Atatürk Dönemi Gelen Balkan Göçmenleri ve İskan Çalışmaları (1923-1938) » Boşnak HaberBoşnak Haber

6 Mayıs 2024 - 04:36

Atatürk Dönemi Gelen Balkan Göçmenleri ve İskan Çalışmaları (1923-1938)

Atatürk Dönemi Gelen Balkan Göçmenleri ve İskan Çalışmaları (1923-1938)
Son Güncelleme :

17 Nisan 2018 - 13:33

Zeynep Işıl Hamziç   Boşnak Medya

A. Göçmenlerin İskânı

Atatürk döneminde Türkiye’ye gelen göçmenlerin iskânını 1923-1933 ve 1934-1938 şeklinde iki ayrı kesitte incelemek gerekmektedir.

Nitekim iskân edilen göçmenlerin statüsü böyle bir ayrımı zorunlu kılmaktadır. İlk dönemde göçmenler çoğunlukla “serbest göçmen” olarak kabul edilmişken, ikinci dönemde gelenler “iskânlı”statüde işlem görmüşlerdir.

1. 1923-1933 Dönemi İskân Çalışmaları

Yeni devletin temellerinin atıldığı ve bütçe imkânlar›n›n oldukça sınırlı olduğu bu dönemde TC. Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti  olanaklarını Yunanistan’dan gelen mübadillerin göç ve iskânı için seferber etmiş durumdaydı.

Dolayısıyla bu şartlar altında Balkan ülkelerinden gelecek göçmenlerin iskân işlemlerinin devlet eliyle
yürütülmesi pek de imkân dahilinde değildi. Nitekim bu yüzden yukarıda da ifade edildiği üzere bu dönemde Balkanlardan gelecek  göçmenler için serbest göçmen olma, diğer bir ifadeyle iskân hakkı talep etmeme şartı koşulmuş ve bu şartı kabul edenlere ülkeye yerleşme izni verilmiştir.

Dolayısıyla bu durumda göçmenlerin ülkeye giriş yaparken yaşamlarını idame ettirecek bazı maddi olanakları da beraberlerinde getirmeleri gerekiyordu.Zaten hükümetin de bu hususu gelecek göçmenlere ön koşul olarak sunduğu tespit edilmektedir.

Örneğin Ekim 1925’te Bulgaristan’la yapılan bir sözleşme ile her ne kadar Bulgaristan’daki Müslüman göçmenlerin hiç bir kısıtlamaya tabi tutulmaksızın Anadolu’ya serbestçe göç etmeleri kararlaştırılmışsa da, Türkiye Hükümeti almış olduğu bir kararla Yugoslavya’dan gelen göçmenler gibi Bulgaristan’dan gelenlerin de beraberinde belli miktarda bir para bulundurmasın› istemiştir. Bu dönemde
Romanyalı Müslüman göçmenler de yine aynı koşulla Türkiye’ye gelebilmişlerdir.

Uygulamaya göre göçmenlerden öncelikle iskân yardımı talep etmediklerine dair bir taahhüt senedi al›nmakta ve bundan sonra kendilerine yerleşme hakkı verilmekteydi. Hükümet çoğunlukla iskân mıntıkasının neresi olacağ›na karışmamakta, göçmenlere bu noktada serbeslik tanınmaktaydı.

Göç ve iskân işlemleri bu şekilde yürütüle dursun, 1927 yılı sonlarından itibaren göçmenlerin yerleştikleri yerlerdeki mülkî idarecilerden gelen raporlar söz konusu sistemin pek de istenildiği biçimde
işlemediğine dikkat çekiyordu. Nitekim raporlara göre göçmenlerin büyük bir çoğunluğu yeterli maddî imkâna sahip olmadığı halde sırf ülkeye giriş yapabilmek için iskân yardımı almayacağına dair taahhüt senedi vermekte,ancak bir süre sonra bunlar doğal olarak muhtaç duruma düşmekteydiler.
Raporlarda göçmenlerin ev, arazi ve tohumluk talebinde bulundukları dile getirilmekteydi.

Bu durum karşısında  zorunlu bir biçimde 1926 İskân Kanunu’nun 5. ve 6. maddelerini esas alarak gerekli yardım yapmak üzere çalışmalara başladı. Nitekim söz konusu maddelere göre 1 Temmuz 1926’dan sonra Türkiye’ye gelen muhacir ve mültecilerden “cidden muhtacı muavenet” durumda kalanlara, arazi verilmesi gerektiği ifade edilmişti. Hükümet bu esas uyarınca 1928 yılından itibaren Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’dan gelen göçmenlerden muhtaç durumda kalanlara bütçe imkânları doğrultusunda iskân yardımı yapmaya çalışmıştır. Bu dönemde gelen göçmenlerin nerelerde, ne miktarda yerleştiğine dair sağlıklı bir rakam vermek mümkün olmamakla birlikte, toplam 243 bin 18  göçmenin çoğunlukla Trakya ve Marmara havzasını kendilerine yerleşim alanı olarak seçtikleri tespit edilmektedir.

