Sandzak'ta Yaşanan Soykırımlar » Boşnak HaberBoşnak Haber

30 Nisan 2024 - 15:04

Sandzak’ta Yaşanan Soykırımlar

Sandzak’ta Yaşanan Soykırımlar
Son Güncelleme :

22 Eylül 2014 - 16:59

SANDZAK’TA YAŞANAN SOYKIRIMLAR

 

Sancak’ta Yaşanan Soykırımlar

 

İki Ortodoks ülkesi Sırbistan ve Karadağ’ı ayıran Sancak’ın diğer iki komşusu Kosova ve Bosna’dır. Yani Sancak, Krayina’dan İstanbul’a Balkanlar’daki İslam varlığını birleştirmede köprü vazifesi görmektedir. Bölgenin bu stratejik önemi Sırpların gözünden hiç kaçmamış 1844’te İliye Graşanin’le başlayan, II. Dünya Savaşı’nda Draja Mihayloviç’le büyük katliamlar gerçekleştirilen ve Miloşeviç’le devam eden bir süreç içinde bölge hep Müslümanlardan arındırılmaya ve Sırplaştırılmaya çalışılmıştır. Askeri uygulamalar siyasi ve iktisadi tedbirlerle birlikte götürülerek bölge, Müslümanlar için yaşanmaz hale getirilmeye çalışılmıştır. Bu hareketin başarılı olduğu inkar edilmez bir gerçektir. Bugün dünyanın her üç ülkesinden birinde Boşnak Müslüman bulunmaktadır. Ve dışarıdaki toplam Sancaklı sayısı bugün Sancak’ta meskun olanlardan beş kat fazladır. Bunların takriben yarısı da Türkiye’de yaşamaktadır.

Sancaklılar Sırp ve Karadağlı zulmlerinden kendilerini kurtaramamışlardır. Mesela Karadağ’da 1702’de tek bir Müslüman bırakmamacasına insanların kılıçtan geçirilmesi Karadağlıların bağımsızlıklarının başlangıcı sayılmaktadır. Ortodoks kilisesi piskoposlarından Mateya Nenadoviç’in 1788’de Valyevo şehrinin yağmalanması sırasında yaşananları betimleyen şu satırları bu durumu daha da netleştirmektedir;

“Sırplar, yangın ve yıkımdan arta kalan evlerde pencere, kapı gibi alınabilecek ne var ne yoksa toplayıp götürmüşlerdi. Yağma bittiğinde ise herkes kendi evine çekilmiş, bize çok az şey kalmıştı. O tarihlerde Valyevo şehrinde Sırplara ait yalnızca 200 civarında ev varken Müslümanlara ait 300’den fazla ev vardı. Ayrıca kentte 24 tane cami bulunduğu söyleniyordu.”

Kara George ve Miloş Obrenoviç’in amacı Müslümanları yaşadıkları bölgelerden temizleyerek yerlerine Sırpların yerleşmesiydi. Benzer bir zihniyet Karadağ’da da geçerliydi. Buradaki Boşnak Müslümanların “Türkleşenlerden Arındırma Politikası” adı altında mümkün olduğunca ezilmeleri öngörülüyordu. Kentler ve palangalar ilk Büyük Sırp Ayaklanması’nda (1804-1813) asilerin eline geçmiş ve Müslüman ahaliden kaçamayanlar yine katliamla zorla din değiştirtmek gibi baskılara maruz kalmışlardı. İkinci Sırp Ayaklanması’nda da (1815) benzer sahneler yaşanmıştı. Özerk Prenslik kurulduğunda ise Müslümanları bölgeden kaçırtma politikası tüm imkanlar kullanılarak daha da etkin bir biçimde uygulanmıştı. 1858 yılında Hristiyanlığa dönüştürme operasyonlarına sahne olan Yukarı Vasoyeviçi’de Müslümanlar ölüm korkusu ile dinlerini değiştirmeye zorlanmışlardı.

