Osmanlıda 1669-1683 Yıllarında Bosna Kaleleri ve İdari Yapısı » Boşnak HaberBoşnak Haber

4 Mayıs 2024 - 20:49

Osmanlıda 1669-1683 Yıllarında Bosna Kaleleri ve İdari Yapısı

Osmanlıda 1669-1683 Yıllarında Bosna Kaleleri ve İdari Yapısı
Son Güncelleme :

05 Mayıs 2018 - 23:11

Hazırlayan: Zeynep Işıl Hamziç  Boşnak Medya

1380’lerden itibaren Osmanlı Devleti’nin ilgisine maruz kalan Bosna’nın fethi,17. YY kadar sürmüştür.Fethinden itibaren hem Venedik hem de Habsburg serhaddi olan Bosna,nın Önemli bir sınır-savunma mevkinde yer alması Osmanlı askerî tarihi içinde önemli bir yeri vardır ve Bosna’yı özel kılar.Bu araştırmada 1669-1683 tarihleri arasında Bosna kalelerinin tercih edilmesinin en büyük sebebi, söz konusu tarihleri kapsayan ve inceleyen spesifik bir çalışmanın yapılmamış olmasıdır.

Haritada numaralandırılmış olan kalelerin isim listesi

1- Virovitiça 19- Brekoviça 37- Vrançic 55- Stolac 73- İzvornik
2- Siraç 20- Bihke 38- İspelit 56- Trebinje 74- Vişegrad
3- Pakraç 21- Trzaç 39- Banjaluka 57- Novi
4- Yasenofça 22- Drejnik 40- İzveçay 58- Kotor
5- Velika 23- İzaçic 41- Boçac 59- Podgoriçe
6- Pojega 24- Udbina 42- Yayçe 60- Doboy
7- Gradişka 25- Graçac 43- Vinçac 61- Teşne
8- Dubiça 26- Zadar 44- Glamoç 62- Maglay
9- Kostaniça 27- Novigrad 45- İhlivne 63- Vranduk
10-Novigrad 28- Ostroviçe 46- Sused 64- Vrh Biliça
11-Kamengrad 29- İskradin 47- Prozor 65- Bobovaç
12-Kluç 30- Şibenek 48- İmoçka 66- Travnik
13-Gvozdanski 31- Knin 49- Lubuşka 67- Saraybosna
14-Krupa 32- Drniş 50- Gabela (Sedd-i İslâm) 68- Graçac
15-Cisr-i Kebir 33- Çetin 51- Mostar 69- Srebrenik
16-Büyük Kladuş 34- Sin 52- Poçitel 70- Bırçka
17-Vrnograç 35- Klis 53- Hutovo 71- Telçak
18-Cazin 36- Solin 54- Blagay 72- Tuzla

 

(1490 1. resim) (1541  2.resim) (1600 3.resim) (1650 4.resim)

 

GİRİŞ: BOSNA’NIN ÇİFT SERHADLI TARİHİ

Osmanlı İmparatorluğu’nun XVII. yüzyılda iki cephede birden (VenedikHabsburg) serhad olan topraklarından biri Bosna’dır. Bosna’nın iki cephede birden sınır özelliğine sahip olması 17. YY özel bir durum değildir.Bosna’nın çift serhadli olması durumu, fethedildiği tarihten beri görülmektedir.1463 yılında gerçekleşen Bosna’nın fethinin, daha eski dönemlere dayanan derin ve önemli bir tarihî arka planı vardır. Bosnalılar, Osmanlılar ile ilk defa Bijeljina’da 1385’te karşılaştı ancak alamadı Bijeljinada güçlü bir savunmayla karşılaştılar.Bunun üzerine  1389’dan sonra Osmanlıların bölgeye akınları yoğunlaştı. 1415 yılından sonra Bosna’ya yapılan Osmanlı akınları önüne geçilemez bir hale gelmişti.Bu nedenle bölgede artan Osmanlı hâkimiyeti sonrasında Bosna Krallığı, 1428-29 yıllarından itibaren Osmanlılara haraç vermeye başlamıştı.Öyle ki Bosna’nın fethinden önceki tarihlerde, Devlet-i‘Âliyye uç beylerinin akınları Venedik ovasına kadar uzanmıştır.

Çağdaş yazarların ve Osmanlı yazarlarının eserleri sayesinde ortak bir Bosna fethi tarihinden bahsetmek mümkündür. Literatürde kabul gören 1463 tarihini, Bosna’nın fetih tarihi olarak belirlemek doğru değildir. Çünkü nihai olarak 1463 yılında alınmış olmasına rağmen Bosna’nın fethi, 1380’lerden
17. YY  başlarına kadar sürmüştür. Osmanlı kroniklerinde Bosna Krallığı’nın, Osmanlılara ödemesi gereken vergiyi vermemesi, Bosna’nın fethi nedeni olarak gösterilir. Bir yandan Katolik
Papalık’ın bir yandan bölgenin diğer otorite Ortodoks krallıklarının dinî ve siyasî baskıları arasında kalan Bosna halkı Osmanlı yönetimine sıcak bakmaktadır.Bununla birlikte fethin bir diğer önemli gerekçesi olan Bosna’daki madenler de unutulmamalıdır. Bosna’nın madenler açısından zengin ve ileri teknolojiye sahip olması, sıcak nakit ihtiyacı olan devletler için oldukça caziptir. Zira Bosna’nın ticaret hacminde kurşun, altın, gümüş, bakır, demir ve tuz gibi madenler önemli bir yer tutmaktadır.Bunun yanı sıra; Osmanlı’nın amacı Venedik’e bir adım yaklaşmak, Venedik’i tahakküm altına almaktır. Nitekim Bosna’daki Osmanlı ticareti, gerçekten Venedik’in ve Dubrovnik’in ticaretini baltalamıştır.

Bu nedenle Bosna’nın fethi Osmanlılar tarafından önemsenmiştir.Fatih Sultan Mehmed döneminde fethedilen bir diğer coğrafya Hersek’tir. Srebrenica, Yavuz Sultan Selim döneminde, Yayçe,
Banjaluka, İskradin, Klis, Krupa Kanunî döneminde ve Bihke ise yüzyılın sonunda Osmanlı toprağı olmuştur.

Fethinden XVI. yüzyılın sonuna kadar Bosna, Rumeli eyaletine bağlı bir sancak olmuştur. 16. YY sonuna gelindiği zaman, Bosna eyalet haline getirilmiştir.Bosna Beylerbeyliği’nin 18 Mart 1580 gibi farklı kuruluş tarihleri mevcuttur.Nitekim Hatice Oruç’un, bir tevcih defterinden verdiği bilgiye göre, Bosna Eyaleti Eylül 1580 tarihinde kurulmuştur.Eserini 1670’lerde yazmış olan Hezarfen Hüseyin Efendi, Bosna’nın sancak sayısını çalışmanın kapsadığı dönem için 8 olarak vermiştir.Klis, Krka, Bosna (Paşalık),Hersek, Yenipazar, İzvornik, Bihaç (Bihke), Zvecan, Pojega, Zaçesne (Pakraç) sancakları ya devamlı ya da kimi zaman Bosna’nın sancaklarından olmuşlardır.

Osmanlı hâkimiyetinden önce Bosna’nın ilk kraliyet merkezi Bobovaç, sonrasında ise Yayçe olmuştur.17 Osmanlı döneminde ise ilk merkez Saraybosna (1463-1550’ler), sonra Banjaluka (1550’ler-1639), tekrar
Saraybosna (1639-1699), Travnik (1699-1850) ve son olarak tekrar Saraybosna olmuştur.Bosna şehirlerinin neredeyse tamamı Osmanlılar tarafından ilk defa kurulmuş şehirlerdir. Şehirlerin kuruluşunda, eski madenci şehirlerinden farklı olarak haberleşme, ticaret ve nakliyat unsurları gözetilmiştir.Öyle ki bu unsurlar şehirlerin gelişimindeki hızı arttıran bir etkidir. İlk kurulan bu şehirler
arasından verilebilecek en iyi örnek Saraybosna’dır. Yahudi cemaatleri ile etkili bir ticaret ağına sahip olan Miljacka kenarındaki Saraybosna, 1455 sonrasında Osmanlılar tarafından kurulmuştur.Burada kurulan Osmanlı sarayından dolayı Sarayovası (Sarajevo) isimi ile anılan şehir, 16. yüzyılda Viyana ile eş değer bir nüfustadır.Saraybosna bu dönemde Bulgarca, Sırpça, Almanca, Hırvatça, Latince ve Osmanlıcanın konuşulduğu bir metropoldür.1645-1669 Osmanlı-Venedik savaşı ile başlayıp 1683-1699 Osmanlı-Kutsal İttifak savaşı ile sona eren Bosna’nın barış yıllarıdır.Değişimler çağı olan 17. YY.dır.
17. yüzyıl değişimler yüzyılıdır ve bu değişimler Osmanlı’nın askerî dâhil pek çok alanında kendini hissettirmektedir. Değişimleri özelde Bosna’da, genelde ise devletin içerisinde yaşamış olan 17. YY. ıslahat yazarlarından Hasan el-Kâfî, değişim konusuna dair güzel örnekler verir. Tursun Bey’den farklı ve haklı olarak bizlere devlet mekanizmasının artık kendi çarkını döndürmesinden ve tekelden çıkmasından bahseder. Bu süreçte İmparatorluk kavramının bir getirisi olarak 17. YY da bürokratikleşmiş bir Devlet-i ‘Âliyye’den bahsetmek de mümkündür. Osmanlı İmparatorluğu’nun içerisinde bulunduğu bu yüzyılın genel özellikleri elbet bunlardan ibaret değildir.