2.1934-1938 Dönemi İskan Çalışmaları

1930’ların başından itibaren gerek Balkan ülkelerinin türdeş etnik bir yapı kurmaya yönelik politikaları ve gerekse 1929 ekonomik bunalımının olumsuz etkileri özellikle Bulgaristan ve Romanya’daki Müslüman kitlenin göç etme isteğini önemli ölçüde arttırmış ve bunun sonucunda Türkiye’ye yönelik ilticalar yasaklanmıştı.

İlticaların önünün alınamayacağını gören hükümet, Balkanlardaki Türk kitlenin düzenli ve programlı bir şekilde Türkiye’ye taşınması hususunu düşünmeye başladı. Nihayet 1934 yılı sonunda Bulgaristan’daki Türklerin planlı bir biçimde kitlesel olarak Türkiye’ye alınacağ› yolunda bir karar alındı. Bundan k›sa bir süre sonra, 1935 yılı başında Romanya’daki Türk Elçisi Hamdullah Suphi Bey’den toplu göç için yaptığı çalışmaları hızlandırması istendi. Dolayısıyla 1934 yılı sonu ve 1935 yılı başı itibariyle Bulgaristan ve Romanya’dan hükümetin denetim ve kontrolü altında kitlesel göçler başladı.

a. Göçmenlerin Kabulü
Bu dönemde gelen göçmenler iskânlı statüde işlem gördükleri için, göçün başlamas›ndan üretici konuma gelene kadar geçen süreç tümüyle devlet sorumluluğu altındaydı. Dolayısıyla bu statünün gereği olarak nakliye ve tüm iskân hizmetleri devlet eliyle yapılmış, buna karşılık göçmenler de kendilerine gösterilen mıntıkalara yerleşmekle yükümlü kılınmışlardır.

Göçmenlerin kabul ve iskân işlemleri 21 Haziran 1934 tarihli İskân Kanunu’na göre yürütülmüştür. Nitekim bu kanuna göre Türkiye’ye yerleşmek maksadıyla gelen göçmenlerin “Türk ırkından” olması ve “Türk kültürüne bağlı” bulunması gerekiyordu. Bu özelliklere sahip olmayanlar ile “anarşistler, casuslar, göçebe çingeneler ve memleket dışına çıkarılanlar” göçmen olarak kabul edilmeyecekti.

Dolayısıyla tüm bu koşullar› sağlayan göçmenlere 1934 yılı sonundan itibaren Bulgaristan ve Romanya’daki Türk elçilik ve konsolosluklarından vize verilmeye başlanmıştır.
Bulgaristan’dan gelen göçmenler için hem kara hem de deniz yolu seçeneği mevcuttu. Araba ve trenlerle gelen göçmenler Edirne Kırkağaç’ta karş›lanmakta, misafirhanede kayıt ve tescil işlemleri ile sağlık muayeneleri yapıldıktan sonra iskân birimlerine sevk edilmekteydiler. Deniz yoluyla gelenler ise Varna’dan gemilere bindirilmekte ve iskân edilecekleri yere göre İstanbul Tuzla’ya ya da İzmir Urla’ya indirilmekteydiler. Romanya’dan gelen göçmenler için deniz yolunun dışında başka bir ulaş›m seçeneği mevcut değildi. Köstence’den vapurlara bindirilen göçmenler Anadolu kavağı’nda karaya çıkarılmaktaydılar. Göçmenlerin indirildikleri bu yerlerin hepsinde birer “tahaffuzhane” bulunmaktaydı.

Bu tahaffuzhaneler de Kızılay ekipleri tarafından göçmenlerin temizlikleri, sağlık muayeneleri ve aş›lar› yapılmaktaydı. Tahaffuzhanelerde ayrıca göçmenlerin ellerindeki paraları Türk Lirasına çevirebilmeleri için banka memurlar› da görevlendirilmişti.

Tahaffuzhanelerdeki işlemlerin tamamlanmasından sonra göçmenler, misafirhanelere sevk edilmekteydiler. Kayıt ve tescil işlemleri yapılan göçmenlerin burada kaldıkları müddet içerisinde iaşeleri Kızılay tarafından kurulan aş evleri vasıtasıyla temin edilmekteydi. Göçmenler burada tabiiyet
beyannamesini imzalayarak bir “muhacir kâğıdı” almakta ve bu muhacir kâğıdı vatandaşlığa kabule değin nüfus hüviyet cüzdanı olarak kullanılabilmekteydi. Göçmenlerin büyük bir kısmının tüm bu işlemleri İstanbul’da yürütüldüğü için, burada göçmenler için baz› ek tedbirler de alınmıştı. Örneğin İstanbul Valiliği tarafından Galata’da teşkil edilen bir büro Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti memurlarına göçmen kayıt ve tescil işlemlerinde yardımcı oluyordu.