Osmanlı’nın Rumeli’deki en ciddi kaybı 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı ve sonrasında gerçekleşmiştir. Tuna Cephesi’nde yedi ay kadar süren bu savaşta yarım milyon kadar Müslüman daha 1877-1878 yıllarında katliam, açlık, soğuk ve bulaşıcı hastalıklardan hayatlarını kaybetmişlerdir. Berlin Kongresi sonucu Sırbistan ve Karadağ Sancak Boşnaklarının çoğunluk teşkil ettiği 2000 kilometrekarelik alanı ele geçirerek, bu bölgelerde etnik temizlik yapmışlardır. Bölgelerde daha önce çoğunlukta bulunan Boşnak nüfus ya tamamen sürülmüş ya da mutlak azınlık durumuna düşürülmüştür (Mojkovac, Kolaşin gibi). Aynı zamanda birçok yerin ismi dahil olmak üzere, eskiyi çağrıştıran her şey değiştirilerek çok sayıda kültürel ve dini yapı ile mezarlıklar yıkılmıştır.

Avrupa’da yaşayan Müslümanlar asıl baskılara I. Balkan Savaşı’nın başlamasından sonra maruz kaldılar. Bu savaş sırasında Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar Balkan yarımadasında yaşayan Müslüman unsurların tamamını imha etmeye çalışmışlar; Poroy’da 200, Serez’de 500, Usturumca, Radoviş yolunda aynı gün içinde 5.000, Üsküp-Kumanova arasında 3.000 Müslüman hunharca katledilmiştir. Kılkış’ta ve civarındaki köylerde Bulgarlar Müslüman erkekleri camilerde, kadın ve kızları ise köy meydanlarında yakmışlardır. Bir ay gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde Rumeli’deki bütün Osmanlı topraklarının kaybı ile sonuçlanan bu savaş neticesinde katliamlar, soğuk, hastalık ve göç yollarındaki olumsuz şartlar sonucu 600.000 Müslüman can vermiş ve 400.000 kadarı da Anadolu’ya göç ederek mülteci olmanın zorluklarını yaşamışlardır.

Yugoslavya Devleti’nin kuruluşunun ardından Boşnaklara yönelik baskılar azalmamış bilakis daha da artmıştır. Sırp-Sloven-Hırvat Krallığı kurulunca Sırp, Sloven ve Hırvatlar ilk yıllarda Boşnakların özel ve kamu varlıklarına çok sayıda saldırı düzenlemişlerdir. Sancaklı Müslümanlara ilk kurşun Syenitsa ve Akova yolunda sıkılmış ve bu ateşin yankıları Yugoslavya’daki bütün Müslümanlar arasında dalga dalga yayılmıştır. Bir grup Boşnak tüccar Saraybosna’dan Akova’ya giderken pusuya düşürülerek katledilmiş, bu saldırıyı düzenleyenler ise Krallığın bu yönde herhangi bir girişimi olmadığından hiçbir zaman bulunamamıştır.

1918-1920 yılları arasında, savaş sırasında Sırp karşıtı savunma birliklerine (Şuckor) katılmaları nedeniyle, Sırplar tarafından gerçekleştirilen “intikam eylemlerine” kurban giden Müslüman sayısı yaklaşık 2.000’dir. Sancak’ta 1919 sonuna kadar Sırplar güney Sancak’taki 194 köye baskın düzenleyerek tam 1.300 Sancaklı Müslümanı katletmişlerdir.

