II. Dünya Savaşı:" Yugoslavya'da Müslümanların Durumu" » Boşnak HaberBoşnak Haber

3 Mayıs 2024 - 12:45

II. Dünya Savaşı:” Yugoslavya’da Müslümanların Durumu”

II. Dünya Savaşı:” Yugoslavya’da Müslümanların Durumu”
Son Güncelleme :

12 Temmuz 2018 - 13:43

Özet ve düzenleme: Zeynep Işıl Hamziç   Boşnak Medya

II. Dünya savaşı dönemini konu alan makale de, Yugoslavya coğrafyasında yaşayan  “Müslümanlar göz önünde bulunduruldu. Bölgede yaşayan halklar Bosna-Hersek,Sancak, Kosova ve Makedonya şeklinde incelendi. Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı 1918 yılında, “Sloven, Hırvat ve Sırp Devleti ile Sırbistan Krallığı”nın birleşmesiyle kurulmuştu. II. Dünya Savaşı sırasında Mihver Devletleri tarafından ülke işgal edildi ve 1943-1945 yılları arasında ülkede yeni bir siyasî yapı oluşturuldu. Savaş sırasında direniş gerçekleştiren Yugoslavya partizanları tarafından bu devletin adı “Demokratik Federal Yugoslavya” adıyla ilan edildi. Yugoslavya adına sahip ikinci devlet olarak tarihte görünen bu siyasî yapı“Yugoslavya Demokratik Federal Cumhuriyeti” idi. Ülkenin adı, 1946 yılında “Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti” olarak değiştirildi.

 
II. Dünya Savaşı sırasında bölgenin Almanlar tarafından işgal edildiği dönemde aşırı milliyetçi Sırp gerillalar (Çetnikler) Bosna’nın köy ve kasabalarına karşı düzenledikleri saldırılarla toplam 100.000 Müslümanı katlettiler.
 
Nazi karşıtı direnişte etkin rol oynayan Komünistler, II. Dünya Savaşı’nın ardından ülkenin yönetimini ele geçirdiler.Komünistlerin iktidarıyla birlikte Müslümanlar üzerinde yeniden başlayan baskı politikası İslamî vakıflara el ko-nulmasına, cami  ve medreselerin kapatılmasına ve yoğun bir dinsizlik propagandasının yürütülmesine sebep oldu. II. Dünya Savaşı sonrasında  Tito döneminde, Yugoslavya; Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Sloven-ya, Karadağ ve Makedonya’dan oluşan altı cumhuriyetten,Sırplar, Boşnaklar, Hırvatlar, Slovenler ve Makedonların oluşturduğu beş milletten, Müslümanlar, Katolikler ve Ortodokslardan oluşan üç farklı inançtan ve sekiz etnik gruptan (Türkler,Bulgarlar, Arnavutlar, Macarlar, Çekler,Romenler, Ukraynalılar ve Çingeneler) meydana geldi.
 
Tiio’nun ölümünden sonra artan etnik çekişmeler ve ekonomik bunalım nedeniyle ve 1980’lerin sonlarında Doğu Avrupa’daki değişikliklerin de etkisiyle 1990’lar ve 2000’lerde yaklaşık 20 yıl süren kanlı bir süreç sonunda Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti yedi ayrı egemen ülkeye bölündü.

II. Dünya Savaşı ve Yugoslavya 

 
1918 yılında I. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Bosna;Sırp, Hırvat ve Slovenlerin kurduğu ve daha sonra adı“Yugoslavya” olacak olan krallığın bir parçası oldu. Yeni devlet, Sırp hanedanının hâkimiyeti  altında kaldı. Tüm baskılara rağmen 1919 yılında Müslüman azınlık tarfından kurulan Yugoslavya Müslüman Organizasyonu (YMO), 1939 yılına kadar Yugoslavya yönetiminde etkili oldu.

 
 Bu tarihte Yugoslav Hükümeti Hırvatların yoğun taleplerini karşılamak için Bosna’nın bir kısmını da kapsayan otonom Hırvatistan Banovina bölgesini oluşturdu.
 
I. Dünya Savaşı’nın çözümsüz bıraktığı anlaşmazlıklarla belirlenen 20 yıllık gergin bir dönemin ardından çıkan II.Dünya Savaş’ında Almanya, İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu Mihver Devletleri ile Fransa, İngiltere, ABD ile SSCB ve daha sınırlı bir konumla Çin’in oluşturduğu Müttefik Devletler karşı karşıya geldi. Yükselen Nazi tehdidine karşı genel bir mücadele niteliğini kazanan savaşta Yugoslavya için durum 1941 yılında daha da kötüleşti. Yugoslavya Alman saldırısından sonra çöktü.
 
 Böylece Almanya buradaki güçlerini 1939’da Arnavutluk’u işgal eden ve Ekim 1940’dan beri Yunanistan’da savaşan, ama başarılı olamayan İtalyanların yardımına gönderdi.
 
 Adolf Hitler önderliğindeki Almanya’nın, 6 Nisan 1941 tarihinde Belgrad’ı bombalamak suretiyle başladığı işgal, 17 Nisan’da Yugoslavya’nın teslimolmasıyla kısa bir sürede tamamlandı. Hitler, Yugoslavya’yı peykleri arasında paylaştırdı, Banat kısmını Macaristan’a,Makedonya’yı Bulgaristan’a ve Slovenya’yı da İtalya’ya verdi. Hırvatistan ise Yugoslavyadan ayrılarak bağımsız oldu.
 
İşgal sırasında ülkede işgalcilere karşı mücadele eden çeşitli örgütler ortaya çıktı ve çete savaşları başlatıldı. Bunlar arasında özellikle Mihailoviç ve Tito’nun çeteleri işgale direnişleriyle dikkat çekmekteydi.
 