Diğer taraftan Emniyet Müdürlüğü de göçmenlerin can ve mal güvenliğini sağlamak üzere misafirhanelerin bulunduğu bölgelerde ek emniyet tedbirler almıştır. Yine İstanbul’da
misafirhanelerin yetersiz kalması durumunda göçmenleri barındırmak üzere vagonlar tahsis edilmişti.
Misafirhanedeki işlemler tamamlandıktan sonra göçmenler kendileri için tespit edilen iskân mıntıkalarına sevk edilmekteydiler. Yola çıkarılan kafilelere Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti ile Dahiliye Vekâleti tarafından görevlendirilen müfettişler eşlik etmekteydi. Sevkıyatlar mümkün
olduğu kadar trenlerle yapılmakta, demiryolunun bulunmadığı yerlerde yük arabalarından istifade edilmekteydi.

b. Göçmenlerin İskân Birimlerine Yerleştirilmesi
Gerek 1934 tarihli İskân Kanunu’nun hazırlanmasına yönelik taslak çalışmaları ve gerekse de Dahiliye Vekâleti Nüfus Umum Müdürlüğü’nün “nüfus kesafeti” ile ilgili araştırmalar bu dönemde göçmen yerleştirilecek iskân mıntıkaları hakkında önemli ipuçları vermektedir. Nitekim her iki
çal›şmada da toprak kısmı 762.736 km2 olan Türkiye’de km2’ ye 20 nüfus düştüğü ifade edilmekte ve bu sayının oldukça yetersiz kaldığı dile getirilmekteydi.

Çal›şmalara göre nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu yerler İstanbul ve Doğu Karadeniz’di ve buralar muhacir iskân planı dışında bırakılmalıydı. Km2 ’ye İstanbul’da 5.672, Doğu Karadeniz’de ise 68 nüfus
düşmekteydi. Buna karşılık Doğu Anadolu, Akdeniz, İç Anadolu ve Trakya m›nt›kalar›n›n nüfus yoğunluğu oldukça düşük seviyedeydi. Nitekim Doğu Anadolu’da nüfus yoğunluğu 12-15, Akdeniz’de 18, İç Anadolu’da 22 ve Trakya’da 27,5’di. Dolayısıyla muhacir iskân planı için Trakya mıntıkasının
tümü, Akdeniz’in ova ve yayla bölgeleri, İç Anadolu’nun sulama imkânı bulunan yerleri ile Doğu’da ziraat ve hayvancılığa uygun bölgeler öncelikli olarak değerlendirilmeliydi. Hükümet yaptığı bu çalışmalarla iskân siyasetinin öncelikli hedefini atıl durumdaki toprakları üretime açmak, ekonomiye katkı sağlamak olarak belirlemişti.

Bu dönemde gazetelerde ç›kan baz› yaz›lar da yine uygulanacak göçmen iskân planı hakkında önemli ipuçlar› vermektedir. Nitekim daha 5 Ocak 1933 tarihinde Cumhuriyet’te çıkan bir yazıdaki şu ifadeler oldukça dikkat çekicidir: “…Gelen muhacirler önce Trakya’ya yerleştirilmeli, Avrupa’da koca bir duvar dikilmelidir. Toprağı eken, yurdu güzelleştiren ve günü gelince onun için kanını döken adamdır, yurttaştır. Boş topraklar hiçbir işe yaramaz ve bir gün gelir başkalarının eline geçer. Edirne’de Kırklareli’nde bütün Trakya’da Bulgarların gözü vardır. Midye ile İnoz arasında bir çizginin üstünde kalan yerleri her gün bağıra bağıra söylüyorlar. İstanbul’da bile gözleri vardır. Bulgarların bu azgın açgözlülüğü karşısında Türk’ün gözü Trakya’nın üstünden ayrılmamalıdır…