Sırp-Sloven-Hırvat Krallığı’nın Boşnaklara yönelik soykırımlarının en fazla dikkat çekeni, 1924 yılının Kasım ayında Akova’da, o sıralarda Boşnakların yaşadığı Şahoviçi ve Pavino Polye köylerinde işlenmiştir. Bu katliamın yapılabilmesi için 24 saat sürecek olan bir yasa çıkarılarak, bu süre içerisinde Sırp ve Karadağlıların ne isterse yapabilecekleri, bunlardan sorumlu tutulmayacakları belirtilmiştir. Katliam bu şekilde devletçe desteklenerek yasal bir kılıfa sokulmuştur. 9 Kasımı 10 Kasıma bağlayan gece 2.000 silahlı Karadağlı, Şahoviçi ve Povina Polye’ye girerek 600 kadar Boşnağı katletmişti. Şahoviçi’de yaşananları; “Orada kanlı ve ürkütücü bir dram oynandı” diyerek özetleyen Milovan Cilas, bu olayı “Adaletsiz Ülke” adlı kitabında çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır. Bu korkunç dramda yaşananları Milovan Cilas orduda yedek jandarma binbaşısı ve aynı zamanda bu kanlı saldırıyı yöneten komutanlardan olan babasından dinlemiştir;

“Bu tip bir saldırı daha önce hiç görülmemişti ve ‘milli ruhumuz’ adı verilen bir hissiyatın peşine düşülerek bunların yapılabileceği tahmin bile edilemezdi. 1918 yılı Pazar günü olayları bu olayla kıyaslandığında çocuk oyunu gibi masum kalacaktır.” “Boşnakların can ve mal kayıpları o denli büyüktü ki, durum kesinlikle bir askeri müdahale gerektiriyordu. Çünkü jandarma kuvvetleri yaşananlar karşısında çok pasif ve yetersiz kalıyordu. 18 yaş altındaki erkek çocukların hayatları katillerin insafına terkedilmişti. 350 insan korkunç bir şekilde katledilirken yağma ve tecavüzler de gerçekleşti. Bunlar Karadağlılardan hiç beklenmeyen, duyulmamış olaylardı… Ve dönemin Yugoslav parlamentosunun bu konuda yaptığı tek şey olayların üstünü örtmeye çalışmaktı…”

“Sekula, cesetten cesede giderek ayak topuğu üzerindeki bağları kesiyordu. Bu, köylerde boğaların yere düşürüldükten sora tekrar ayağa kalkmalarını engellemeye yarayan bir uygulamaydı… Annelerinin ya da kız kardeşlerinin kucaklarından alınan küçük çocuklar oracıkta kesildiler. Katiller suçlarını biraz olsun hafifletmek için maktullerin sayıca çok kalabalık olması sebebiyle bıçak kullandıklarını yoksa aslında onları tüfekle öldürmek istediklerini söylemişlerdi. Müslüman din görevlilerinin alınlarına haç kazınmış ve sakalları yolunmuştu. Bir köydeki az sayıda Müslüman bir ot yığınına tel ile bağlanarak yakılmıştı. Katiller yanan insan vücutlarından çıkan ateşin mor renkte olduğu gözlemini yaparak, yakınlarına anlatmışlardı.”

“Bir grup katil ise uzaklardaki ıssız bir Müslüman çiftliğini basmışlar ve çiftlikteki köylüyü kurban keserken bulmuşlardı. Amaçları önce, onu öldürüp evini yağmalamaktı. Ancak kurban kesiyor olması katilleri köylüyü de aynı şekilde öldürme fikrine sevk etmiş ve onu yakındaki bir ağaca baş aşağı şekilde asmışlardı. İçlerinden birisi tecrübeli bir kasap olduğundan önce köylünün kafasını hiç acele etmeden bedeninden ayırmış, sonra da göğsünü açıp henüz atmakta olan kalbini elleriyle çıkararak köpeklere vermişti.”

1924 yılında sadece Şahoviçi ve Pavino Polye köylerinde 2.400 Müslüman Sancaklı hunharca katledilmişti. Şahoviçi’deki ve Pavino Polye’deki olaylardan sağ kurtulmayı başarabilen Sancaklı Müslümanların çoğu bir daha o bölgelere dönmemiştir. Boşnaklar bu bölgelerden çekilirken evlerini ve diğer varlıklarını ya çok cüzi miktarlar karşılığında satmışlar ya da çoğunlukla hiçbir karşılık almadan öylece bırakmışlardır.