II. Dünya Savaşı sırasında Bosna, Alman ve İtalyan işgal bölgeleri arasında bölündü. Bu dönemde hem işgalci hemde etnik güçler arasında yoğun çaışmalar oldu. MihverDevletleri’nin saldırısı üzerine Bosna’ya gerileyerek İşçi Tugayları tarzı bir savaş taktiğini kullanan Partizanlar,1942 yılının Mart ayında Alman, İtalyan, Hırvat Ustaşa ve Sırp Çetnik birliklerinin giriştiği harekâttan sonra Bosna’nın kuzeybatı bölgesını üs edindiler.
 
 Tito 1942 yılının Kasım ayında “Yugoslavya Anti-Faşist Ulusal Kurtu-luş Konseyi”ni (AVNOJ)
toplayarak direniş harekâtının bütün Yugoslav halklarını birleştirecek bir siyasal progra-ma kavuşmasını sağladı. Bunun üzerine Almanlar 1942-1943 kışında Yugoslavya’daki Partizan hareketini toptan imhayı hedef alan yeni bir harekât düzenlediler. Öncelikle Çetnikleri saf dışı ederek konumlarını sağlamlaştıran Partizan kuvvetleri, ardından Alman kuşatmasını yararak Karadağ’ın Durmitor bölgesine geçtiler. 1943 yılının Mayıs ayında, bu bölgeye yönelik ikinci Alman kuşatma harekâtı da boşa çıktı. Üstün Alman birlikleriyle şiddetli çarpışmalardan sonra sarp bir geçidi aşan Partizan kuvvetleri sonunda Bosna’nın orta kesimine ulaşmayı başardı. Yugoslavya’nın bağımsızlık mücadelesinde bir dönüm noktası sayılan bu zafer, aynı zamanda Partizan hareketine Müttefiklerin siyasî ve askerî desteğini sağladı. İtalya’nın Müttefiklere teslim olmasından sonra Partizanların denetimine giren geniş kıyı şeridi, silah ve askerî gereç almak için önemli bir kapı durumuna geldi.Kasım 1943’te Tito ikinci bir Partizan Kongresi (AVNOJ) topladı. Toplantı sonunda, Güney Slav halklarının eşit olarak katılacağı yeni bir Federal Yugoslavya’nın kurulduğu ve geçici bir hükümetin oluşturulduğu ilan edildi.

 
 Tito artık bu devletin mareşali ve devlet başkanıydı. Bu kongre de temsil edilen ve Güney Slavları arasında sayılan Bosnalı Müslümanların çoğu Tito’nun partizanlarına katıldı.Mihailoviç ile Tito arasındaki mücadele, bütün savaş boyunca devam etti, bu mücadeleyi Tito kazandı.
 
Sırp mil-liyetçisi Mihailoviç’e karşılık Tito’nun savaş sonrası bütün unsurları kapsayan bir federasyon tarzından bahsedip vaatlerde bulunması diğer unsurları umutlandırdı. Bu nedenle Tito bir kurtarıcı gibi görülse de asıl yüzü kısa sürede ortaya çıktı.
 
Kasım 1944’te Kırçevo ve Gostivar’ı elegeçiren Tito’nun birlikleri tarafından birçok Müslüman çeşitli işkencelerden sonra öldürüldü. Yabancı radyolardan 2.5 ay sonra bu bölgelerde öldürülenlerin sayısının 19.000’e ulaştığı öğrenildi. Yenipazar’da ise öldürülen 5.000 kişi den yalnız 20’ye yakını Hristiyan, diğerleri ise  Boşnak’tı. Yine 1945 yılı ilkbaharında İpek, Yakova, Gilan, Priştine ve Prizovik’ten toplanan 6.000 genç makineli tüfeklerle tarandı.Köylerden toplanan gençler kurşuna dizildi, köyler yağmalandı, evler yakılıp yıkıldı. Ayrıca öldürülenlerin malları haczedilerek geride kalan çoluk çocuğun sefalete düşmesi hedeflendi. Üstelik bu insanlar kızıl teşkilatın kara listesinde yer aldığı için daimi nezaret altında tutuldu.
 
II. Dünya Savaşı süresince gerek Mihailoviç gerekse Tito’nun çeteleri Yugoslavya Türklerinden 250.000 kişinin ölümüne sebep oldu. Ayrıca savaş sırasında yapılan katliam ve saldırılar sonrası yüzlerce Arnavut,Boşnak ,Türk de Türkiye’ye göç etti. Deliorman’a göre, savaş sırasında Yugoslavya’dan Tür-kiye’ye göç edenlerin sayısı 1.825’tir.Devlet İstatistik Enstitüsü Yıllığı’nda ise 1940-1945 yılları arasında Yugoslavya’dan gelen göçmen sayısı 1.671 kişi olarak verilmektedir.
 
 De Vergottini’ye göre, 1940-1945 yılları arasında Yugoslavya’dan toplam 1.641 kişi  gelmiştir.
 
 
1944 Mayıs ayında Tito’nun karargâhına yönelik son Al-man saldırısını da atlatan Partizanlar, sonraki aylarda işgal kuvvetlerini  Sırbistan’a doğru geriletmeye başladı. 1945 Kasım ayında yapılan seçimlerde Komünistlerin önderliğindeki Halk Cephesi’nin kazandığı büyük zaferin ardın-dan Yugoslavya Demokratik Federal Cumhuriyeti’nin kurulduğu (2 Aralık 1945) ilan edildi. Böylece kâğıt üzerinde de olsa devam eden monarşi resmen sona ermiş oldu.1946 yılının Ocak ayında federal bir cumhuriyet yapısını öngören yeni anayasa yürürlüğe girdi. II. Dünya Savaşı küresel boyutta büyük felaket oldu. Busavaşta her dönem olduğu gibi din, etnik köken, milliyet-çilik başarılı bir şekilde kullanıldı. Savaşın temel unsurlarızamanla çemberi büyüttü ve savaşta birçok cephe açıldı.Savaşın baş aktörü olan Hitler  Almanyası’ndan 7.293.000 kişi(nüfusun % 11’i) hayatını kaybetti. En çok zarar gören bölgelerden olan Yugoslavya coğrafyasında da bu süreçte büyük bir katliam yaşandı.
 