Boğazlar, İstanbul ve Trakya Türkiye’nin elinde olmasaydı, yeryüzünde bugünkü gibi saygı görmezdik, bugünkü gibi sözümüzü dinletemezdik. Bu yüksek değerli topraklarımızı sımsıkı tutmalıyız. Bu s›ms›k› tutuşu ise Türk kolları ve göğüsleri yapabilir.” Aynı konu ile ilgili yine Cumhuriyet’in 17 Temmuz 1935 tarihli sayısında Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’ya hitaben şu yazıya yer verilmişti:
“ İç işleri Bakanımız Şükrü Kaya’ya, …Trakya’yı ele geçirmek için Bulgarların fırsat bulunca bize hücum
edecekleri artık en küçük kuşkuya yer vermeyen bir gerçeklik olmuştur…yapılacak şey, Trakya’yı her bakımdan kuvvetlendirmektir… Hükümet Türkiye’ye gelecek yüz binlerce göçmeni Trakya’ya ve Doğu Anadolu’ya yerleştirmeğe karar vermiştir. Fakat görülüyor ki Bulgarların toprak doyurası aç gözlülükleri karşısında Trakya’nın önemi büsbütün artmış ve bu sevgili Türk ili birden bire birinci plana geçmiştir. Onun için… Önce Trakya! Evet gelecek Türkleri önce Trakya’ya yerleştirelim… Önce Trakya”35 Her iki yaz›dan da anlaşılacağı üzere göçmen iskân mıntıkaları hususundaki temel beklenti güvenlik odaklıydı. Trakya üzerinde iddia ve emelleri bulunan Bulgarlara karşı, bölgeye göçmen iskânının önemli bir
güvenlik tedbiri olacağı düşünülmekteydi.

1934 yılı sonlarından itibaren kitlesel olarak Bulgaristan ve Romanya’dan gelmeye başlayan göçmenlerin iskân faaliyetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde gerek nüfus yoğunluğu meselesinin ve gerekse
de güvenlik hususunun önemli ölçüde gözetildiği dikkati çekmektedir. Nitekim göçlerin başlamas›yla birlikte muhacirler öncelikle Trakya ve Doğu Anadolu’ya sevk edilmeye başlandı. Trakya’da Edirne, K›rklareli, Tekirdağ ve Çanakkale vilayetlerine bir yılı aşkın bir süre içerisinde 67 bin göçmen
yerleştirildi. 1934 ve 1935 senelerinde Balkanlardan 81 bin dolayında göçmenin geldiği dikkate alınırsa, göçmenlerin büyük bir çoğunluğunun, % 82’sinin Trakya’ya iskân edildiği ortaya çıkmaktadır. Geriye kalan 14 bin göçmen ise çoğunlukla Doğu Anadolu’ya yerleştirilmiştir. Doğuya
gönderilen göçmenler 4. Umumi Müfettişlik tarafından hazırlanan programa göre dört mıntıkaya iskân edilmişlerdir. Önem derecesine göre 1-4 şeklinde kademelendirilen bu iskân mıntıkalarından ilki Elazığ, ikincisi Çapakçur ovası, üçüncüsü Elazığ-Muş demiryolunun ve şosesinin onar km sağ ve sol tarafları ve 4. de Diyarbakır-Erzurum ve Palu-Erzincan yolu üzeriydi.

Bu planlama doğrultusunda yap›lan iskân çalışmaları sonrasında göçmenlerin çoğunlukla Elazığ’a yerleştirildiği tespit edilmektedir. Nitekim Çemişkezek, Palu, Keban, Pertek ve Harput ilçeleri ile bunlara bağlı köylere iskân edilen göçmen miktarı 1935 yılı sonu itibariyle 5.600’dü. Yine aynı dönemde Iğdır’a 1.300, Muş’a 700 göçmen iskân edildi. 1935 yılı sonuna kadar doğuya yönelik yoğun sayılabilecek bu iskân faaliyetleri sonraki yıllarda ivmesini kaybetti. Nitekim tespit edebildiğimiz kadarıyla 1936-1938 arasındaki dönemde Van’a 212 ve Diyarbakır’a 1.369 göçmen yerleştirilebildi.

Doğuya yönelik tüm bu iskân faaliyetlerine karşılık göçmenlerin bir kısmının bölgede kalmadığı, iskân hakk›ndan vazgeçmek uğruna bat›ya döndüğü dikkati çekmektedir. 1935 yılında Muş’a sevk edilen 700 göçmenin daha bir yıl dolmadan iskân yerlerini terk ederek Çorum’a gelmeleri bu duruma dair önemli bir örnektir.

Göçmenlerin bu şekilde hareket etmeleri tabii ki sebepsiz değildi. Nitekim bu hususta 1. Umumi
Müfettişlerinden Hilmi Ergenen şu tespitlerde bulunmaktaydı: “…Hariçten getirilecek arkdaşlarımızın mıntıkanın lüzumlu yerlere yerleştirilmesine dayanan bu iş fedakârlık getirmektedir. Bölgeye ayrılan ödenekler azami tasarrufla idare edildiği halde, az sayıda getirilen muhacirlerin yerleştirilmesine dahi cevap vermeyecek miktardadır… Bölge halkının bir kısmı yapılan olumsuz propagandalar yüzünden muhacirlere sıcak bakmamaktadır. Yurdumuza getirilen muhacirlerin geldikleri yere göre daha
iyi şartlarda yaşaması gerekmektedir…” Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere göçmenlerin bat›ya gitmesinin başlıca sebebi iskâna ayrılan tahsisatın yetersizliği ve bölge halkının göçmenlere yönelik olumsuz bakışıydı.
Bunlara ayrıca göçmenlerin bölge iklim ve coğrafyasına uyum sağlayamamaları, tevzi edilen toprağın verim kabiliyetinin düşük olması da etkendir. Doğudan batıya gelen göçmenler mevzuata göre “iskân
hakkından” vazgeçmiş oldukları için, serbest göçmen statüsünde işlem görmüşler ve o zamana kadar kendileri için yapılan tüm iskân masrafları geri alınmıştır.