Osmanlı Devleti, 1683 yılına kadar kendi gibi sistematik bir askerî teşkilata sahip olan ve kendisine sorun çıkarabilecek bir güçle karşılaşmamıştır.Ayrıca ekonomik alanda Osmanlıların Avrupa’ya entegre olması bu yüzyıl için kabul görmemektedir.İktisadî veya askerî alanda Avrupa’nın yer almadığı bir Osmanlı tarih yazımını düşünmek zordur. Bu yüzden Osmanlı gündemi içerisinde yer alan Avrupa’nın durumu göz ardı edilmemelidir. 17. YY da Avrupa’nın durumu Roma’dan bakıldığı vakit Hristiyan âlemi için üzücüdür. Fransa, diğer Avrupa güçlerine göre daha düzenli bir görünüm sergilemesine rağmen Portekiz gibi sessiz bir isyan içerisindedir. Ortodoks müttefikler tarih sahnesinde zuhur etmemekte, İspanya iflas etmekte, Habsburg İmparatorluğu nüfus kaybı yaşamakta, Lehler İsveç ve Ruslar ile çarpışmakta iken Venedik, son kalesi Kandiye’ye tutunmaya çalışmaktadır. “Din Düşmanları” olan Osmanlı’ya karşı birleşmesi gereken unsurların başında gelen Katolik Avrupa, Katolik olmayan Avrupa ile savaş vermektedir.

1526 yılı, Habsburgların,Macarların yerini alarak Osmanlının karşısına çıktığı tarihtir. Habsburg
hanedanı, 16. yüzyıl boyunca Osmanlı ve diğer devletler ile yaptıkları savaşlar neticesinde edindikleri tecrübeleri, askerî devrimi yaşatmak ve geliştirmek için kullanacaktır.

1606 yılında Osmanlılar Zitvatorok’da imzalanan antlaşmayla, Habsburglara karşı olan diplomatik üstünlüklerini kaybetmişlerdi.Bununla birlikte Habsburglar, Bosna tarafından yapılacak akınlara karşı hâlâ endişe duyuyordu. Ancak 17. yüzyılın barışı sonsuz olmayacak; Devlet-i ‘Âliyye, 1663’te Erdel meselelerinden dolayı oklarını Habsburglara yöneltecekti. 1603 tarihinde alınan ancak sonrasında kaybedilen Uyvar, Osmanlıların ilk hedefi olacaktı.

Fazıl Ahmed Paşa, hareket özgürlüğünden istifade ederek hızlı bir şekilde kendisini engelleyemeyen Habsburg İmparatoru’nun Macar topraklarına 1663 yılında girdi.St. Gotthard Savaşı sayesinde tek celse ile kapanmamış olan bu seferin neticesinde Uyvar civarı ile beraber fethedilmiş oldu. St. Gotthard’da yenilen ve İstirya’ya giremeyen Fazıl Ahmed Paşa eleştiriliyordu lakin göz ardı edilen bir gerçek vardı: Viyana’dan Uyvar görünüyordu.Habsburglar, Vasvar Ant. (1664) ile yatıştırma politikası takip
etmesine rağmen bir Habsburg seferi her daim Devlet-i ‘Âliyye’nin gündeminde olmuştur. Macaristan ve Macar serhaddinde eksik olmayan olaylar ise her zaman bir savaş nedenini taraflara verecektir.Habsburg
cephesinde savaşın olmadığı tarihlerde yapılan Osmanlı askerî harcamaları, Köprülü Mehmed Paşa zamanında kapatılan iktisadî farkı ziyadesiyle açacaktır. Osmanlı’nın Venedik ile yaptığı savaşlar, Habsburg veya başka devletlerle yapılan savaşlardan daha az zahmetli değildir. Osmanlı-Venedik sınırı, Osmanlıların Venediklilerden kazandıkları topraklar sayesinde önemli ölçüde değişmiştir. Venedik, Osmanlılara karşı kaybettiği eski toprakları ile Osmanlılar tarafından kendi havzalarına hapsedilerek çevrelenmiş, karantina altına alınmıştır.Münasebetlerin ilk ortaya çıktığı zamanlardan itibaren Osmanlı-Venedik ilişkilerini bir akıncı beyi ve aynı zamanda Bosna sancakbeyi olan Turahanzade Ömer Bey gibi tırmanışa geçiren önemli kişiler vardır.

Ayrıca Venedik bu dönemde hızlı bir şekilde gelişen Osmanlı dünyasında yer edinmeye çalışmış,Osmanlı-Venedik savaşları,çoğunlukla Bosna üzerinden yapılan kara harekâtları dışında genelde deniz savaşları şeklinde cereyan etmişti.Yukarıda bahsi geçen son ve uzun Osmanlı-Venedik savaşı, 1645-1669 tarihleri arasında yapılmış olan savaştır.Devlet-i ‘Âliyye, Girit’te ancak bazı deniz harekâtı başarıları elde ettikten sonra Venedik’e savaş ilan etmiştir.Venedikliler, Bosna serhaddine girdikleri zaman komşuları olmayan Lehlerden dahi ittifak ummuşlardır.Bu uzun savaş esnasında Venedik, Habsburglara askerî bir yardım yapmayarak herhangi bir güç duruma düşürücü deniz harekâtına tenezzül etmeyecektir.Osmanlı-Venedik Savaşı (1645-1669) zamanında Köprülü Mehmed Paşa, Bosna üzerinden bir Venedik seferi düşünmesine rağmen buna muvaffak olamamıştır.Keza Fazıl Ahmed Paşa bir sefer düşünmesine rağmen babası gibi bu niyeti gerçekleştirememiştir.Dolayısıyla Devlet-i ‘Âliyye, Bosna üzerinden bir sefer yaparak Venedik’i zafiyete uğratamamış ve bu cephede toprak kazanımı sağlayamamıştır.

1669-1683 yılları arasında Osmanlılar iki Leh bir de Rus seferine çıkmışlardı. 1672 yılında Sultan IV. Mehmed’in bizzat başında bulunduğu ordusu, savunucularının arasında ilginç bir şekilde Habsburg askerinin yer aldığı Kamaniçe’yi fethetmekle kalmamış, Leh başkenti Lemberg’i kuşatarak verimli
bir sefer sezonu geçirmiştir. Neticede Osmanlı-Leh Savaşı, yapılan bir takım siyasi görüşmelerin ardından Zurawno Antlaşması ile 1676 tarihinde sona ermiştir.17. yüzyıl içerisinde Osmanlılar, Bosna’nın komşuları olan Venedik ve Habsburglar ile ayrı ayrı birer kez, her ikisiyle birden ise bir kez savaşmıştır.
Habsburglar ile 1663-1664 yılları arasında, Venedik ile 1645-1669 yılları arasında ve her ikisi ile birden 1683-1699 yılları arasında savaşılmıştır.Bu dönemin savaş görmeyen yılları ise 1606-1645 ile 1669-1683 yılları olmuştur. Savaşın görülmediği yıllar, Bosna coğrafyası açısından Venedik ve Habsburglar baz alınarak belirtilmiştir. Osmanlı’nın 1669-1683 yılları arasında yine Batı güzergâhında olmak üzere
yaptığı birtakım seferler yukarıda nakledildiği üzere mevcuttur. 1645’te sonlanan barış yıllarının sonrasında 1669’a kadar süren çatışmada Osmanlıların karşısında sadece Venedik vardır.1606-1645 barış yıllarının, 1669-1683 dönemine göre daha uzun bir zaman dilimini kapsaması nedeni ile yazmadık. 1669 öncesinde Bosna hem uzun bir Venedik savaşından çıkmış hem de bir Habsburg seferine tanıklık etmiştir. Ayrıca Devlet-i ‘Âliyye, aradan sadece 14 yıl geçmesine rağmen adı sık sık geçen bu iki rakiple aynı anda tekrar savaşmak zorunda kalmıştır. İki ezelî rakiple yapılan bir savaştan çıkılıp tekrar aynı rakiplerle girilecek olan bir savaşın ortasında, diğer barış dönemlerine göre Bosna’yı özel kılan nedir?