Osmanlı’nın eskiden hüküm sürdüğü topraklarda Müslümanlar, dünya savaşları boyunca genellikle işgal kuvvetlerine karşı direniş hâlindeydiler. Yunanistan’dan Bosna’ya kadar binlerce Müslüman Nazilere karşı mücadele etti.Fakat II. Dünya Savaşı’nın mimarı olan Adolf Hitler, Bos-na’da o dönemler siyasallaşan bir İslamî akım ile birliktehareket etti. Tümenin adı Handschar  Hançer idi.Hitler’in Yahudi soykırımının en önemli planlayıcılarından olan Himmler, Bosna’da örgütlenen siyasal İslamcı-lara karşı da Yahudi kozunu oynuyordu. Buna göre Almanya’dan kaçan Yahudiler devlet kurmak için Kudüs’e geleceklerdi. Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyni’ye ulaşan Himmler, Yahudi tehlikesine karşı propaganda çalışmaları başlattı. Böylece ari ırk peşindeki Nazi hareketi içinde, 38 tümenden biri olarak ülkede yaşayan Katolik Hırvatlar ve Müslüman Boşnaklardan oluşan Müslüman bir dağ tümeni kuruldu.
 
Hitler bu süreçte Müslüman askerlerin motivasyonunu bozmak istemiyordu. Birliğe özel fesler yapıldı. Ayrıca dağ tümeni, hem Almanya’daki eğitimlerinde hem deBosna’da Alman ordu disiplininden farklı olarak topluca ibadet edebiliyordu. Almanya farklı ülkelerde benzer ya-pılanmalar planlasa da Handschar dinî kimliği ile tekti. Almanlara ve Hırvatların birçoğuna göre Hırvatlar aslın-da bir Slav ırkı değildi, kökenleri Gotlara dayanıyordu. Hitlerde bir Germen kolu olarak gördüğü Gotların busebepten ötürü ari ırk olduğunu düşünüyordu. Buna göre Hırvatlar yüzyıllar önce Balkanlar’a başlayan akınlarla Slavlaştırılmış, Osmanlı döneminde ise Slavlaşmış Hırvatların bir kısmı Müslümanlaştırılmıştı. Bu Slavlaşmış Müslümanlara onlar tarafından “Bosnalı Müslümanlar” deniliyordu.
 
Adolf Hitler dört yıl süren Belgrad işgali boyunca bu topraklarda yoğun propaganda çalışmaları yürüttü. Bir yan-dan Komünist Sovyetlerin Marksist Leninist, diğer yan-dan Amerika ve İngiltere’nin “liberal demokrat” etkileriniyok etmek için yoğun çalışmalar yapıldı. Hırvat, Sırp veBoşnak halkları tarih boyunca birbirlerine kırdırılmıştı.Hitler de bu fırsatı değerlendirmek istiyordu.Hırvat-Sırp ve Boşnaklar arasında yaşananlar yakın birgeçmişte meydana gelen “Bosna Soykırımı” ve “Yugoslav Savaşı”ndan çok daha eskiye dayanan bir düşmanlıktı.Hatta tarihin en kanlı infaz metotlarını birbirleri üzerinde uygulamaktan çekinmediler.
 
Özellikle Hırvat-Ustaşave Sırp-Çetnik birliklerinin yarattıkları işkence ve katliamyöntemleri dönemin en şiddetli olaylarıydı.Hançer tümeninde sadece Bosnalılar değil, Müslüman Arnavutlar da vardı. Tümenin geri kalan kısmı Hırvatlardan oluşuyordu. Hem partizanlara karşı hem de Avusturya’daçarpışan tümenin 20.000 olan sayısı savaş sonunda yarı yarıya azaldı. Sonunda İngiliz birliklerine teslim oldular.1944 Mayıs ayında Tito’nun karargâhına yönelik son Alman saldırısını da bertaraf eden partizanlar, sonraki ay-larda işgal kuvvetlerini Sırbistan’a doğru geri çekilmeyebaşladılar. 1945 Kasım ayındaki seçimlerde Komünist’lerin önderliğindeki Halk Cephesi’nin kazandığı büyükzaferin ardından Yugoslavya Krallığı 29 Kasım 1945’teresmen kaldırılarak, Yugoslavya Demokratik Federal Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilan edildi (2 Aralık 1945). Yugoslavya’nın siyasî hayatında “İkinci Yugoslavya” olarak da adlandırılan bu dönemde, devlet yapılanması “millet-ler üstü” anlayışla şekillendi. Gücünü milliyetçi olmayan yapısından alan Halk Cephesi ve Josip Broz Tito, ünite resaslara dayanmayan, federatif bir devlet kurdu. Ülkedehiyerarşik parti yapılanması oluşturuldu, devlet yönetimine ilişkin her konu sıkı gözetim altına alınarak eko-nomide endüstriye önem verildi. Kuruluşu, kurumsallaşması, ekonomisi ve dış politikası ile ilkinden oldukça farklı karakterde olan İkinci Yugoslavya;  Tito,federalizm ve Sosyalist ekonomi temellerinde yükseldi.

 Yeni Federal Yugoslavya; Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan,Slovenya, Makedonya ve Bosna-Hersek olmak üzere altı cumhuriyetten meydana geliyordu.
 