Şahoviçi Katliamı’nın da cezasız kalması, Sırp çetecileri için teşvik sayılmıştı. Aslında bu çeteler kendi başlarına hareket eden topluluklar değil, çoğu zaman hükümetin bilgisi ve hatta talimatı dahilinde Müslümanları sindirmek için kullanılmaktaydı. 1924 yılı kurban bayramının birinci günü Voyvoda Kosta Peçanat’ın emrindeki 200’den fazla Sırp çetecisi Sancak’ın Syenitsa ve Priyepolye kazalarından geçerek Priboy’a ulaştılar. Gruplar halinde köylere yapılan baskınlarda, bölgenin tanınmış Müslümanlarından 14’ü katledildi. Pek çok aile reisi de çok kötü bir biçimde tartaklandı. Müslüman evlerinde kıymetli her şey yağma edildi.

Bosna’daki Müslüman liderler bu felaketten haberdar olur olmaz hemen harekete geçtiler. Gazeteler katliamı büyük başlıklarla duyurdular. Saray, meclis ve başbakanlık nezdinde yapılan ısrarlı müracaatlar sonunda etkili oldu ve saldırılar önce yavaşladı, sonra durdu.

Sırp çetelerinin saldırılarına karşı Sancaklı Müslüman Boşnaklar da kendi çetelerini oluşturdular. Bunların en ünlülerinin isimleri şöyledir: Bosna’nın Avusturya-Macaristan işgali sırasında büyük kahramanlıklar gösteren Plevne Müftüsü Mehmet Vehbi Şemsekadiç (1827-1887), Yusuf Mehoniç (1870-1926), Feriz Salkoviç (1875-1943), Kosova’dan Bayram Curi, Dreşeviç Kardeşler, Şaban Polluja (1871-1945), Cemail Koniçanin (1910-1944), Hasan Zvizdiç ( 1892-1980), Sefer Tariç, Şefko Totiç, Süleyman Hoca Paçariz (1900-1945), Hüseyin Rofçanin (1907-1944), Hasan Rofçanin (1918-1944), İso Sadıkoviç (1912-1964), Çamil Hasanagiç (1917-1945).

Aslında komitacı denen ve bir gerilla savaşını sürdüren savaşçılar 1870’li yıllardan beri Bosna’da, Sancak’ta ve Kosova’da bulunmaktaydı. Bunlar genelde Osmanlı otoritesinden başka bir otoriteyi kabullenmeyen ve hazmedemeyen kişilerden oluşuyordu. Müftü Mehmet Vehbi Şemsekadiç Avusturya Macaristan işgal döneminde Sancaklı ve Bosnalı Müslümanların organize edilmeleri ve direnişlerinde çok önemli görevler üstlenmişti. Nitekim Osmanlı Devleti de Şemsekadiç’i desteklemekteydi. Zira Sancak Osmanlı ordusu için Bosna’ya açılan önemli bir kapı ve üs görevi görmekteydi.

Kosova’da Bayram Curi ve arkadaşları, Sancak’ta Yusuf Mehoniç ve arkadaşları, Bosna’da ise Boşnak Hasan bulunmaktaydı. Bu üç bölgenin savaşçıları arasında sıkı bir işbirliği mevcuttu. Sancak bölgesinde mücadele veren Yusuf Mehoniç Balkan Savaşları sırasında Osmanlı ordusunda görev yapmıştı. Ancak Osmanlı askeri birlikleri Sancak’tan çekilince bir süre hapsedilmişti. Kısa sürede hapisten kaçmayı başaran Mehoniç dağlara çıkarak, uzun yıllar sürecek gerilla savaşını başlatmıştı. Bunu duyan eski silah arkadaşları ya silahlanıp ona katılmışlar, ya da ona ve arkadaşlarına lojistik destek sağlamışlardır.