Bosna toprakları, birbirinden çetin olan iki cephede çok fazla kale kuşatması ve kale savunmasına sahne olmuştur. Sınırların ileri karakollarından biri olan Bosna’da, yapılan fetihlerin en önemli göstergelerinden biri kalelerdir. Öyle ki Osmanlıların bölgeye gelmesinden önce Orta Çağlarda da kaleler Bosna için belirleyici bir faktör olmuştur. Bu coğrafya âdeta bir kale cennetini andırmaktadır.Örneğin Osmanlıların Saruhan sancağında 16. yüzyılda aktif olarak kullandıkları kale sayısı 4’ü geçmemektedir.Bosna’nın benzer tarihlerdeki Paşa sancağı olan Bosna sancağındaki aktif olarak
kullanılan kale sayısı, Saruhan’daki kale sayısından neredeyse 3 kat fazladır. Böylelikle İmparatorluğun iç kesimlerindeki farklı coğrafyaların kale sayıları ile Bosna gibi serhadde yer alan memleketlerin kale sayıları arasındaki fark olduğudur. Kale erlerinin, paşa maiyetinde görev almaları, kaleleri savunmaları, kale fetihlerinde bulunmaları, seferlere katılmaları, farklı coğrafyalara düzenlenen seferlerde aktif olarak rol almaları durumu, Bosna kalelerinin ve kale personelinin rengine çeşitlilik katmaktadır.
Aktif olan kalelerin donatılmaları, serhaddin gerisinde kalan kalelerin kullanım alanlarının değiştirilmesi, sınır kavramından dolayı tarafların yaptıkları antlaşmalarda önemli maddelerin kaleler üzerinden belirlenmesi ve kaleler hakkında önemli maddeler olması da Bosna kalelerinin değerini ortaya koymaktadır.Kaleler görüldüğü üzere, askerî anlamda erken modern çağın, pek çok farklı özellikleriyle ana unsurlarından biridir.Viyana Kuşatması (1683) öncesinde, Osmanlı için büyük önem arz eden Bosna kalelerinin, Büyük Savaş’a (1683- 1699) hazır olup olmadığı ise ana sorumuz olacaktır. Dönemin “ana” askerî üslerinden biri olan Bosna’nın kaleleri, Osmanlı Bosna’sının diğer sosyokültürel kavram ve olguları kadar önemlidir. Bu kaleler ekserî Bosna Eyaleti’nin ağırlıklı olarak Bosna ve Hersek sancaklarında (günümüzün Bosna-Hersek coğrafyasında yer alan) kalelerdir. Bosna Eyaleti’nin Venedik serhaddinde yer alan Krka, Klis sancakları kaleleri ve kuzeyde bulunan Bihke, Zaçesne ve Pojega sancaklarının da kaleleri ekserî ele alınarak incelenen kaleler arasındadır. Belirtilen kaleler özellikle arşiv belgelerinden hareketle bilgisine ulaşılabilen ve işlenmiş olan kalelerdir.

Bu araştırmada 1669-1683 tarihleri arasında Bosna kalelerinin tercih edilmesinin en büyük sebebi, söz konusu tarihleri kapsayan ve inceleyen spesifik bir çalışmanın yapılmamış olmasıdır.

OSMANLI ASKERÎ TEŞKİLÂTININ 17. YY ‘DA GENEL GÖRÜNÜMÜ

Batı’da XVI-XVII. yüzyıllar boyunca süregelen bir askerî devrim olduğu bilinmektedir. Her ne kadar tarihçiler, Osmanlıları bu olgunun içerisine katmamışlarsa da Osmanlılar askerî devrimin teknolojilerinden faydalanmış ve bunu takip etmekten geri kalmamışlardır.Osmanlı ordusu Avrupa ordularına eşdeğer veya biraz daha kendine has özellikleri ile farklı olan ancak o günün teknolojisine sahip konvansiyonel silahlar kullanan bir ordu özelliği taşımaktadır.

17. yüzyılda Osmanlı ordusu, Avrupalı gözünde halen “Yenilmez Güç”olarak görülüyordu.Osmanlı ordusu ile Avrupalı devletlerin arasındaki farklar bu yüzyılda da göze çarpar nitelikteydi. Otuz Yıl Savaşları’nın bitimine kadar, Osmanlı askerî üstünlüğü Avrupa’da hissedilmekteydi. Bu durum Avrupalı çağdaş yazarlar tarafından da belirtilmekteydi. Rycaut, Osmanlı ordusunun şarap içmemesinden ve ordugâhlarını temiz tuttuklarından eserinde bahsetmekteydi.Aynı yazar, bu olumlu betimlemelere rağmen,Osmanlı askerlerinin Macar seferlerine gitmekten yüksünmelerini ve barış yapılmasına sevinmelerinin de resmini çizmekteydi.Erken tarihlerde gerçekleştiği vurgulanan Askerî Devrim’e bir tepki niteliğinde olarak Fransızların modern ordularının alt yapısı 1650’lerde şekillenmeye başlamıştı.Askerleri, Flaman illerindeki gibi ateşli silahlarla donatılmış olan Habsburg ve Osmanlılar da bu devrimin dışında değillerdi.Avrupa’nın bu gelişimi, Osmanlı’yı, Avrupa’nın gelişen paradigma ordularından askerî danışman ithaline yöneltecekti.Avrupa’nın askerî başarıları, zamanla ve yavaş bir şekilde Osmanlı timar sisteminin dönüşümüne etki etmiş olmasına rağmen bu sistemin tamamen çökmesine neden olmamıştı.

Osmanlı’nın 17. yüzyılda sahip olduğu lojistik mükemmellik ise Avrupa tarafından bir yüzyıl sonra uygulanabilecekti.Osmanlı askerinin  bir sorunu da mevsimlik sefer anlayışıydı.

G. Agoston’un da belirttiği üzere askerî devrim ile paralel olarak çağa uygun silahları Osmanlı askeri kullanmaktadır. 17. yüzyıl içerisinde askerin daha çok tercih edip kullandığı silahlar ateşli olmadığı gibi,
ateşli olan silahlara göre savaş alanlarında daha başarılıdır. Dönemin en tehlikeli silahı olan ok ve yayın Türkî olanları çağdaşlarına göre teknik ve diğer konularda açık ara üstündür.Kompozit yay, sipahinin ve yeniçerinin favorisidir. Saplama, yaralama ve hafiflik konularında yüzyıllarca geçirdiği
değişim sonrasında vazgeçilmez olan Osmanlı kılıcı, XVII. yüzyılda en mükemmel şekline bürünmüştür.Sipahiler, Avrupa ile uyumlu olarak karabinaları ile dragoon işlevi görürlerken ordunun ateşli silaha sahip birlikleri yaylım ateşinden haberdardır. Işıklandırılmış menzil, toprak set ile namlu
ayarlaması, Avrupa ile benzer top isimleri Osmanlı topçuluğunun seviyesini gösteren unsurlardır.

OSMANLILARDA KALE TEŞKİLÂTI

İnsanlık eski çağlardan beri ilk koşul olarak kendi güvenliğini sağlamak amacı ile etrafını koruyucu yapılar ile çevirmiştir. İnşasında imkân dâhilinde, en az bir doğal engel olması gözetilen kal’a / kale, etimolojik olarak dağ parçasından kopan parça, muhkem mevki anlamına gelmektedir.Zamanla bu anlamını kaybeden kale, günümüzde askerî yapı kompleksini ifade etmektedir. 

