapmaya gelen akademisyenlerin vasıflarına bir göz atmamız gerekiyor ki olayın yurt dışında ne şekilde ehemmiyetle ele alındığını görebilelim.  Örneğin ismini burada saygıyla anmamız lazım gelen Profesör Doktor Machiel Kieldiye bir Hollandalı Balkan uzmanı var. Osmanlı mimarisini Balkanlarda en detaylı çalışmış olan kişi. Birçok Osmanlı eserinin Restorasyonu için UNESCO’da ve birçok alanda faaliyet göstermiş, mücadele vermiş olan bir kişi. Şimdi Machiel Kiel’e baktığımız zaman belki çok olağanüstü bir zekâya sahip değil. Normal bir zeka düzeyi var fakat konu ile ilgili neredeyse hangi çalışmaların yapılması gerekiyorsa onları yapmış bir kişi.

Türkçe öğrenmiş, Osmanlıca öğrenmiş. Osmanlı tahrirkayıtlarını, siyakat yazısı da dâhil olmak üzere okuyabiliyor. Balkan dillerinin tamamını okuyup anlayabiliyor veya araştırmalarında kullanabiliyor. Bunu o kişi yapabildiğine göre bizim buradaki zeki gençlerimiz neden yapamasınlar? Bizimkilerin yapamama sebebi bence onlara bu imkânların sunulamaması. Bizde böyle bir kurumsallaşmanın olmaması. 

Tarihimizde hüzünlü bir olay olarak geçer. 1930’lu yıllarda Osmanlı Arşivlerinden bir bölümünün hurda kağıt olarak yurt dışına gönderilmesi meselesi var. Bu konu ile ilgili neler söylemek isterseniz?

Şimdi bu hüzünlü olayın içinde bir şanslı noktamız var onu zikretmek istiyorum. O dönemde Bulgaristan’da yaşayan Osmanlı arşivlerinde çalışan bir Bulgar var. İsmi Panço Dorev. 1908 Osmanlı seçimlerinde milletvekili olmuş, Makedonya’dan Bulgar asıllı milletvekili olarak Osmanlı Meclisi’ne girmiş bir insan Panço Dorev. Daha sonra Bulgaristan’da ‘Yıkımımızın Nedenleri’ adıyla bir kitap da yayınladı. Çok akıllı bir insan.

Aynı kişi Osmanlı arşivlerine gelmiş ve Bulgar Tarihinin Türkçe Kaynakları diye bir eser hazırlıyor. Bu dönemde böyle bir hurda kağıt sevkiyatının gerçekleştiğini öğreniyor. Bulgaristan’da faaliyet gösteren batılı bir firma hurda kâğıt olarak satın alıyor bu kâğıtları. Bunlar trenle giderken, 3 vagonu zannediyorum. 5 vagondan 3 vagonu girmiş Bulgaristan’a. Hemen kendi hükümetini haberdar edip bu kâğıtların firmaya gidip de tahrip edilmelerini önlemiş ve Bulgar arşivine aldırmayı başarmış. Bu gelişmeden sonra bu belgeler katalog yapılıp günümüzde en büyük üçüncü Osmanlı arşivi olarak Bulgaristan’da hizmet görüyor

O dönembu evraklar Bursa’da depolarda duran gereksiz evrak, eski evrak, envanterden arşiv olma özelliğini kurumsal anlamda kaybetmiş evrak gibi düşünülerek hurdaya ayrılıp satılmışlar. Kayıtlarda öyle ifade ediliyor. Tabi o dönemin konjonktürüne baktığınız zaman, 1930’lu yılların başları. Türkiye’de Osmanlı’ya bakış pek iyi değil, Devleti yönetenler yeni bir tarih anlayışı ortaya koymaya çalışıyorlar. Ve Osmanlı’yı biraz devre dışı bırakmaya çalışan bir bakış açısı hakim. Osmanlı bir karanlık dönem gibi anlatılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla Osmanlı’dan kalan bu tür evrakın da pek muteber olmadığı bir zamana denk geliyor bu üzücü gelişme.

Yanlış hatırlamıyorsam o dönemde İsmet İnönü Başbakan ve onun imzasıyla böyle bir şey gerçekleştirilmiş. O dönemin çok değerli tarihçileri ve sosyal bilimcilerinden bir bölümü haberdar olup faaliyete geçiyorlar. Hükümeti uyarıyorlar. Bunun üzerine hükümet geri adım atıyor ve bu teşebbüsü durdurmaya çalışıyor. Ama giden gitmiş oluyor yani iki vagon gönderilmeden durduruluyor diye hatırlıyorum ben. Tabi yanlış bilgi de vermiş olmayayım ama 5 vagondan üçü gidiyor ikisi durdurulup tekrar geri döndürülüyor. Türkiye bunları daha sonra geri istediğinde ise Bulgaristan vermiyor.