 Josip Broz Tito, Almanlara karşı Yugoslav halklarını bir araya getirerek Stalin, Churchill ve Roosevelt’in de deste-ğini aldı. Ölümüne kadar olan dönemde “Yugoslavya” adı altında güçlü ve sağlam bir ülke sistemi kurdu. Bu ülkede Müslümanlar özgür bir şekilde yaşamaya devam edebilmenin planlarını yaptılar, ancak baskılar kısmende olsa devam etti. Hırvatlar daha fazla hak ve ayrıcalık iste-mekteydiler.
II.Dünya Savaşı zamanındaki  çeteler ve katliam suçları sembolik cezalarla geçiştirildi.
 
İlk resimde Kudüs Müftüsü El-Hüseyin ve Fesli Hançer Tümeni askerleri. Müftü, askerleri Hitler selamıyla selamlıyor.İkinci resimde ise Tito ve Churchill.
 

II. Dünya Savaşı Sırasında Bosna-Hersek 

 
II. Dünya Savaşı sırasında özellikle Doğu Bosna ve Sancak’taki Boşnakların tecrübeleri acı oldu. Sırp çeteleri DoğuBosna’daki şehir ve köyleri basarak büyük katliamlar yaptı.Binlerce insan öldürüldü, zorla din değiştirme politikası uy-gulandı. Bu olaylar en yoğun olarak 1941-1942 yıllarındayaşandı ve II. Dünya Savaşı bitene kadar devam etti. Bu dönemde Sırpların millî programına göre “Büyük Sırbistan”kurulmalı ve burası  Boşnak,Arnavut Müslümanlardan ve Türklerden temizlenmeliydi.
 
Hırvatlarında amacı homojen etnik büyük bir Hırvatistan’ı kurmaktı.Boşnaklar iki taraftan kuşatıldı. Bu politikaların amacı sade-ce Boşnakları öldürmek değil, onları korkutmak, sindirmekve göçe zorlamaktı. Diğer bir plân ise göç etmeyenleri veöldürülmeyenleri zorla Hristiyan yapmaktı. Ama Boşnaklarda direnmeye devam ettiler ve bugüne kadar hem Bosna-Hersek’te hem de Sancak’ta var olmayı başardılar. II. Dünya Sa-vaşı sırasında ve sonrasında bir göç hareketi yaşansa da bu göçlerin sayısı hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir.
 
II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Sosyalist Federatif Yugoslavya Cumhuriyeti döneminde yaşanan göçler daha çok Sancak bölgesinden oldu. Göç etmeye karar verenler yine Türkiye’yi tercih etti. 1946 yılında Yugoslav Anaya-sası’na dinî özgürlüklerle ilgili bir madde eklendi. Buna göre bütün dinlere devlet saygıyla yaklaşacaktı. Ancak bu madde hiçbir zaman uygulanmadı. 1946 yılında şeriat mahkemeleri kaldırıldı; sonra başörtü yasağı geldi. Mektepler (Kur’an kursları) yasaklandı. Müslümanların “Gayret” ve “Narodna Uzdanica” gibi kültürel ve ilmî faaliyetler yürüten kurumları, matbaaları, yayınevleri kapatıldı.Sarajevo’da 1964 yılında İslâmî kitap basmak yasaktı.Devletin uyguladığı anti-İslâm kampanyasına karşı müca-dele için “Mladi Muslümani” (Genç Müslümanlar) ortaya çıktı.
Onların bu mücadelesi de cezalandırılmadan kalmadı,yüzlerce üye hapse atıldı. Bazıları öldürüldü, ba-zıları da çok ağır işkencelere maruz kaldı.
Yeni Komünistrejim, İslâm medeniyetinin eski izlerini de silmeye çalıştı.Camiler müzelere, depolara ve hatta ahırlara dönüştürüldü. “Boşnak” adı, resmen olmadığı için Boşnaklar, “taraf-sız” ya da “İslâm dinine mensup olan “Sırp” veya “İslâmdinine mensup olan Hırvat” olarak milliyetlerini belirte bildiler.
 
 1974 yılında Boşnaklara Müslüman olarak (dinî kimlik değil, millî kimlik olarak) hak tanındı. İktidardaki ateist parti, bir millete millî ismini kullanmasını yasaklamakta ve dinî isminin millî isim olarak kullanılmasını emretmekteydi. Komünistler, Boşnakların millî kimlikleri ve millî isimleri ile ilgili karar verme hakkını Boşnaklara değil, kendilerine tanıdılar. Komünist rejim, bu kararları kend ideolojik doktrnine ve siyasî çıkarlarına göre verdi.Boşnakları kendi millî ve dinî kimliklerinden uzaklaştırmak için rejimin farklı şekillerdeki uygulamalarını ifade etmiştik. Eğitim sisteminde Boşnak dili tanınmadı; Boşnakların dinî ve kültürel faaliyetleri kısıtlandı, Boşnakların millî meselelerini  gündeme getirenler ve bu konuda rejimi eleştirilenleren ağır şekilde cezalandırıldılar.
 Sırp çeteleri Müslümanlara karşı acımasız katliamlar yaptılar.

Sancak 

II. Dünya Savaşı sırasında (28 Kasım 1944 ile 21 Ocak 1945), Sırbistan’ın Sancak bölgesinin en büyük kenti Novi Pazar’da, dönemin Komünist yönetimi tarafından 2.000’in üzerinde Boşnak kurşuna dizilerek öldürüldü. II. Dünya Savaşı sırasında katledilen bu Boşnaklar için Hacet semtinde 2010 yılından beri anma töreni düzenlenmektedir. En sonuncusu 2015 yılında ya-pılan ve din adamları ile binlerce vatandaşın katılımıyla gerçekleştirilen anma töreninde, II. Dünya Savaşı sırasında hayatını kaybeden Boşnaklar için dua edildi. Sancak Müftülüğü ve Boşnak Kültür Topluluğu’nun organize ettiği tören, vatandaşların şehir merkezinde toplanmasıyla başladı; kalabalık grup daha sonra, katliamın yapıldığı Hacet semtine yürüyüp, hayatlarını kaybedenler için gıyabî cenaze namazı kıldı. Törende yapılan konuşmalarda Boşnaklar arasında birlik mesajları verilirken, Sırbistan Hükümeti’nden Devlet Arşivlerini açarak, Hacet’te katledilen Boşnakların isimlerinin açıklanması istendi. 
 