Başarısız olmasına rağmen Balkanlarda erken modern dönem öncesindeki ilk tahkimatlar, Bizanslılar tarafından Slav akınlarını önlemek amacı ile oluşturulmuştur.Bizans kalelerini ele geçiren Selçuklulardan, ilk tabya istihkâmlarının ortaya çıkışına kadar Osmanlılar bu konuya gereken önemi
ziyadesiyle vermişlerdir. İlk zamanlardan itibaren havale adını verdikleri abluka kuleleri ile kuşatma savaşına aşina olan Osmanlılar, zamanla bunun normlarını kendi lügatlerine göre uyarlamışlardır. Kuşatma esnasında arkalarına bir savunma platformu kurmadan akıncı-sipahi ya da Kırım kuvvetlerine sırtlarını yaslamaları, daha geniş bir cepheden saldırmaları, sıçan yollarını daha geniş kazmaları bunlardan bazılarıdır. Osmanlıların kale kuşatırken gözettikleri uygulamalar zamanla norm haline getirilmiştir. Kural hâline gelmiş uygulamaları olmasına rağmen Osmanlıların kalelerini nasıl
savundukları, bunu yaparken kaideleşmiş uygulamaları olup olmadığı ise bilinmeyenler arasındadır.

Osmanlılar bir kaleyi kuşatıp ele geçirdikten sonra ne yapıyorlardı?

Fetih sonrası tamir, yeniden inşa, kalenin istimalet yolu ile ücret karşılığında teslim
alınması, fetih sonrası ve fetih için uygulanan bazı politikalardandı. Kale kuşatması, Osman Gazi döneminden, askerî dehasını bu konuya yoğunlaştırmış olan Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar Osmanlı için kümülatif bir süreç olmuştu.Uyvar’ın alındığı tarihte halen Devlet-i ‘Âliyye’nin kuşatma savaşı üstünlükleri, sıçanyolları, lağımcılık hünerleri Avrupa tarafından saygı görmekteydi.

Kale ve Fonksiyonları

Kale stratejik bir mevkiyi korumak ve gerekli askeri barındırmak için sağlamlaştırılmış yapı anlamına gelir. Koruma özelliğinden dolayı ise şu tanım yerinde olacaktır: “Sınırlar bir ülkenin tenidir; ten zarar görürse, can acır. Bu acının ilk duyulduğu sinir uçları, kalelerdir”.Sivil halkın yaşadığı topaltı olarak da bilinen kalenin varoşları, bu acının ilk tesir edeceği yerdir.Kaleler stratejik coğrafyalarda arazinin en az bir doğal özelliğinden yararlanılarak inşa edilir. Yol kavşakları, ana yol, geçitler, dağlar arasındaki
boğazlar, denize uzanan burun ve denizin uzağındaki adacıklar, köprübaşları ve nehirlerin birleşim alanları bu arazi özellikleri için iyi birer örnektir.

İstihkâmların savunma gücünü arttırmak adına organize edilen ve bazen gösterdikleri gelişimden dolayı kale grubu içerisinde zikredilen yapı ise palankadır.Toprak basıncı ve buna dayalı ahşap kirişler ile oluşturulan daha basit istihkâmlar olarak adlandırılabilecek bu yapıların Bosna’da palanka cenneti denecek kadar çok olduklarını söylemek şaşırtıcı olmayacaktır. Hemen belirtmek gerekir ki kaleler gayriresmî bir şekilde sınır kaleleri ve daha içeri kısımda bulunan kaleler olarak ikiye ayrılabilirler.
Kale varoş, iç ve dış kale olmak üzere üç ana bölümden teşekkül eder. Ancak burada hemen söylenmelidir ki bu üç bölüm her vakit mutlaka bulunur gibi bir koşul da bulunmamaktadır. Şehrin kuruluş yeri ve ticari merkez olarak dış kalenin iç kaleye en fazla yaklaştığı yer ise Taht’el-Kal’â olarak adlandırılmıştır.Hamd etme anlamında olan Ahmedüke (ya da Ahmedek) son dua yeri olarak iç kaleyi ifade etmek için kullanılmaktadır; Osmanlı kronik ve belgelerinde duvar olarak geçen surlar ise hatıllı olarak Horasan Harcı ile sağlam bir şekilde örülmüşlerdir.Burçlar, sık ve birbirini görürler; kale kapılarının bunların arasında yapılmasına dikkat edilir ve kapıların arkasında kafesler bulunurdu. Girişi daha imkânsız hâle getiren hendekler, kaleyi çevreleyen şaranpolar, top mazgalları ve tabyalar, hurûc kapıları, tahribatı azaltan içi toprakla dolu kale sepetleri, kazamatlar kalenin aynı zamanda
askerî nitelikli olan mimarî özelliklerindendir. Ağa konağı, tuvaletler, su kuyuları, mehterhâne de kale içerisinde bulunan yapılar arasında sayılabilir.

Sefer lojistiği için kalelerde zahire ambarları bulunmaktaydı. Tamirat esnasında zahire civar yerlerden kaleye gönderilirdi.Silahların zimmet üzere saklandığı, güherçilenin üretilip saklandığı, yuvalakların (top güllesi) istiflendiği, ilgili defterler ile bir arşiv ve içindeki hazinesi ile bir kasası olan kalelerin bu özellikleri haricinde zindan olması hususiyeti de bulunmaktaydı.Kaleler aynı zamanda önemli mühimmat (lojistik) depoları olup ileri harekâtlar için de toplanma merkezleridir.

Kaleler aktif oldukları dönemlerde var olma nedeni olan savaşı yürüten insan yani içerisindeki personelle beraber çok canlı ve dolu askerî yapılardır. İşte bu yapılar kale kumandanından daha üst seviyede o sancağın beyine /paşasına ve hünkâra bağlıdır. Devlet, eyalet paşalarının kimi zaman belli normlara bağlı olmaksızın tayin veya azline hükmetmektedir. Bu da paşaların görev yaptıkları bölgenin coğrafyasını tanıyamama ve kaleler üzerinde stratejik hâkimiyete sahip olamamalarına neden olmuştur.

Dizdâr, kethüdâ, yeniçeri, azeb, faris, imam, topçu, demirci, neccâr, cebeci,müstahfız, bevvâb, martolos ve süvari gibi kalede pek çok görevli bulunmaktaydı.Bir kalede bulunan en üst düzey görevli, o kalenin kumandanı olan dizdârdı. Dizdâr, kadı, sancakbeyi, paşa gibi kendinden üst kademede bulunan görevlilere karşı sorumluydu.Kalenin korunması ve idaresi, çevre istihkâmların idaresi, şehrin güvenliği, çevre kılavuzluğu, sefere gitmek, mühimmatın korunması,109 vergi tahsildarlığı nezareti ve bu vergi paralarının korunması, kaleden lüzumsuz yere yüz adım uzaklaşmamak dizdârın görev ve sorumluluklarıydı. Bir dizdâr haksız yere azledilip sonrasında suçsuz olduğu anlaşılırsa o zaman görevi iade edilebilirdi.Kalede dizdârdan sonra kethüdâ en yüksek rütbeli olan kişiydi. Kalede birden fazla kethüdâ olması durumunda dizdârın yardımcısı baş kethüdâ olarak anılırdı. Dergâh-ı Âli yeniçerileri112, asker statüsüne geçebilmiş reâyâ, kaleden ayrılmaları yasak olduğu için evleri kale içinde bulunan azeblere varana dek kalede pek çok görevli bulunuyordu.1697 Zenta Savaşı’nda olduğu gibi seferlere sadece yeniçeriler değil, kale erleri de götürülürdü.Padişah beratı ile atanabilen ve timar tasarruf edebilen topçular da kale mensubuydu.

Görüldüğü üzere kale teşkilatı askerinden maaşına, mimari yapısından coğrafî-stratejik önemine değin hâlen kara noktaları olan ve açıklanması çok geniş bir konudur. Bu yüzden burada konu genel hatları ile ele alınmıştır. Osmanlı Kalelerine Genel Bir Bakış Bosna paşaları kimi zaman yanı başlarındaki Belgrad kalesinden, Karadeniz serhaddinde bulunan kalelere kadar muhafaza görevi ile vazifelendirilmiştir.