Kitlesel göçün ilk y›l› içerisinde gelen göçmenlerin çoğunlukla Trakya’ya iskânı ve dolayısıyla bu mıntıkanın “artık göçmen kabul edemeyecek” bir duruma gelmesi üzerine, 1936 yılından itibaren gelecek göçmenlerin Ankara, Yozgat, Kayseri, Niğde, Adana, Konya ve İzmit’e iskânı kararlaştırıldı. 1936 yıl› ortalarında alınan ikinci bir karar ile de göçmen iskân yerlerinin sayısı artırılarak Tokat, Çorum, Bilecik, İçel,Aydın Muğla, Isparta, Burdur, Manisa, Denizli, Antalya, Balıkesir, İzmir,
Elaziz, Van, Muş, Diyarbekir, Ağrı, Kars ve Sivas’a da göçmen sevk edilmesi kararlaştırıldı. Nitekim bu karar gereğince 12 bin göçmenden 1.434’ü Tokat’a, 3.703’ü Kayseri’ye, 2.228’i Yozgat’a, 1.181’i
Çorum’a 2.452’si Konya’ya, 698’i Niğde’ye ve 203’ü de Bilecik’e iskân edildi. Geriye kalan yaklaşık 15 bin göçmen ise bunların dışında kalan vilayetlere yerleştirildi.

1937 yılında gelen 26 bin 50 göçmenin önemli bir kısmı İzmir, Aydın, Manisa, Bursa ve Bilecik gibi Bat› Anadolu vilayetlerine iskân edilirken, geriye kalan küçük bir kısım da Niğde, Sivas, Amasya ve Diyarbakır’a yönlendirildi. 1938 yılında Türkiye’ye giriş yapan 20 bin 52 göçmen ise çoğunlukla Orta Anadolu’ya, Çorum, Yozgat ve Niğde vilayetlerine yerleştirildi.

1934-1938 arasındaki dönemde Balkanlardan iskânlı göçmenlerin yanı sıra 14 bin civarında “serbest göçmen” de gelmiştir. Bunlar iskân yardımı almamayı taahhüt ettikleri için, iskân programına bağlı kalmaksızın istedikleri mıntıkaya yerleşmişlerdir. Dolayısıyla serbest statüdeki göçmenlerin nerelere yerleştiği hakkında bir tespitte bulunmak oldukça zordur.

Bu geçici iskân döneminde göçmenlerin iaşe ihtiyaçlar› yerel idare taraf›ndan karşılandı.
Nitekim bu dönemde 12 yaşından küçüklere 60, 12 yaşından büyüklere de 120’şer kg. yemeklik buğday tevzi edildi. Yine ayr›ca özellikle doğudaki göçmenlere yakacak yardım› yapıld›.Hükümet gelen göçmenlerin sağlık sorunlar›yla da yakından ilgilendi.
Özellikle en yoğun göçmen nüfusu bünyesinde barındıran Trakya bölgesinde Kızılay vasıtasıyla “göçmen hastaneleri” açıldı. Çorlu, Keşan ve Gelibolu’da açılan toplam 80 yataklı üç hastanede 1936-1937 arasında 12 binin üzerinde göçmen muhtelif hastalıklara karşı tedavi edilirken, bu hastanelerde 58 bin liranın üzerinde masraf yapıldı. Yine bu bölgede salgın hastalıklara karşı bir doktor ile dört s›hhiye
memurundan oluşan seyyar bir sağlık ekibi görevlendirdi. Hükümet Trakya’nın yanı sıra doğuda, özellikle de Elaziz’de görevlendirdiği sağl›k ekipleri vasıtasıyla salgın hastalıklara karşı tedbir al›nmas›n› sağladı.
Devlet bütçesinden yap›lan tüm bu yardımlara halkın da katkısı temin etmek üzere bu dönemde tüm ülke çapında yardım kampanyaları açıldı.Hatta bu yardım kampanyalarına katılımı teşvik için gazetelerde sıkça ilanlar yayımlandı. Nitekim 19 Kasım 1934’te Trakya da Yeşilyurt gazetesinde çıkan
bu tür bir ilanda şu ifadelere yer verilmişti: “Dış ellerden anayurda muhacirlerimiz gelmektedir. Bunlar Trakyamızın geniş topraklarını işleyecek; bu kollar yurdu zenginleştirecek, daha gönenletecektir. Bugün
mini mini yavrularıyla, ihtiyar, sakat annelerle, hatta bir kısım yardım isteyen bir dermansızlıkla aramıza karışacak soydaşlarımıza, kardaşlarımıza karşı yardım elini uzatmak borcu karşısındayız… Durmak yok, çalışmak, yardım için elden gelen ne varsa yapmak var, bu, kardeşlik borcunun
yapmağa bütün yurttaşlarımızı çağırıyoruz.” Bu çağrıların karşılıksız kalmadığı ve özellikle de Tekirdağ, Babaeski ve Çanakkale’de halkın göçmenlere nakdi ve ayni yardımlarda bulunduğu tespit edilmektedir.