1922 yılında Feriz Salkoviç, Beko Hayroviç, Amir Kacoyiç ve yaklaşık 70 kişiden oluşan bir silahlı savaşçı grubu Raşka, Yeni Pazar ve Rojaye merkezli bölgelerde Çetniklere karşı mücadele etmişlerdi. Bu grup içinde Rojaye’den isimleri en çok duyulan Sait Hadroviç ve Veysil Cukiç de bulunuyordu.

Sırp yönetimi halkın komitacılara verdiği desteği engellemek için büyük baskı, zulüm, işkence ve tecrit uyguluyordu. Sırplar bu işler için Sırbistan’ın muhtelif yerlerine toplama kampları ve ceza evleri kurmuştu. Özel olarak Sancaklı ve Kosovalı Müslümanlar için kurulan bu kamplardan en meşhur olanları Niş ve Gorni Milanovaç’ta bulunuyordu.

II. Dünya Savaşı sırasında Bosnalı ve Sancaklı Boşnaklar çok zor durumlarla karşılaşmışlar ve ölümcül tehditleri savaş sırasında da hissetmişlerdir. Üzerlerinde Çetnik komutanlarının imzaları bulunan çeşitli evrak ve arşiv belgelerinde bu tip tehditlerin nedenlerini görmek mümkündür. Bunlar arasında özellikle biri çok kayda değerdir. Çetniklerin dağlardaki umumi karargahından verilen 20 Aralık 1941 tarih ve 370 sayılı emirde “Harekatta Sırbiya ile Karadağ’ın birleştirilip hemhudut kılınmaları için Sancak (Yeni Pazar ve Taşlıca) Müslümanları ile Bosna Müslümanlarının imhası …” bildirilmişti. 1940, 1942 ve 1943 yıllarında binlerce Müslüman, Draza Mihailoviç liderliğindeki Sırp Çetniklerin gerçekleştirdiği eylemlerin kurbanı olmuştur.

Tomaseviç, kitabında Çetniklerin Müslümanlara karşı uyguladığı sözkonusu “etnik temizlik” operasyonunu anlatmaktadır. Buna göre, “Çetniklerin geleneksel düşmanı” olan Bosna-Hersek ve Sancak Müslümanları, 1943 yılından itibaren yoğun Çetnik saldırılarına maruz kalmışlardır. Bundan önce, 1941 ve 1942 yıllarında Güney Bosna’daki Müslüman şehirlerinin bir kısmı Çetnikler tarafından basılmış ve kaçabilenler hariç tüm halk katledilmiştir. Foça şehri, en büyük katliamlardan birine sahne olmuştur. Ocak ve Şubat 1943’te ise Sancak ve Güney Bosna’ya yönelik Çetnik saldırılarında büyük bir artış görülmüştür. Çetnik kayıtlarında bu dönemlerde Müslümanlara yönelik “temizleme hareketleri” yapıldığı yazılıdır. Çetnik kumandanlarından Albay Dyurisiç’in verdiği raporlara göre, yalnızca 1943’ün Ocak ayında, 33 Müslüman köyü yakılmış, Müslümanların Çetniklere karşı oluşturdukları savunma birliklerine bağlı 400 Müslüman savaşçı 1.000’in üstünde de Müslüman kadın ve çocuk Çetnikler tarafından katledilmiştir. Raporlar, Çetniklerin çoğu kez bıçakla öldürmeyi tercih ettiklerini bildirmektedir. Şubat ayında öldürülenlerin sayısı daha da fazladır: Dyurisiç’in 13 Şubat tarihli raporu aynen şöyledir;

“Müslüman köylerini, hiçbir evi bırakmaksızın yaktık. Hayvan, zahire ve otları muhafaza edip geri kalan bütün malları imha ettik. Bu harekat esnasında Müslüman ahaliyi, cinslerine ve yaşlarına bakmaksızın kökünden yok ettik. Müslümanlardan 1.200 kadarı, kadın ve çocuklardan da 8.000 kadarı öldürülmüştür. Böylece ahalinin tamamı yok edilmiştir. Kıtalarımızın maneviyatı çok yüksektir. Bu harekatta bazı kıtaların kumandanları ile birlikte hareketleri her türlü takdire layıktır.”