Rus ve Romen topraklarının kesiştiği bir mevkide bulunan ve karadan sınırlı ulaşım imkânlarına sahip mühim stratejik bir mevkide Dinyeper nehri kıyısındaki Özü Kalesi, buna güzel bir örnek olacaktır.Lakin Özü’den daha muhkem ve stratejik öneme haiz Tuna boylarında yer alan kaleler ve savunma sistemleri (en azından XVII. yüzyılda) Dersaâdet’in gözünde daha önemlidir. Kale içi mahalle sayıları 90’a varan ve dış kale-varoşları ile tam bir ordugâh görünümünde olan Belgrad ve Budin kaleleri örneğini vermek yanlış olmayacaktır.118 Askerî anlamda salt engel teşkil eden kale mimarisinin çağlar boyunca mühendislik ilmi ile daha da gelişmesi, kuşatıcıların işini daha zor hale getirmiştir. Osmanlılar 20 yıl evvel aldıkları Modon ve Koron kalelerinin kuşatmalarına göre, 1522 Rodos kuşatmasında daha da zorlanmışlardır.Osmanlı’nın Malta’yı kuşatmasının ardından Venedikliler endişeye kapılmıştır. Bunun sonucu olarak Venedik yeni askerî kale tarzını, Girit ve Kıbrıs’ta uygulamıştır. Bu durum ileriki tarihlerde Der-saâdet’in işini zorlaştıracaktır.Osmanlılar fethettikleri kalelerde bulunan yeni teknolojileri benimsemiş ve İtalya’da benzerleri olan bir Budin’i ortaya çıkarmakta geç kalmamıştır. Osmanlı’nın, askerin firarını önleyecek, yeterli uzunluk ve kalınlıktaki kaleleri ilerleyen zamanlarda Bosna’da da görülecektir.

1494 yılında Fransa Kralı Nazik Charles, büyük bedeller karşılığında sessiz kalmaları için İngiltere ve Avusturya ile anlaştıktan sonra Papa ve Milano Dükü’nün kendisine toprak vaad etmeleri sonucunda İtalya’ya girmiştir. Kral Charles, İtalya Seferi için ordusunu önemli kuşatma savaşı silahları ile donatır. Zayıf olan İtalyan kaleleri, Fransız ordusunun karşısında önemli bir direniş gösteremediği gibi çok kısa bir zaman zarfında tek tek teslim olurlar.Bunun üzerine Fransızların topraklarında bulunmalarını istemeyen, başta Machiavelli gibi bazı İtalyan düşünür-mimar-asker-mühendis topluluğu, İtalya’nın savunmasını tekrar canlandırmak adına çalışmaya başlarlar.

Dolayısıyla İtalyanların geliştirdikleri ve ismine trace italienne (İtalyan tarzı) dedikleri savunma sistemi ortaya çıkar. Birbirine bağlı tabyaları ile hedef küçültüp kuşatıcıyı hedef hâline getiren, alçak ancak kalın duvarlı bu sistem aynı zamanda yıldız (beşgen) planlı idi. Bu yıldız istihkâmların geliştirilmesine Alman topraklarında İtalyan mühendis / mimarlar nezaret etmişlerdi.İlk örnekleri arasında düşünülenin aksine Viyana’nın da bulunduğu bu sistemin tek kusuru çok pahalı olmasıydı. Bu pahalılığa karşın Osmanlıların bu sistemi uygulayacakları en önemli yer Macar serhaddi olacaktı.

Osmanlı kaleleri, her açıdan büyük çeşitlilik gösterir. Devlet-i ‘Âliyye tarafından ele geçirilen kalelerin kuşatılma yöntemleri, nasıl fethedildikleri, fethedildikten sonra hangi amaçlar dâhilinde kullanıldıkları bu hususlardan sadece bazılarıdır. Bunların haricinde Devlet-i Âliyye’nin ele geçirdiği kaleyi,
çeşitli nedenlerden dolayı yıkmış olabileceği de unutulmamalıdır. Ayrıca kalelerin yukarıda bahsedilen hususlara göre nasıl bir muameleye tabi tutuldukları, bulundukları coğrafyaya göre çeşitlenmektedir. Sultan Süleyman asrında Mimar Sinan gibi bir dehaya inşa ettirilen Ahlat ve Preveze’deki yeni
kale sıfırdan inşa edilmiş kalelere örnek gösterilebilir.Bodrum, Kıbrıs ve Rodos ise Bizans döneminden kalma, Haçlıların yaptıkları ya da berkittikleri sadece el değiştirmiş önemli Orta Çağ şaheserleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Amasra ve Üsküp kaleleri, Osmanlı hâkimiyetini kabul ederek yıkılmayan ve fetih sonrasında tahkim edilen kalelerdir. Çehrin kalesinin uzak, tahkim edilemeyecek durumda masraflı, stratejik öneme sahip olmayan bir mevkide bulunması, onu yıkılan kaleler için iyi bir örnek haline getirir.Ayrıca hemen belirtmek gerekir ki Çehrin seferi sadrazamın ve Kırım Hanı’nın avdet etmeleri sonrasında nihayete ermemiş, birtakım görevliler ve askerler burada bırakılmışlardır. Bırakılan askerlerin ve muhafızın görevi sadece bölgenin emniyet altına alınması değil, aynı zamanda burada daha iyi bir savunma amacı ile iki tane kale inşa edilmesidir. Kalelerin inşa görevini üstlenen ise Bosna Paşası’dır.

Osmanlı kalelerinin trace italienne tarzında tahkim edilmiş olanları, sınırlarda göze çarpan stratejik mevkide bulunanlarıdır. Doğal olarak stratejik bir yerde olan bu kalelerin devlet için büyük ve “önemli” olarak görülen kaleler olduklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Venedik ile savaş dolayısıyla tüm Frenklere aynı gözle bakan Osmanlı dünyasından korkmasına karşın Fransız seyyah Jéan Thevénot bu konuda ilginç bilgiler vermektedir. İmparatorluğun sınırlarından ziyade iç kesimlerini 1650’lerde gezmiş bulunan bu seyyah, buralardaki manastır ve kaleleri birbirlerine karıştırmasına rağmen kale planları hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Bu kaleler ekserî kare, dörtgen ve az da olsa üçgen planlıdır.

Kalelerin çoğunlukla kare, dikdörtgen veya üçgen planlı olmaları (yani trace italienne tarzında beşgen, modern planlı olmamaları) modern çağın bu mimari-askerî sistemi olan trace italienne’in
çok masraflı olmasındandır. Yukarıda bahsedildiği üzere bu sistem, ekonomik anlamda büyük bir külfet olmasından dolayı sadece sınırlarda önemli stratejik mevkilerde yer alan kalelere uygulanabilmekteydi. Sebastian le Prestre de Vauban ve onun yetiştirdiği kişiler sayesinde Batı’nın kale mühendisliği gelişim göstermiştir. Buna rağmen Batı’nın kale ilmi had safhaya ulaşmamıştır. Devlet-i Âliyye’nin sahip olduğu teknolojiye karşın Batı’nın kale alanındaki askerî gelişimi, çok daha ileri bir düzeye gelmiştir.

Osmanlı kalelerinin, belli başlı olan genel özellikleri, Avrupa kalelerinin özellikleri ve örnekleri ile beraber karşılaştırmalı bir şekilde verilmiştir. Yukarıda detaylarına girilen bu karşılaştırmalı anlatımın amacı ise
Osmanlıların kale fenninde nasıl bir durum içerisinde bulunduklarının anlaşılmasıdır. Osmanlılar görüldüğü üzere nasıl-öğren-yap üçgeni dâhilinde gördüklerini uygulamışlardır. Paradigma orduların, zirveye ulaştıkları dönemlerde düşmanları ve diğer münasebet içerisinde oldukları yapılar
tarafından taklit edilmeleri gibi, Osmanlılar da fethettikleri kalelerde gördükleri savunma sistemlerini benimseyerek uygulamışlardır. Bu uygulama kimi zaman aynen, kimi zaman sadece basit berkitmelerle veya üstüne yeni şeylerin katılması neticesinde gerçekleşmiştir. Kuşatma esnasında gerçekleştirilen savunmaya dair çok az bilgiye sahip olduğumuz Dersaâdet’in, Avrupalı benzeri savunma tarzı geliştirmemiş olması, olumsuz düşüncelere yol açmamalıdır. Osmanlı, daha ilk örneklerini gördüğü andan itibaren bu teknolojiyi hemen benimsemesine rağmen bu tarzı geliştirmek veya daha iyisini yapmak adına bir kaygı gütmemiştir. Aksine kaygının düşman tarafından güdülmesine neden olacak bir şekilde bu sistemin çözülmesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Yani bu savunma sistemini çökerterek başarıya ulaşmak adına kendi savunmasını geliştirmek yerine, bu sistemi daha hızlı, daha kolay ve daha iyi bir şekilde nasıl alt etmesi gerektiği üzerinde durmuştur. Öyle ki bu durum, Osmanlı kuvvetlerinin, 17. yüzyılda kale kuşatmalarındaki mahirliği ve kümülatif özelliklerinin süregelmesine neden olmuştur.