 “Boşnaklar birlik oldukları zaman huzurlu olurlar”diyen Sancak Müftüsü tarih boyunca Müslümanların ıstırap çektiğini ifade etti. Aralarında hayatlarını kaybeden kişilerin torunlarının da bulunduğu kalabalık, geçit töreni sırasında sokaklara çiçek bıraktı.
 
II. Dünya Savaşı ve Sonrasında Makedonya 
 
II. Dünya Savaşı’nın en yoğun yaşandığı dönemlerde 1943 yılında işgal altında kurulan ve Almanlara karşı  özgürlük mücadelesi veren Yugoslavya, savaş sonunda amacına ulaştı. Ancak bu süreç pek de kolay olmadı. Belgrad’daki kralın zayıflayan otoritesi Nazilerle işbirliği yapan milliyetçi Hırvat örgütü Ustaşalar ve yinebir diğer milliyetçi silahlı örgüt olan Sırp Çetniklere yaradı.
 
Özellikle Çetniklerin Kosova, Makedonya ve Bosna’da uyguladıkları katliamların yanı sıra Tito’nun önderliğin-deki direnişçi harekete karşı da savaşmaları ülkede bir nevi iç savaşın yaşanmasına neden oldu. Ancak Almanların II.Dünya Savaşı sırasında galip konumdan mağlup duruma düşmesi ve İtalyanların saf değiştirmeleri bu iki  ülkeden lojistik destek gören Çetnik ve Ustaşaları zayıflattı. Sonuçta Çetnik ve Ustaşalar Tito’nun başında olduğu Partizanlar tarafından yenilgiye uğratıldı.
 
Savaş sonrası dönemde Tito’nun İçişleri Bakanlığı’nı yapan Aleksandr Rankoviç, yönetimde kaldığı süre boyunca özellikle Makedonya ve Kosova Müslüman azınlıklara karşı serttutum izledi. Her ne kadar prensipte herkesin eşit olduğu bir devlet yapısı tesis edilmeye çalışılsa da bu bölge o dönemlerde Sırp milliyetçiliğinin etki alanı içerisindeydi. Bu yüzden İçişleri Bakanlığı’na bağlı dönemin polis birlikleri, Makedonya ve Kosova’daki Müslümanlara karşı planlı işkenceler ve sürgün politikaları uyguladı. Bu dönemde Makedonya’da yaşayan yüz binlerce Müslüman Türkiye’ye göç etmek durumda kaldı. Bu homojenleştirme çerçevesinde Müslüman unsurlardan arındırılan bölgelere Sırplar veya Makedonlar yerleştirildi. Ülkeyi terk etmek zorunda bırakılan Müslümanların giderken yanlarında herhangi birdeğerli eşya götürmelerine katiyen müsaade edilmedi. Buda Müslümanlara ait zenginliklerin ülke sınırları içinde kalmasına ve doğrudan devlet kontrolüne geçmesine yol açtı.
 
Makedonya Türklerinin millî ve manevî değerlerine, örfve adetlerine sahip çıkmalarını sağlamak amacıyla 1944 yılında Üsküp’te Şuayip Aziz tarafından kurulan ve Makedonya’daki Türklerin kimlik sorununun çözümü için mücadele eden “Yücel Teşkilatı” 1947 yılının Eylül ayında yasa dışı bir örgüt ola-rak gösterilip Rankoviç tarafından kapatıldı. Büyük bir sansasyonla, tüm Türk toplumuna ve diğer Müslüman Boşnak ve Arnavutlara göz dağı verircesine kurucularının ve yöneticilerinin kamuoyu önünde yargılanması ve suçlanan teşkilât üyelerinin idama mahkum edilip sekiz yıl hapis ya da sürgün gibi ağır cezalara çarptırılmaları, aslında bir anlamda iki karşıt blokta yer almalarıyla gerginleşen Türkiye-Yugoslavya ilişkilerine bağlanıyordu.

 
Tito Döneminde Makedonya Cumhuriyeti’nde Türkler ve Müslümanlar herkese eşitlik vaadiyle ortaya çıkan Tito ve partizanları belli bir ölçüde desteklediler. 1944 yılında Tito’nun isteği ve Yugoslavya Komünist Partisi’nin kararıyla Yugoslavya Federasyonu’na dâhil olmak üzere bir Makedonya Cumhuriyeti kuruldu.
 
 Çok uluslu Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nde, altı cumhuriyetten birisi olan Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti’ni oluşturan halk olarak Makedonlar, Sırplar, Hırvatlar,Slovenler, Karadağlılar ve Müslümanlar ile birlikte “kurucu halk” anlamında ulus sayıldılar.
 
 Türkler ise ulusların arkasından gelen ve herhangi bir cumhuriyetin kurucusu olmayıp, azınlık statüsünde sayılan etnik gruplardan biri olarak çeşitli azınlık haklarına sahip oldular. Tito’nun savaş sırasında vaat etmiş olduğu eşitliğin aslında tam anlamıyla bir eşitlik olmadığı ortaya çıktı. Bununla birlikte Türklere, diğer azınlık gruplarıyla birlikte, özellikle eğitim alanında olmak üzere çeşitli haklar tanındı. 23 Aralık 1944’te, Makedonya Türklerinin toplumsal ve kültürel yaşamında önemli bir yeri bulunan Birlik gazetesi neşredildi. 28 Aralık’ta günde sadece beş dakika olmak üzere ilk Türkçe radyo yayını başladı. 1946 yılında ise Makedonya Türklerinin yoğun kültür ve spor faaliyetlerini gerçekleş-tirdikleri, fakat bir yıldan kısa bir süre içerisinde kapatılan“Zafer Cemiyeti” kuruldu.
 