Ben bizzat Bulgaristan’da bu arşivde çalışma fırsatı buldum. Gayet güzel bir arşiv. Ondan sonra Türkiye’yle de Türkiye’deki arşivlerle de bazı belge değişimleri yapıldı 1990’lardan itibaren. Dolayısıyla bizim araştırmacılarımız, bu belgelerin bir kısmına yani bu Osmanlı arşivlerine de ulaşma imkânına sahipler. Böyle bir değişim de yapılmış oldu.

Bu noktada Türkçe’nin etkisini konuşmak istiyoruz.Türkçe neredeyse bütün Balkan dillerinin ortak unsuru haline gelmiş durumda. Gerek Türk,  gereksede konularda çalışan Balkanlı araştırmacılar ve Balkanlarla ilgilenenler için Türkçe ne kadar önemli bir dil ve ne kadar ehemmiyet arz ediyor?

Şimdi Balkanlarda tabi Balkan dillerinin tamamında çok yoğun bir Türkçe kelime varlığı mevcuttu. Aynı zamanda deyimlerde var idi. Fakat bu Balkan Ulus Devletleri kurulduktan sonraki politikalarından bir tanesi de bu kelimelerden dillerini arındırmak oldu. Mesela Yunanistan’da daha 1830’dan başlayan bir süreç var. “Arı dil” diye bir proje, buna Kathareuousa deniyor. Halkın konuştuğu dil Demotiki diye adlandırılıyor. Halkın konuştuğu dil Barbar unsurlarla karışmış yani Türkçe’den etkilenmiş olarak kabul edilip tamamıyla yasaklandı, saf dışı bırakıldı. Ve daha eski bir dil, Türkçe’nin karışmadığı bir dil alıp resmi dil standardı haline getirildi. Ancak 1974’ten sonra bu arı dil olayı sonlandırılıp halk diline dönüş yapıldı Yunanistan’da.

Aynı şekilde Bulgaristan’da da Türkçe kelimeler atılıp yerine Slav kökenli kelimeler kullanılmaya çalışıldı.

Bulgaristan sanki bu dil konusunda biraz daha yoğun baskı yapıyor değil mi?

Bulgaristan tabi daha geç bir süreçte 1878’den sonra ortaya çıkmaya başlamış bir devlet. Ama yani günümüze doğru geldikçe burada, artan bir şekilde Slav kökenli kelimeler tercih ediliyor.

Tabi bu konuda diyelim ki Boşnakçada Türkçe kökenli kelimeler daha fazla (belki bir tür İslam dini nedeniyle) korunmaya çalışılmıştır. Fakat prensip olarak hemen hepsinde dillerini Türkçeden arındırma çabası olmuş. Neredeyse bütün ülkelerde şehir, kasaba ve köy isimleri değiştirilmiş. Ondan sonra mahalle isimleri, sokak isimleri, tepeler, dağlar nerdeyse bütün coğrafi isimler. Dolayısıyla şahıs isimlerine varıncaya kadar.

Mesela Arnavutların isimlerine göz atsak şunu görürüz ki, Müslüman Arnavutların isimleri, o yaygın olarak İslami referanslarla değerlenebilecek bilinen isimler iken Öz Arnavutça isimlere dönüştürülmüş. Aynı şekilde Boşnaklarda da mesela Mustafa değil de onun yerine daha böyle bir Slav kökenli bir isim tercih edilmiş.

 

Yani aslında rakamlar çok korkunç. %90 bir asimilasyon politikası ve Osmanlı eserlerinin hemen her alanda Balkan coğrafyasından silindiği söyleniyor. Ancak kalan yüzde 10 geri dönebiliyor…

Kalan %10. Ama yine de çok büyük bir şey bu oran. Bir örnek vereyim ben. Bu Balkan dillerindeki yalnızca dili atmakla Türkçenin etkisini atamıyorsunuz. Örneğin bazı deyimler var. Örnek verelim yani Batı dillerine çevirdiğinizde Almancaya veya İngilizceye herhangi bir anlam ifade etmeyen “dayak yiyeceksin” deyimi, dayak yemek, Yunancada “tha fas ksilo”dayak yiyeceksin, odun yiyeceksin veya Bulgarcada işte “şte yadeş boy” veya “şte yadeş toyaga”. Bu Türkçe ile aynı fakat kelimeler Bulgarca veya Yunanca. Demek ki kelimeyi atmakla da mantaliteyi tamamen değiştiremiyorsunuz.

Dolayısıyla Türkçe, mantalitesi ile birlikte de bu dillere bu bölgelere girmiş. Türkçe’nin etkisi, Osmanlı’ın etkisi kelimeleri atarak, yer isimlerini değiştirerek tamamen sökülüp atılabilecek bir etki değil

 

Prof. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu

Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi

Aynı zamanda Balkan ve Karadeniz Araştırmaları Merkezi (BALKAR) Müdürü.

kaynak:Dünya Bülteni

 

YORUM YAP