Tarihî arka plana bakıldığı zaman ilk olarak; Osmanlının, pragmatik devlet anlayışı ve askeriyesi neticesinde Balkanlar’daki ilk kaleleri ele geçirdikleri görülür. Bunun hemen sonrasında sistematik bir şekilde önce Tuna nehri kıyısında Macarlar tarafından oluşturulmuş birinci kale savunma hattı ekserî Osmanlıların gayr-ı nizamî birlikleri tarafından yıkılmıştır. Yerel kuvvetler tarafından yıkılan birinci hattı, düzenli ve konvansiyonel, son teknolojiye sahip Osmanlı ordusunun rahatlıkla yıktığı ikinci hat izlemiştir. Devlet anlayışında görülen pragmatizmin bir yansıması olarak Osmanlılar, kale yapımının ne kadar masraflı olduğu bilgisine sahip olduklarından fethettikleri kaleleri çoğunlukla ellerinde tutmuşlardır. Osmanlı yukarıda verilen Çehrin örneğinde olduğu gibi, stratejik açıdan ve iktisadî gayeler neticesinde bir garnizon barındırmaya müsait olmayan kaleleri yıkmışlardır. Serhaddin ileri gitmesiyle gereksinimine ihtiyaç duyulmayan garnizonlar, olası bir durumda tekrar canlandırılabilecek düzeyde ya yıkılmış ya da içerisinde bir askerî garnizonu barındıramayacağı şekilde tahliye edilmiştir.

 İKİ SAVAŞ ARASINDA BOSNA KALELERİ

Kaleler, topraklar üzerindeki egemenliğin göstergesiydiler. İngiltere ve Fransa arasında cereyan eden Yüzyıl Savaşları (1337-1453) esnasında kaleler her ne kadar ateşli silah tehdidi ile karşı karşıya kalsalar da hâlen imparatorlukların güçlü olduklarını gösteren yapılardı. Nitekim 30 Yıl Savaşları (1618-1648) sonrasında kaleler, savaş dünyasının en önemli hedefi hâline gelmiş.Masraflı olan kalelerin görevini  yerlerine devreye bir zincir sistemi dâhilinde oluşturulmuş palankalar girmektedir.Habsburglar, Osmanlıların Bosna üzerinden organize ettiği akınlara bu sistem sayesinde cevap verebilmiştir.

Merkezî ordu kuvveti olmadan kendi imkânları ile Yayçe’den başlayan ilk sınır savunma hattını (daha güneyde olan aşağıdaki hat) 1521-1526 yılları arasında çökerten sınır kuvvetleri, ikinci hattın
çöküşünü de çok geçmeden görecektir. Nemçe kuvvetleri ilk zamanlar sınırda Osmanlılara karşı bir üstünlük gösterememişlerdir. İtalyan askerî mühendislerin modernleştirdikleri Macar kale ve hisarları 1660’lı yıllara kadar Devlet-i ‘Âliyye tarafından tek tek ele geçirilmiştir.

Dengelerin belirli bir süreç içerisinde veya hemen bozulduğunu söylemek elbette yanlıştır. Bu uzun bir zamanı ifade eder. Sadece zaman olarak değil, coğrafî olarak da Girid ve Viyana arasında bulunan Bosna kaleleri bu değişimin bir parçasıdır. Sınır üzerinde yer alan Bosna kaleleri içeride yer alan Bosna kalelerinden farklı olduğu gibi, Habsburg sınırında bulunan Bosna kalesi de Venedik sınırında yer alan kalelerden farklıdır. Sadece askerin aldığı ulufe veya timar, kaledeki askerin sayısı olarak değil, mühimmatın niteliği, stratejisi, mimari ve coğrafî olarak da farklıdır.

BOSNA KALELERİNİN COĞRAFYASI

Osmanlı topraklarında, Dârü’l-İslâm’ın birer simgesi olan kaleler, mimarileri yanında işlevsel olarak da birbirlerinden farklılık göstermekteydi. Sınırlarda yer alan kaleler, sınırların savunulması ve İslâm bayrağının bir adım daha öne taşınması adına saldırı ve de savunma amaçlı kullanılmaktaydı.Kalelerin gereksinimi olan mühimmatların sağlandığı ana merkez depo İstanbul’du ancak her bölgenin kendine ait bir mühimmat deposu niteliğinde kullanılan kaleleri de vardı. Daha iç kısımlarda yer alan kaleler, bölgenin güvenliğinin yanı sıra yine mühimmat deposu olma özelliği gösterebiliyordu.Huruç kapıları, balâ (kalenin en yüksek burcuna verilen isim) kule, iç ve dış kalenin özellikleri kaleden kaleye farklıydı. Stratejik amaçları doğrultusunda yer aldıkları coğrafî özellikleri, askerî garnizonlarının benzer ve farklı yanları, özgün mimari özellikleri ve birçok faktörü ile Osmanlı’nın her bir kalesi biricik nitelikteydi.

Bosna’nın kalelerinin sayısının 350 olduğu belirtilmektedir.Bu sayı bütün Bosna eyaleti göz önünde bulundurulduğunda ve harabe kalelerin listeye eklenmesiyle geçerlilik kazanabilir.Bölgedeki kalelerin sayısının zamanla tedricî bir artış gösterdiği savunulabilir. Osmanlılar tarafından Bosna’da aktif
olarak kullanılan kalelerin sayısının 16-17 YY. larda kullanım alanlarına göre tahminî 100-150 arasında olduğu iddia edilebilir. Ancak yine de Bosna’nın kalelerinin hangi dönemde olursa olsun sayıca çok olduğudur. Sadece günümüz değil, tarihî olarak da Bosna-Hersek’in, Bosna kısmının Habsburg, Hersek kısmının ise Venedik ile iç içe olduklarını söylemek gerekir.

Bosna’nın her dört ana yön tarafından içeri girmek isteyenleri öteye geçirmeyen bir coğrafyası vardır. Günümüzde 50.000 km2’lik bir alana yayılmış ve 24 km denize kıyısı bulunan bu coğrafyanın kuzeyi düz ova, ormanlık ve dağlık alanları oluştururken güneyi ise çıplak ve kayalık bir araziye sahiptir. Bosna’nın bu alabildiğince düzlük alanlarda kurulmuş olan kalelerinden biri Banjaluka’dır. Bihke kalesinin hendeklerini Una nehrinin doldurması gibi, Banyaluka’nın hendeklerini de Vrbas nehri doldurmaktadır.Banyaluka şehrinden ve kalesinden bahseden eserler genellikle şehrin ilk zamanlarda iki istihkâmı olduğunu belirtirler.Vrbas’ın varoşları sonradan Banyaluka adını almış ve ikinci istihkâm nehrin kenarında teşekkül edilmiştir. 7 tabyası bulunan kalenin surlarının bir kısmı nehir boyunca uzanmaktadır.Banyaluka’yı 2016 yılı ziyaretimiz esnasında, nehir kıyısında bulunan surların çift katlı oldukları; kalenin ortasında bir ağa konağı ve bunun haricinde ambar ve zindanları mevcuttu.

Topçuluğun gelişmesi neticesinde Viyana gibi bazı önemli kaleler modern çağın kale mimarisine uygun olarak berkitilmişlerdi.Banyaluka’nın da bu modern mimari yapıya sahip olduğu görülür. Bosna coğrafyasını ziyaret edenler, bölgenin Orta Çağ’dan kalma kalelerine göre Banyaluka’nın ne kadar farklı olduğunu ilk bakışta fark edeceklerdir. 22016 yılında bakıldığında Kale surlarının aynı coğrafyanın diğer kalelerine göre daha kısa ve daha kalın olduğu tespit edilmiştir. Bu durum daha önce bahsedildiği gibi askerî modernizasyonun bir sonucudur. Banjaluka, sefer zamanında kimi zaman Belgrad gibi kışlak görevi de görmüştür.