Devlet ve parti yönetimleri ile kamu kurum ve kuruluşlarında görev alan Türklerin sayısı, Türklerin Makedonya’da-ki toplam sayısına oranla çok azdı. Komünizmin uygulan-maya başlaması Makedonya Türkleri için yeni bir yıkım dönemini getirdi. Türkler en değerli topraklarını, mallarını ve mülklerini devletleştirme yüzünden kaybettiler.Tito ile Stalin arasında ideolojik farklılıklar vardı. Sta-lin’in, Tito’nun Balkanlar’da Slavlar üzerinde yaratmaya çalıştığı etkiden rahatsızlık duyması üzerine, Yugoslavya 1948’de Cominform’dan atıldı. Diğer taraftan Yugoslavya’nın Batı Bloğu’nu Sovyet Bloğu’na karşı bir koz olarak kullanmaya başlaması, Türk-Yugoslav lişkilerinin hızla düzelmesini sağladı. Krallık döneminde de kültürel, dinîve eğitim alanlarında çeşitli sorunlar yaşayan Müslüman nüfus 1954 yılında anadilde eğitim ve bir takım özlük hakları verilene kadar bu sıkıntıları yaşamaya devam etti.Hem Yugoslavya’nın iç politikasında hem de uluslararası ilişkilerde yaşanan hızlı gelişmeler sonrasında altı cumhuriyet ve iki özerk yönetime (Kosova ve Voyvodina) bölünmüş olan Yugoslavya’da, Komünist Partisi yönetimindeki cumhuriyetlerin yönetici sınıfları, millî çıkarları belirleyerek buna uygun davranmadılar. Bu ve yukarıda ifadee dilen nedenler yüzünden, Yugoslavya’nın bu süreçte fikrî olarak üçe bölündüğü görülmektedir.
 
Buna göre; birinci grupta, Yugoslavya’dan ayrılarak Orta Avrupa devletler grubuna katılmak isteyen Slovenya ve Hırvatistan, ikinci grupta sıkı sıkıya bütünleşmiş federasyon fikrini savunan Sırbistan ve Karadağ, hem ülkenin parçalanmasından,
 
Yücel Teşkilatı üyesi olan Şuayip Aziz, Ali Abdurrahman, Nazmi Ömer ve Adem Ali Üsküp’te idam edildiler..
hem de Sırp hâkimiyeti altında yaşamaktan korkan, bu yüzden Yugoslavya’nın devamını isteyen Bosna-Hersek ve Makedonya üçüncü grupta yer aldılar. Böylece, Yugoslavya’nın zihinleri politikasının yanı sıra Sosyalist sistemin devamından yana bir tavır takındı.
 

II. Dünya Savaşı ve Sonrasında Kosova ve Arnavutlar

 
II. Dünya Savaşı Kosova tarihinde bir dönemeç oldu.Savaştan önce Komünist fikirler Yugoslavya’da belirli çevrelerde etkisini gösterdi. Komünistler, Nazi işgaline karşı önemli rol oynadılar ve bu yüzden de savaştan sonra ortaya çıkan siyasî boşluğu doldurmayı fırsat bildiler.Böylece Sosyalist Yugoslavya doğdu. II. Dünya Savaşı boyunca Kosova toprakları Almanlar ve İtalyanlar tarafından işgal edildi. İşgal döneminde Kosovalı Sırpların binlercesi Kosovalı Arnavut gruplar, özellikle Vulnetariler tarafından Kosova dışına atıldılar. Bu olaylardan kaç kişinin etkilendiği kesin bilinmemekle birlikte Sırplara göre 10.000 40.000 arası ölü ve 70.000-100.000 arası mülteci sonucunu doğurdu. Kosova, kısa bir süre Arnavutluk’un bir parçası olurken 1946’da Yugoslavya’ya bağlı özerk bir eyalet statüsü kazandı. Arnavut diktatör Zogu, II. Dünya Savaşı süresince ülke topraklarını terk ederken, diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi ortak paydası yabancı işgaline karşı mücadele etmek olan fakat taban tabana zıt fikirlere sahip direniş örgütleri vücut buldu. Bunlardan biri Sosyalizm yanlısı “Ulusal Kurtuluş Hareketi”,bir diğeri ise Midhad Fraşeri’nin başkanlık ettiği  Sovyet karşıtı milliyetçi görüşe sahip “Balli Kombetar” ya da “Ulusal Cephe” hareketi idi. 1943 yılından itibaren bu iki direniş örgütünü birleştirme çabaları özellikle Kosova bölgesinin geleceği ile ilgili ihtilaflar nedeniyle sonuçsuz kaldı.
 
Alman birlikleri tarafından Kosova’nın büyük bir bölümü işgal edildi. 21 Nisan’da Alman ve İtalyan dışişleri bakanlarının Viyana’da yaptığı bir toplantıda Arnavutların yaşadığı bu toprakların büyük bir bölümünün İtalyan denetimine verilerek Arnavutluk’a katılmasına karar verildi.
 