c. Göçmenleri Üretici Konuma Getirmeye Yönelik Çalışmalar
c.a. Toprak Dağıtımı

1934 İskan Kanunu’na göre menşei ve cinsi ne olursa olsun bütün “millî” topraklardan, mera, baltal›k ve fundal›k gibi ortak mal hüviyetindeki ihtiyaç fazlas› topraklardan, orman niteliğini kaybetmiş
yerlerden ve hükümetce istimlak edilecek çiftliklerden göçmenlere ziraat için yer verilmesi öngörülmüştü. Söz konusu arazilerin dağıtımında ise şu esaslara uyulacaktı: İki nüfuslu ailelere verim düzeyi yüksek topraklardan 30-45, orta verimli topraklardan 45-60 ve düşük verimli topraklardan da 60-
90 dekar tar›m arazisi verilecek, ikiden fazla her nüfus için de sırasıyla 10- 15, 15-20 ve 20-30 dekar arasında bir ilave yapılacaktı. Yine göçmenlere bahçe olarak 6-15 dekar arasında bir toprak verilecek, ikiden fazla her nüfus için de 2 dekarlık bir artırım mümkün olacaktı. İskânlı statüdeki göçmenlere 1935 yılından itibaren toprak dağıtılmaya başlandı. İlk zamanlarda dağıtılan toprakların
büyük bir k›sm› mera, fundalık ve baltalık gibi ham, diğer bir ifadeyle ziraata yeni aç›lan araziden oluşuyordu. Dolayısıyla bu toprakların işlenmesi ve bir an önce mahsul verebilecek hale getirilebilmesi de ancak tarımda makineleşme ile mümkündü. Ülkenin mevcut bütçe imkânları bunu kısa sürede sağlamağa yetmediği için, göçmenler geleneksel yöntemlerle ziraat yapmak zorunda kaldılar. Bu durum doğal olarak göçmenlerin üretici konuma gelme süresini oldukça uzattı. Hükümet mevcut sorun karşısında ham arazi ile birlikte önceki senelerde işlenmiş topraklardan da belli bir
miktarda göçmenlere verilmesinin uygun bir çözüm yolu olacağına karar verdi. Söz konusu karar›n tatbiki için de hızlı bir biçimde istimlâk çalışmalarına başlandı. Nitekim bu çalışmalar özellikle Trakya’daki büyük çiftlikler üzerinde yoğunlaştırıldı. Tespit edebildiğimiz kadarıyla 1935 yılı
başında sadece Tekirdağ’da 12 adet çiftlik devlet tarafından satın alınarak, göçmenlere tevzi edildi. Yine Ayrıca Çorlu ve Silivri’de istimlâk edilen çiftliklere göçmenler yerleştirildi. Trakya dışında Batı Anadolu’da, özellikle İzmir ve çevresinde satın alınan bazı çiftliklere de göçmen iskân edildiği tespit edilmektedir.

c.b. Tohumluk, Zirai Araç-Gereç, Hayvan ve Sermaye Yardımı

Göçmenleri bir an önce üretici konuma getirmek isteyen hükümet,kitlesel göçün başlad›ğ› daha ilk günlerde tohumluk yard›m› ile ilgili yasal düzenlemeleri hayata geçirdi. Nitekim 23 Aral›k 1934 tarihli kanun ile Ziraat Bankas› vas›tas›yla göçmenlere “zincirleme borçlanma” usulüyle iki y›l
vadeli, bir milyon lira tutarında tohumluk buğdayın dağıtılması hususu karara bağlandı. Kanuna göre iki yılın sonunda borcunu ödeyemeyecek durumda olanların borçlarının iptali Bakanlar Kurulu karar› ile mümkün kılınmıştı. 1936 ve 1937 yıllarında kabul edilen iki kanunla Ziraat Bankası vasıtasıyla göçmenlere dağıtılacak tohumluk buğdayın bedeli önce 2.250.00069 ve ardından da 3.750.000 liraya çıkarıldı.Bu yasal düzenlemelere bağlı olarak 1934 yılı sonundan itibaren göçmenlere tohumluk buğday dağıtımına başlandı. Nitekim 1934-1938 arasındaki dönemde Ziraat Bankası vasıtasıyla 387.357 lira değerinde toplam 7.150.777 kilo tohumluk buğday tevzi edildi. Yine aynı dönemde 128.059
kilo muhtelif ürün tohumu Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletince çiftçi göçmenlere dağıtıldı. 