Çetniklerin seri katliamı Doğu Bosna’da çok acı izler bırakarak sürmüştür. 1 Ağustos 1942’de Zahariya Ostoyiç ile Peter Markoviç’in kumandasındaki çeteler 2.500 Müslüman’ı katletmişler ve köyleri yakmışlardı. Aynı yılın sonbaharında Drenitsa’da 100 Müslüman daha öldürülmüştür. Yahtslina ve Ustikolina’da yapılan bu mezalimden sonra katliamlar Akova’da devam etmiştir. Komarçeviç komutasındaki Çetnik birlikleri bu bölgede 450 erkekle 1.000 kadar kadın ve çocuğu boğazlamıştır.

5-6 Ocak 1943 tarihlerinde saldırılar yeniden başlamış, Bihor ve Bistrik köyleri ile Konta Kasabası’na giren 3.000 civarındaki Çetnik buradaki 400 silahlı erkekle 1.000 kadın ve çocuğu katletmişlerdir. Lim Nehri’nin sağ tarafında kalan 33 Boşnak köyü yakılıp yıkılmıştır. Bu köylerden bazıları; Volyavaç, Gubavats, Radiyelye, Uşanoviçe, Preseçenik, Buturiçe, Aşağı Vlah, Miroyeviçe, Şolya, Radoyevitsa, Glava, Pobretiçe, Medişe, Aşağı Kostenitsa, Stublo, Vrh, Zmiyinats, Şipoviçe, Negobratina, Osmanbegovo, Duplyaçi, Yasen’dir.

Yeni Pazar Sancağı ile havalisi, işgalden sonra Arnavutluk ile bir arada kalmıştı ve Almanların Yeni Pazar’da sadece mevki kumandanlığı ve az sayıda askeri vardı. Bu kuvvet de, ilerdeki tarihte savaşın kızışması üzerine başka cephelere sevk edilmiş, böylece Yeni Pazar’da yalnız mahalli idareler kalmıştı. Bu durumda asayişi sağlamak ve Müslümanların can ve mal güvenliğini temin etmek son derece güçtü. Sancak’ta önce Mihayloviç’e bağlı Çetnikler, onların ardından da Tito’nun partizanları harekete geçtiler. 1944’ün sonunda Almanların son birliği de şehirden çekilince, buradaki halk nizami kuvvetten büsbütün mahrum kaldı. Bu sefer, partizanlar davullar çalarak şehre girmişler ve sorgusuz, sualsiz binlerce masum insanı katletmişlerdi. Ufak bir ihbar bile suçsuz kimselerin katli için yeterli sayılmaktaydı. 24 Aralık 1944’te, komünistlerin sonradan itiraf ettiklerine göre hiçbir adli mercinin kararı olmaksızın kurşuna dizilenlerin sayısı 25’tir. Gerçekte ise o gün katledilenlerin 100 kişiden fazla olduğu kesindir. Yine Oplakat’ta 2 Ocak 1945’te katledilenlerin sayısını partizanlar 3 olarak vermelerine rağmen bunların sayılarının 200 kişiden fazla olduğu bilinmektedir.

II. Dünya Savaşı sırasında 15.000 Sancaklı Müslüman’ın korkunç işkencelerle soykırıma tabi tutulduğu tahmin edilmektedir. Bu rakamın 5.000 civarı ise Yeni Pazar’da Tito Partizanlarınca katledilen Sancaklılardan oluşmaktaydı. Bu katliamlar da en az Çetniklerin yaptığı kadar hunharcaydı;