Böylelikle Osmanlı Devleti’nden ayrıldıktan sonra Ar-navutluk ve Kosova ikinci kez bir araya geldi. Öte yandanmaden yönünden zengin olan Trepça, demiryolu hattınasahip olan Mtroviça ile Vulçıtrın, yani Kosova’nın kuzeyucu Alman işgal bölgesi olarak ayrıldı. Gerek İtalyanlargerekse Almanlar, Kosova Arnavutlarının yerel talepleri-ne hassasiyetle yaklaştılar, söz gelimi Arnavutça eğitimiyerleştirmek için de samimi çaba göstererek Kosova’da veMakedonya’nın batısında en az 173 tane yeni ilkokul kur-dular.

 
 Kendilerini bu sayede güvende hisseden Arnavutlar kaybettikleri hakları geri almak için faaliyete giriştiler.Sırpların krallık dönemindeki iskân politikasına şiddetle karşılık vererek Sırp ve Karadağlılar topraklardan kovulur-ken istimlak edilen topraklar geri alındı. Tıpkı Sırpların Arnavutlara uyguladığı politika döneminde olduğu gibibu dönemde de ülkeden kovulan Sırp ve Karadağlılarınsayısı hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Tahminihesaplara göre ilk iki – üç ay içinde 20.000 kişi bölgeden kaçtı.
 
 Sayısal üstünlüğü ele geçiren Arnavutlar Almanv e İtalyanların askerî oluşumlarında yer almaya başladılar.İlk bakışta bu işgalci kuvvetlerle işbirliği olarak görülse de aslında Arnavutların bu hareketi Yugoslavya’nın çöküşünden istifade ederek 20 yıl boyunca maruz kalınan iskân ve Slavlaştırma politikalarını tersine çevirmekten ibaretti.Hitler’in Sovyetler’e saldırdığı 1941 yılına kadar Kosova’da Komünistler sessizdiler. Hatta bundan sonraki dönemde Yugoslavya Komünistleri bu bölgede etkinliklerinin art-tırılması adına yoğun faaliyetlerde bulundular. Kosova Arnavutları Komünizm’e itibar etmemekteydi. Yugoslavya işgal edildiğinde Kosova’da YKP’nin 2070 üyesi vardı. Ancak nüfusun % 70’ini oluşturan Arnavutlardan sadece20 kişi YKP üyesiydi.
 
 Bunun nedenini anlamak oldukçakolaydır. Öncelikle Komünist faaliyetler Arnavutlar için 

birer Slav örgü-tüydü. İkincis ise Faşist işgali altında “Büyük Arnavutluk” tesisedildi ve Sırplara verilen topraklarda geri alındı.Bu şartlar altın-da Kosova Arnavutları açısındanSosyalist hareketi yaymak olduk-ça zordu. Ancak yine de 1942’de Zeynel Aydini ve 1943’te Emin Duraku Sosyalist birimleri Alman ve İtalyanlara yaptığı suikast saldırılarıyla taraftar toplamayı başardılar.8 Eylül 1943’te İtalya’nın teslim olduğunu ilan etmesiyle Arnavutluk ve Kosova’da siyasî ve askerî durum değişti.1941 yılında kurulan Arnavutluk Komünist Partisi’ne1943’te Genel Sekreter olan Enver Hoca, Kosova’nın Ar-navutluk dâhilinde kalmasını savunurken YKP bu talebireddetti.
 
İtalyanların boşluğunu kısa sürede dolduran Almanlar, toprakları İngiliz işgaline karşı korumak amacıyla orada bulunduklarını, ülkede siyasî hayatın nasıl düzenleneceğine Arnavut halkının karar vereceğini deklare ederek halkın sempatisini kazandılar. Arnavutluk’a katılmış bulunan diğer bölgelerle birlikte Kosova ile Arnavutluk’un birleşmiş bir bütün olarak kalmasını hedefleyen bir grup İkinci Prizren Birliği’ni ilan ederken Komünistler buna 1944 Mayıs’ında “Permette Ulusal Kurtuluş Anti-Faşist Konseyi”ni kurarak karşılık verdiler. Konsey Başkanlığı’na Enver Hoca getirildi. II. Dünya Savaşı’nın seyrine bağlı olarak 1944 Ekim-Kasım’ın da Almanlar bölgeden çekildiler. Almanların çekilmesiyle Kızıl Ordu’nun gelmesine mahal vermeden Enver Hoca ve yandaşları ülkelerinin tek başına kurtulduğunu ilan ettiler.
 
 Partizanların Kosova’ya girmesiyle 30.000 kişilik Arnavut Birliği ile 40.000 kişilik partizan gücü arasında çetin bir mücadele  başladı.

 
 Ulusal Kurtuluş Anti-Faşist Konseyi’nin lider-lerinden birinin daha sonra kaleme aldığı bir yazıya göre Komünistler tarafından toplam 47.300 Arnavut öldürül-müş ve bu olayların 28.400’ü Kosova sınırları içinde mey-dana gelmişti.
 
 Neticede Sosyalizm-Faşizm mücadelesini Balkanlar’ın diğer bölgelerinde olduğu gibi Komünizm kazanırken Arnavutluk ve Kosova birbirinden tekrar ayrıl-dıve savaş sonrası düzenlemeyle Kosova tekrar Sırbistan’ın bir parçası hâline geldi.1963’te de bu eyalet, özerk bölge oldu. Bu ilk dönemde Kosovalı Arnavutlar ve Türklerin önde gelenleri cezalandırdılar. Tivar Katliamı’nda Şaban Poluja adlı milliyetçilerle beraber 3.000-4.000 civarında Kosovalı Arnavut’un kurşuna dizildiği bilinmektedir.
 

II. Dünya Savaşı Öncesi ve Sonrasında Kosova’da Müslümanlar

 
Kosova’yı yurt seçen Türkler, yüzyıllar boyunca diğer milletlerle beraber Priz-ren, Priştine, Vıçıtırın, İpek, Novobırda gibi yerleşim yerlerinde yaşadı, birçok kültür eseri yarattı ve hayatın akışı-na yön verdi. Osmanlı Devleti’nin yüzyılları aşan uzun egemenlik devriyle beraber Kosova Türklerinin hem dil yapısı,hem etnik yapısı Oğuz Türkleri gelenekleri doğrultusunda şekillendi.