Banyaluka’nın etrafını Vrbas nehrinin çevrelemesi gibi, etrafı Una nehri  çevrelenen bir başka Bosna kalesi de Bihke’dir. Bihke kalesinin üç tarafı hendek, 4 tarafı ise Una nehri ile çevrelenmiştir. Kalenin demir ile kaplı meşeden 3 kapısı vardır.Hamdije Kreševljaković’in tehlikeli olarak betimlenen kalenin surları dikdörtgen planlı ve birbirine bağlı çift katlı surlardır.Kalenin dış suru 31/2 yaka genişliğinde ve 2 yaka yüksekliğinde, iç kısımlar ise 4 yaka yüksekliğinde,1-4 yaka genişliğindedir.Bihke’nin etrafını çevreleyen 4 kule(Kanlı Kule –Dundeska–Zabija –Kapetanova) ve 9 tabya (Bendbaşa –İçhisar –Büyük Kapı–Büyük Tabya– Dzibagica – Zelengrad – Beyaz Tabya– Handanagicsa Muhsinovica)bulunmaktadır.

Sava nehrinin sağ kıyısında yer alan bir diğer önemli Bosna kalesi Gradişka’dır. Tarihi kayıtlarda adı ilk defa 1295 yılında geçen Gradişka, eski Roma yerleşimi olan Servitium’un üzerinde kurulmuş olup bulunduğu konumun bir geçit noktası olması nedeniyle her devirde önemsenmiştir.Öyle ki 1537 Osmanlı fethi sonrasında, civar bölgeye yapılacak olan akınların harekât üssü de bu kale olmuştur. 1660’larda coğrafyayı gezen Evliya Çelebi’nin “küçük” olarak betimlediği Gradişka kalesi 1688 yılında Baden’li Luis tarafından yakılıp yıkılmış, ancak 1693 ve sonrasında tekrar tahkim edilmiştir.

1645 yılında başlayan Osmanlı-Venedik savaşının ilk safhasında Venedikliler başarılı olmuş ve Devlet-i ‘Âliyye’ye kimi toprak kayıpları yaşatmışlardı.Savaşın başlaması ve gelişmesi zamanlarında halk, kendilerini koruyamadıklarına inandıkları paşalarının üstlenmedikleri görevleri
üstleniyorlardı. Bu yıllarda Klis’in kaybını padişaha “orası önemsiz bir Katolik kilisesidir” diyerek aksettiren paşaların sözleri halkı devlet ricalinin kendilerini önemsememesi adına haklı çıkarıyordu.
Miljacka suyu ve Bosnasaray’ın yanıbaşında 1600m’lik Trebeviç tepesi bulunur.İşte bu tepede Vrhbosna Kalesi’nin devamı olan Saraybosna kalesi vardır.

 16. yüzyılda iç kısımdaki bir bölge olan Saraybosna’nın işgal tehlikesi geçireceği hesap edilmediğinden şehrin küçük kalesinin tahkim edilmemiş. Tahkim edilmemiş bu dar ve küçük kale hakkında bir sonraki yüzyıl bölgeyi gezen seyyahımız Evliya Çelebi de bize kale hakkında benzer bir tablo çizer. Zira kalenin serhadde göre önemli bir uzaklıkta iç kısımlarda yer almasından kalenin tahkim edilmesine gerek duyulmamış. Saraybosna’nın 16. ve 17. YY ilk üç çeyreğinde herhangi bir tehlike geçireceği düşünülmemiştir.17 YY da özellikle Venedik tarafından tecavüzlere maruz kalan bölge halkı kendi kendilerine bir çare bulmuş, şehrin etrafına istihkâmlar kazmıştır.

Ancak halk tarafından gerçekleştirilmiş olan bu geçici çözümler kalenin en son safhada Saraybosna şehrini koruması adına yeterli olmamıştır. İstihkâmların yetersiz kalması yarım asır sonra 1697 yılında Savoylu Prens Eugene tarafından ispat edilecek ve adı geçen Habsburg kumandanı şehrin yarısından fazlasını 3 gün de yakıp yok edecektir. Saraybosna’nın 17. YY içerisinde maruz kaldığı dehşetengiz olaylar neticesinde bir sonraki yüzyıl kalesi geliştirilmiştir. Nitekim bu durumu 18.YY sonlarına kadar olan belgelerde görmek mümkündür. Günümüzde 2’si kuzeye, 1’i doğuya bakan dış kale kapılarının içerisinde yer alan Beyaz Tabya, Saraybosna kalesinin ilk teşekkül merkezi olabilir. Beyaz Tabya’ya göre daha aşağıda kalan ve küçük olan Sarı Tabya ise bir karakol hüviyetindedir. Sarı Tabya, dış kale surları ile geliştirilen kompleksin değil,daha eski zamanlarda yine Beyaz Tabya ile beraber yine aynı mantık çerçevesinde inşa edilmiş bir yapı olmalıdır.

Dış kale surları ile beraber Saraybosna kalesi kompleksinin, Trebeviç tepesi üzerindeki bir tarafı şehre
inen yamaca (kuzey) bakarken diğer tarafı uçurumdur (güney). Surlar ile dış kalesi de oluşturulan bu kalenin içerisine alabileceği asker mevcudu kalenin tamamı göz önüne alındığında yüksek bir rakama (1000) tekabül edebilir. Ancak Beyaz ve Sarı Tabya içerisine yüklü miktarda askerin sığamayacağı
küçük yapılardır. Her iki tabyanın top mazgalları dikkat çekmektedir.

Saraybosna’dan sonra bir diğer önemli Bosna kalesi Yayçe’dir. Osmanlılar Yayçe’yi hiçbir zaman bir merkez olarak kullanmamışlardır. Yayçe, Orta Çağ Bosna Krallığı’nın merkezi olduğu gibi aynı zamanda Tuna savunma hattının alt kolunun başladığı yerde bulunur. Bu sebeple kale, I. Bosna seferi (1463)ile beraber fethedilmiş olsa dahi Sultan’ın coğrafyadan ayrılması üzerine hemen elden çıkmıştır. Sultan’ın Bosna’dan ayrılması sonrasında Yayçe’yi ele geçiren Macar Kralı Matthias Corvinus üzerine Osmanlılar Bosna’ya hemen ertesi yıl bir sefer daha düzenlemişlerdir. Ancak bu sefer ilkine göre küçük çaplı bir sefer olduğu gibi, başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Babası gibi Bosna Valisi olan İskender Paşaoğlu Mustafa Paşa dâhil pek çok Bosna paşası 1490, 1494, 1518 gibi tarihlerde kaleyi kuşatmış ancak ele geçirememişlerdi.Meşhur Gazi Hüsrev Bey 1522 ve 1526 yıllarında kaleyi kuşatmış ancak zaptedememişti. Mohaç Savaşı’nın (1526) hemen öncesinde kale kendiliğinden teslim olmuştu.kalenin uzun bir süre (1463-1526) Macar hâkimiyetinde kaldığı bilinmektedir. 1526 yılında Yayçe’yi ele geçiren Osmanlılar sadece kaleyi değil, çevre bölgeleri de imar ederek tamir ve tahkimat işlemlerinde bulunmuşlardır.

Yayçe mimari olarak Osmanlı askerî modernizasyonunu yansıtan bir yapı değildir. Kale, Saraybosna kalesinden büyük olmasına rağmen içerisine sığabilecek asker sayısı düşünüldüğü zaman küçük ölçekli bir kale görüntüsündedir. Mevcut bir arşiv belgesinde yer alan kayda göre Yayçe’nin dış kaleye sahip olduğu tespit edilmiştir.Bugün mevcut olan küçük çaplı kalıntılar, kalenin dış surlarının uçurum olan Vrbas değil, Pliva nehri tarafına doğru uzandığını göstermektedir. Dış kaleye Pliva suyunun hemen yanında günümüzde Tito anısına ve Yugoslavya’nın kuruluşuna atfedilmiş bir anıtın yanından girilmektedir. İç kaleye varana kadar savunma ve gözetleme amaçlı olan bir kule ve bir burcun yanından geçilir. Kale, konumu itibarıyla yer aldığı tepe üzerinde sahaya, gözettiği ova ve komşu tepelere çok hâkim
bir konumdadır. Kale kapısında Orta Çağ Bosna Krallığı döneminden kalma bir arma göze çarpar. Ortasında bir ağa konağı ile zindanı bulunan kalenin kare planlı oluşu ilk bakışta dikkati çeker. Kale’nin seğirdim yerleri çok geniştir. Orta Çağ’dan kalma klasik kazamatları ile dışarıdan görünen
burçların kare planlı olmaları bir yana burçlara kale içerisinden çıkıldığı zaman yarım ay planlı oldukları görülebilir. Endülüslüler İspanyollara direnebilmek amacı ile 1490’lı yıllarda burçlarını yarım ay planlı olarak tahkim etmişlerdir. Erken modern çağın askerî modernizasyonundan nasibini
alamayan Yayçe’nin ancak yerel imkânlar dâhilinde böyle bir tahkimata uğradığı savunulabilir.