Hükümet, çiftçi göçmenlerin toprağı işleyebilmesi için gerekli zirai alet ve edevat› da tedarik etmek üzere baz› çalışmalar yürüttü. Nitekim 1936 yılında sadece Trakya’da ki göçmenler için 10 bin pulluk siparişi verildi. Ertesi y›l teslim al›nan bu pulluklara 5 bin tane daha ilave edilerek, 1937’de tüm Türkiye’deki göçmenlere toplam 15 bin pulluk dağıtıldı.Zirai araç ve gerecin yan› s›ra göçmenlere çift ve koşum hayvanlar› da verildi. Atlar Uzunyayla, Adana ve Kars’tan, öküzler ise Trakya, Çanakkale,
Erzurum, Adana ve Sakarya’dan sat›n alınarak, göçmenlere dağıtıldı. 1937 yılı sonuna gelindiğinde dağ›t›lan çift hayvan› miktar› 15 bin civarındaydı.

Hükümet kırsal bölgeye yerleşen ve Türkiye’ye gelmeden önce arıcılıkla uğraşan göçmenlere de yardımlar yaptı. Bu kapsamda Trakya’ya yerleşen 100 arıcı göçmene 1936 yılında Ziraat Bankası vasıtasıyla 700 kovan tedarik edildi. Bu dönemde çiftçi göçmenlerin yanı sıra ticaret ve sanat erbabı
göçmenlere de işletme kurabilmeleri için sermaye yardımı sağlandı. Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu kapsamda 1936’da 11.241,90, 1937’de 7.454,50 lira para dağıtıldı.

d. Barınma Sorununun Çözümü

Daha önce de ifade edildiği üzere kitlesel göçün başlamas›yla birlikte göçmenler iskân m›nt›kalar›nda yerli halkın yanına misafir olarak yerleştirilmişti. Bu geçici bir çözümdü. Mevcut durumun gerek yerliler ve gerekse de göçmenler açısından sorunlara sebebiyet vermemesi için kal›c› çözüme, diğer bir ifadeyle yeni mesken inşasına ihtiyaç vardı. Bu yüzden 1935 yılı başından itibaren en yoğun göçmen iskân mıntıkası olan Trakya’da çalışmalara başlandı. Öncelikle inşaatlarda kullan›lacak kerpiçlerin imali için
yerli halk ile göçmenlerin imece usulüyle çalışmaları sağlandı. Ardından tuğla ihtiyacını karşılamak üzere 25 kiremit ocağı kiralandı. İnşaat için gerekli kerestelerin bir kısmı Zingal Orman Şirketi vasıtasıyla temin edilirken, geriye kalan kısım Mersin, Bolu, Bozüyük, Bafra, Adapazarı ve İnegöl gibi yerlerden sağlandı.

Tüm bu hazırlıklar sonrasında ustalar ve marangozların denetiminde göçmenlerin bizzat çalışmaları suretiyle meskenlerin inşasına başlandı.

Trakya’daki göçmenlere yönelik bu inşaat çal›şmalar› beklenenden uzun sürdü. Tabii bu arada ülkedeki göçmen sayısı gün geçtikçe artıyordu. Trakya’daki mesken inşaatlarının öngörülen sürede tamamlanamaması üzerine göçmenlerin bizzat çalışması esasına dayanan yöntem terk edildi ve
1936 yılından itibaren göçmen evlerinin ihale yoluyla inşa ettirilmesi usulü benimsendi. Bunun için öncelikle yerel ve ulusal gazetelere ilanlar verildi. Söz konusu ilanlarda işçilik ve malzemenin müteahhide ait olacağı ve ihalenin “eksiltme” yöntemiyle yapılacağı duyuruldu. Gazetelerden takip edebildiğimiz kadarıyla bu koşullarda çıkılan ihalelerin büyük bir kısmı “talipli zuhur etmediği” gerekçesiyle defalarca yenilendi, ama yine de “talipli” çıkmadı. Bu durumda ihale yönteminden vazgeçildi ve masraflar›
tümüyle devlete ait olmak üzere mesken inşaatların “emaneten” müteahhitlere bırakılması yoluna gidildi.Emanet usulüyle 1936 yılında başlatılan mesken yap›m çalışmaları bir süre sonra kereste temininde yaşanan zorluklardan ötürü durma noktasına geldi. Bu durumda hükümet yurt dışından ve özellikle de Romanya’dan kereste temin edebilmek için 10 Ağustos 1937’de bir kanun çıkarttı. Bu
kanuna göre göçmenler tarafından Romanya’dan getirilecek 5 m3 ’e kadar olan keresteler tüm vergilerden muaf tutulacaktı. Bu kanunun yürürlüğe girmesinin ardından ülkeye yeterli miktarda kerestenin girmeye başlaması ile birlikte mesken inşaatları hızlandırıldı ve tamamlanan evler göçmenlere
kademeli olarak teslim edilmeye başlandı. Mesken inşasına yönelik tüm bu çalışmalar neticesinde sadece 1934-1937 döneminde göçmenler için 18 bin dolayında ev inşa edildi.