“Yeni Pazar’daki katliam yeri daha ziyade, şehir dışında bulunan ve “Hacet” denilen mevki idi. Savaş sırasında Almanların bombardımanı ile buralarda büyük çukurlar açılmıştı. İnsan kasapları için bu meydanlar biçilmiş kaftandı. Feryatlar arasında yuvalarından koparılan masum insanlar önce hapishanelere götürülerek burada feci bir dayaktan geçirilirler sonra bitap vaziyetteki bu zavallılar çukurların başına getirilerek orada yaylım ateşine tutulurlardı. Her gece 150-200, bazen 400 kişi bu şekilde öldürülürlerdi. Meydanın etrafı nöbetçilerle çevrili olduğundan oraya yanaşmanın imkanı yoktu. Cenazelerin üzeri örtülmediğinden çürüyüp kokmaya başlardı. Ardından etrafta dolaşan köpekler ortalık tenhalaştığında cesetleri parçalarlardı. Öldürülenlerin malları tamamen haczedilirdi. Böylece arkalarında bıraktıkları aile, sefalete mahkum edilirdi. Üstelik bunlar UDBA denilen kızıl teşkilatın kara listesine de alındıkları için daima nezaret altında bulundurulurlardı.”

II. Dünya Savaşı sırasındaki Müslüman Boşnakların can kayıpları ile ilgili rakamlar farklılık göstermektedir. Boşnak tarihçi Mustafa İmamoviç, Yugoslav Topraklarında Müslümanlara Yönelik Soykırımın Tarihçesi (A Survey of the History of Genocide Aga inst the Muslims in the Yugoslav Lands) adlı çalışmasında, Çetnik saldırıları sonucu ölen Müslümanların sayısının 100.000’e yakın olduğunu ve bu ölümlerin hemen hepsinin, bombalama gibi savaş operasyonlarıyla değil, terörizm yoluyla gerçekleştiğini (yani Çetniklerin Müslümanları tek tek öldürdüklerini) söylemektedir.

Tarihçi Necmettin Alkan rakamın 148.000 olduğunu söylemekte, Nedzip Şaçirbey ise 1941-1945 tarihleri arasında kadın, çocuk, yaşlı 300.000 Müslüman Boşnağın hayatını kaybettiğini belirtmektedir. Aydın Babuna ise rakamın 150.000 ile 300.000 arasında değişebileceğini fakat 300.000 rakamının abartılı olduğunu ifadelendirmektedir.

Rakam konusu ne kadar farklılık gösterirse göstersin bir kısmını burada aktaramadığımız tüyler ürpertici soykırım vakaları, Bosna ve Sancak’taki Müslüman etnik kimliğe sahip Boşnaklara karşı Sırp, Karadağlı ve Hırvatların bakış açılarını göstermesi açısından manidardır. Balkanlar’daki Müslümanlar ortadan kaldırılması gereken unsurlar olarak görülürken II. Dünya Savaşı sırasında Boşnakların önde gelen liderleri boşuna tek umut olarak baktıkları Türkiye’nin kapısını çalmışlardır. II. Dünya Savaşı vahşetinden iyice bunalan Zagrep Müftüsü Salih Müftiç, Saraybosna Belediye Başkanı Muhammet Cevahirci, milletvekili ve gazeteci Şemsettin Saraylı, şair Münir Ekrem Şahin ve bölge aydınlarından Muyaciç Ankara’ya hareket etmişlerdir. Yugoslavya Müslümanlarını temsil eden heyet zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından Çankaya’da kabul edilmiş, heyet üyeleri sırf Türk oldukları için dünya haritasından silinmek istendiklerini, Türkiye’nin himaye elinin kendilerine uzatılmasını beklediklerini belirtmişlerdir. Cumhurbaşkanı İnönü, heyetin anlattıklarını soğukkanlılıkla dinledikten sonra sınır dışındaki soydaşlarına Türkiye’nin hiçbir yardımda bulunamayacağını söylemiştir. Oysa yapılacak çok şey vardı fakat son umut kapısı da Yugoslavya’daki Müslümanların yüzlerine kapatılmıştı.

YORUM YAP