 
 Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’dan çekilmesiyle birlikte Hristiyan devletleri içinde kalan Müslü-man azınlık çok zor durumda kaldı. Müslümanlara hep şüpheci bir gözle bakıldı, kendilerine yabancı muamelesi yapıldı. Kosova’nın Sırbistan sınırlarına dâhil edilmesi ile Müslümanlar ikinci sınıf vatandaş muamelesine tâbi tutulmaya başladılar. Ayrıca 1912’de Sırpların Kosova’ya geri gelmesinden sonra çok sayıda Türk ve Arnavut katle-dildi. Helsinki İnsan Hakları Komitesi’nin Sırbistan’daki temsilciliğinin bir raporunda yer alan verilere göre sadece 1912-1914 yılları arasında 302.907 Türk Kosova’yı terk etti. Balkan Savaşları sonucu elden çıkan bölgedeki Türkler,Arnavut ve Boşnaklar Krallık ve Komünist Yugoslavya döneminde üç büyük göç ve katliama uğradılar. 1930’da toprağı kamulaştırma reformu altında Müslümanların ellerinden arazileri zorla alınarak Sırplara verildi ve göçe zorlandılar. 1918-1941 yılları arasında 276.489 Türk’ün Kosova’dan göç ettiği belirtilmektedir. 

 
 Ancak, diğer kaynaklar da dikkate alındığı zaman bu rakamlara Makedonya Türklerinin göçünün de dâhil olduğu söylenebilir. Bir genelleme yapmak gerekirse 1960’ların başına kadar Kosova konusunda Belgrad’ın bilinçli olarak göç ettirme politikası izlediği sonucu çıkarılabilir.1943 yılının ardından Kosova’daki bütün medreselerin eğitim dili Arnavutça oldu. Böylece Kosova’da ki Türkçe eğitim büsbütün ortadan kalktı. Bu durum 1951’e kadar devam etti. 1912-1945 yılları arasında Türk halkı sade-ce Sırp-Hırvat dilinde eğitimini sürdürebildi. 1945-1951 yılları arasında ise Türkler genellikle Arnavutça eğitimgördü.
 
Siyasî konjonktürden dolayı Kosova’da Türk varlığı ilk yıllarda görülmeli (1945-1951), ancak değişen politikalarla birlikte bölgedeki Türk varlığı 1951 yılında kabul edildi.
 
 Sosyalist Yugoslavya’nın kuruluşundan sonra Kosova’da Türklere ve Müslümanlara yapılan zulümler yine devam etti ve Türkiye’ye bir göç dalgası daha başladı.Bu durum 1950’lerin ortalarına dek, özellikle Tito’nun Sırp lider Aleksandir Randoviç’i devirmesine kadar sürdü.1968’de yapılan gösteriler sırasında Müslümanlara yapılan zulümler doruğa ulaştı. Bu gösterilerin asıl sebebi Kosovada hiçbir üniversitenin bulunmaması ve halkın %90’ının Arnavutça konuşmasına rağmen okullarda zorla Sırpça eğitimin verilmesiydi. Gösteriler Sırp ordusunun müdahalesiyle acımasızca bastırıldı, olayları kışkırtanların tümü ve göstericilerin birçoğu tutuklandı. Burada hiç mahkemeye çıkarılmadan yapılan ayrımcı tutuklama işlemlerinden söz etmeye gerek yoktur. Ancak bu dönemde olayları dünyaya duyurabilecek uluslararası medyadan da bahsedilemez.

Tito Yugoslavyasının kurulmasının ardından 1951 yılın-da Kosovalı Türklerin varlığının tanınmış olması, kuşkusuz Kosovalı Türkler açısından en önemli gelişmelerden biriydi. Ancak Türklerin 1951’de tanınmış olması baskılara ve göçlere son vermedi. Özellikle 1953-1966 dönemi Türklerin,Boşnakların ve Arnavutların en yoğun göçüne sahne oldu. Yugoslavya istatistiklerine göre bu dönemde 80.000, Türkiye’deki bazı kaynaklara göre ise 150.000 kişi Yugoslavya’dan Türkiye’ye göç etti.
 
Bu rakama, Komünist rejimin baskılarından kaçabilmek için kendini Türk olarak yazdıran birçok Arnavut ve Boşnak da dâhildi.
 
1953-1969 yıllarında Kosovada Türk varlığı yasal hâle geldi ve 1974 Anayasası ile de Sırpça ve Arnavutça’nın yanı sıra Türkçe’ye de resmî dil statüsü verildi. Özellikle savaş yıllarında ve Tito döneminde uygulanan baskılar sonucu Kosova halkı, artan milliyetçilik akımlarının da etkisiyle bağımsızlık fikirlerinin coşkusu altında kaldı.
Karadağ ve Sırbistan birleşerek “Yeni Yugoslavya Federal Cumhuriyeti” kuruldu, Voyvodina ve Kosova özerk bölgeleri bu federasyon içinde kaldı. Buna göre 29.000 km bir alanı Arnavutluk’un dışında kalan Kosova’nın, 32.000 km alanı Sırbistan, Karadağ ve Makedonya tarafından paylaşıldı ve Sırbistan’a bağlı “özerk bölge”statüsüyle 10.800 km Kosova Özerk Bölgesi olarak 1999 yılına kadar varlığını korudu.
 
Arnavutlar Belgrad’dan sürgün edilirken.
 
 
 
 Kaynak:Ecademıa.edu Doç. Dr Giray SAYNUR DERMAN

YORUM YAP