Bu dönemdeki göçmen yerleşimleri mevcut köylere ekleme yapmaktan ziyade müstakil köy kurmak esas›na dayan›yordu. Kurulan köylerde genellikle geniş ve ağaçlı bir meydan bulunmakta, bu köy meydanında dükkânlar, doğum evi ve cami yer almaktaydı.Köyün hemen dışında ise okul, numune tarlaları ve spor alanları bulunmaktaydı. Doğu Anadolu dışında kalan yerlerdeki evlerin mimari tarz› hemen hemen aynıydı. Çoğunlukla iki veya üç oda, bir depo, bir ahır ve bir tuvaletten oluşan evler
tek katlı ve çatılıydı. Doğuda inşa edilen evler ise iki katlı olup, evlerin zemin katında bir hol ve bir oda, üst katta ise bir sofa ve yine bir oda yer almaktaydı. Ahır ve samanlıklar ise evin hemen bitişiğindeydi.
Göçmenler kendilerine verilen evlerin bedelini 28 yılda ödemekle yükümlü tutulmuşlardı. Buna göre ilk sekiz yıl hiç ödeme yapılmayacak, borç bu dönemi takip eden 20 yıl içinde aylık taksitler halinde ödenecekti.Bu dönemde yap›lan evlerin ortalama 500 liraya mal olduğu dikkate alınırsa, göçmenler 20 yıl boyunca devlete aylık olarak yaklaşık 2 liralık bir ödemede bulundukları ortaya çıkmaktadır.

ÖZET
Atatürk döneminde Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya gibi Balkan ülkelerinden Türkiye’ye 410 bin dolayında Balkan göçmen gelmiştir. Bu göçmenler nüfus yoğunluğu düşük olan bölgelere belli bir iskân program dahilinde yerleştirilmişlerdir. Hükümetler göçmenlerin başta barınma olmak üzere tüm
sorunlarını çözmeye çalışmış, onları üretici konuma getirebilmek için gerekli tedbirleri almıştır.

SONUÇ
Osmanlı’nın son yüzyıl›ndan itibaren Balkanlar ve Kafkasya’daki Türk ve Müslüman ahali için bir çekim merkezi olan Anadolu ve Trakya, Cumhuriyet döneminde de ayn› yoğunlukta göç almıştır. Mübadele dışarıda bırakılacak olursa 1923-1938 arasındaki dönemde Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’dan 400 binin üzerinde göçmen Türkiye’ye gelmiştir. İlk on yıllık dönemde serbest göçmen statüsünde kabul edilen muhacirler yardım alamamak koşulu ile istedikleri yere yerleşme imkânına sahip olmuşlardır.
1934 sonrasındaki dönemde gelen göçmenler ise iskânlı statüde işlem görmüşler ve belirli bir politika dahilinde iskân edilmişlerdir. Güvenlik ve atıl durumdaki toprakları üretime açmak şeklinde özetlenebilecek bu iskân politikası gereğince, Trakya ve Anadolu’nun nüfus yoğunluğu düşük bölgelerine göçmen yerleştirilmiştir. Böylelikle hem bazı güvenlik kaygıları giderilmiş, hem de ülkenin boş topraklar› “şenlendirilmiştir”. Mübadele deneyimin de etkisiyle göçmenler kısa sayılabilecek bir sürede iskân birimlerine yerleştirilmiş ve üretici konuma getirilmişlerdir.

KAYNAKLAR: ÖNDER DUMAN
A. Arşivler Başbakanl›k Cumhuriyet Arşivi (BCA)
Samsun Bay›nd›rl›k ve İskân İl Müdürlüğü Arşivi (SBİMA)
B. Resmi Yay›nlar
Düstûr (Üçüncü Tertip)
Sicilli Kavanin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Zab›t Ceridesi (TBMMZC)

YORUM YAP