Doboy kalesi, günümüzde göze çarpan bir şekilde balâ kulesi dâhil içerisinde ahşap yapı malzemesi barındırır. Savunma sistemi gereği Doboy’un hemen arkasında Maglay kalesi bulunur. Doboy gibi sağlam demir kapılara sahip olan Maglay, dış kale surları içerisinde bir de yüksek bir kule barındırır. İç kalenin neredeyse hemen girişinde yer alan ağa konağı sonrasında geniş bir avlu ile karşılaşılır. Avlunun etrafındaki burç ve surlardan kalenin diğer tarafının uçurum olduğu görülebilir. Kale’nin giriş tarafından uçurum derecesinde çok eğimli bir şekilde şehre ve Bosna nehrine hâkim olduğu göze çarpmaktadır. Kale plan ve yapısal olarak ilginç bir şekilde Erzurum kalesine benzemektedir.Mühimme defterinde yer alan bir kayda göre kalenin hapishane işlevi de vardır.Osmanlılar yeri geldiği zaman strateji dâhilinde kaleleri yıkabiliyor veyahut strateji gereği yıkmasa bile boşaltıp kullanmıyorlardı. Yayçe’ye kraliyetin 15.
yüzyılda taşınması öncesinde Bosna Krallığı’nın merkezi olan Bobovaç, garnizonları boşaltılan kalelere iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Bobovaç, 1463’te fethi sonrasında istihkâmi önemini kaybetmekle birlikte 1540 yılında garnizonu dağıtılana kadar burada bir askerî birlik barındırmaktadır. Ancak
bu ve benzeri hususlar Devlet-i ‘Âliyye’nin tahkimat sanatından anlamadığını göstermemektedir.

Bir başka önemli Bosna kalesi Travnik’tir. Bosna eyaletinin uzunca bir zaman merkezliğini yapmış olan Travnik (1699-1850), bu nedenle Vezir Şehri olarak da anılmaktadır. Bugün şehrin hemen girişinden görülebilen Travnik kalesi, Plava Voda tarafından tabiî bir engel şeklinde hendek gibi çevrelenmiştir. Plava Voda’yı geçerek kaleye ulaşmak için kuşatıcıların karşısına çıkan ilk engelleri çok sarp bir pozisyona inşa edilmiş olan taş köprüdür. Buranın geçilmesi hâlinde ise kalenin demir kapıları ile karşılaşılır. Kale üç kademeli bir yapıdadır. Kaleye girişte yer alan avludan ağa konağına geçilebilmektedir. Konağın üst kısmında yine basık bir şekilde avlu bulunduğu gibi burası aynı zamanda balâ burçtur. Burası ağa konağı gibi kaleye yukarıdan bakan hâkim bir noktadır. Bukovica dağına sırtını dayayan bu taş yapıdan aşağısı boylu boyunca uzanarak görünür. Kalenin son ve en geniş kısmı ise aşağı tarafta bulunan geniş ve büyük avludur. Buraya kale girişindeki orta avludan inilerek ulaşılabildiği gibi, yukarıdaki büyük burçtan
da geçiş vardır. Bu avlu, kaleyi iç kısımlarda yer alan diğer Bosna kalelerinden daha büyük gösterir. Kalenin bu üç bölümü ayrı parçalar olsa bile kaleyi bir bütün olarak tamamlayan serinin parçalarıdır.Aynı şekilde Plava Voda kalenin hissedilmeyen sarplığını ortaya çıkarır niteliktedir. Geniş avluyu çevreleyerek şehre hâkim konum sağlayan dış surlar kare planlı tabyalar ile güçlendirilmiştir.

Hüsrev Bey’in ilk Bosna beyliği zamanında (1506-1511) kuşattığı ancak alamadığı Teşne, yine O’nun ikinci beyliği esnasında (1521-1543) fethedilmiştir.18. YY boyunca pek çok defa tahkim ve tamir edilen
Tuzla bir diğer önemli Bosna kalesidir. Bu kaleler İzvornik sancağı ve büyük sınırlara sahip Bosna sancağının (paşa sancağı) kaleleridir. Bosna coğrafyasının kuzeyinde yer alan kalelerin büyük bir çoğunluğunun özellikle nehir kıyılarında inşa edilmiş oldukları görülür.Coğrafî olarak Bosna kaleleri Tuna nehrinin arkasında  yer alan nehir kenarlarında inşa edilmişlerdir. Kalelerin kenarlarında inşa olunduğu bu nehirler istisnaları ile Tuna nehrine paraleldir. Öyle ki serhadlerde yer alan Bosna kaleleri Tuna nehrine paralel ve Tuna nehrinin hemen aşağısında bir hat oluşturacak şekilde inşa edilmişlerdir. Bunun en önemli nedeni Tuna nehri kenarındaki kalelerin oluşturduğu savunma hattının çökmesi durumunda aşağıda yer alan bu ikinci hattın devreye girmesinin düşünülmesidir. Bosna kaleleri her coğrafî yönden tehlikeye düşebileceği gibi gelecek olan tehlikenin en büyüğü olan Habsburglar kuzeydedir.Bu nedenle önüne nehirlerin doğal bir set çektiği Bosna kalelerinin, nehrin konumuna uygun olarak inşa edilmesi gözetilmiştir. Ne var ki, kaleler saldırının her canibinden gelme tehlikesine karşın, hücum edenlere engel teşkil edecek şekilde nehirlerin kıvrımlı olan kesimlerine inşa edilmişlerdir.

Serhaddeki Bosna kalelerine Tuna ve Sava’yı diklemesine kesen nehir kenarlarında arkalı önlü konuşlanmış olan iç kısımlardaki Bosna kaleleri destek sağlama amacı ile organize edilmiş olmalıdırlar. Nasıl Sava nehri kıyısındaki kaleler Tuna nehri kıyısındaki kalelerin arkasında bir destek hattı ise, aynı şekilde Bosna’nın iç kısımlarındaki kalelerde Sava nehri kıyısındaki kalelerin arkasında bir destek hattı şeklinde konuşlanmışlardır. Düşük garnizon mevcutlarına karşın mimarî yapıları ve sistemin esnekliğiyle kolayca organize edilebilmeleri ihtimali ile aslında iç bölgelerde yer alan Bosna kalelerinin bu vesile ile önemleri ortaya çıkmaktadır.

Bosna’nın Venedik sınırı, Habsburg sınırı kadar hareketliydi. Ancak Venedik sınırının diğerinden farkı, meydana gelen çatışmaların çok daha sık ve küçük çaplı olmaları idi.Hersek’te ele geçirilen kalelerin çoğunluğu Hüsrev Bey döneminde fethedilmişti. İskradin, Klis, Sinj bunlar arasında sayılabilir.
Bir sonraki yüzyılda genelde Bosna paşalarının, özelde ise dizdârların, Hersek beylerinin fütuhatı devam edecektir. İmoçka kalesine akınlar düzenlenecek; Kotor, Şibenik, Zadar ve Split gibi kalelerin ele geçirilmesi ya da boş bırakılmamaları üzerine merkezden emirler yağacaktır.Sadece vezaret makamı ile Hersek sancakbeyliğini elde eden şahıslar değil, kapudanlar, dizdarlâr da Dubrovnik ile yazışacak denli bu bölgenin salahiyetli kimseleriydi. Hersek her açıdan yoğun bir bölge idi. Hersek’in sadece Venedikliler ile değil, aynı zamanda doğal olarak Bosna ile de meydana gelen ilişkileri vardı. Bunun haricinde bölge, komşusu olan Arnavutluk coğrafyasıyla da sıkı ilişkiler içerisindeydi. Arnavutluk’ta çıkan bir ayaklanma
için Hersek sancakbeyleri (veya alaybeyi, dizdâr) ya da Hersek’te çıkan bir başka sorun için Arnavutluk beyleri görevlendirilebiliyorlardı. Örneğin Sirke Osman Paşa döneminde (1705-1708), kaybedilmiş olan Novi’nin açığını kapatmak adına inşasına başlanan Trebinje kalesinin inşaatında Arnavut askerinin çalıştırılıp yardım etmiştir .

Hersek’in  Mostar kalesi, ünlü Mostar köprüsünün iki yakasında bulunan istihkâmlardan oluşur.Osmanlıların bu kaleler sayesinde sağlamak istediği amaç elbette bölgenin savunması olduğu
gibi aynı zamanda Neretva nehrinin kontrolüdür. Kalelerin Kanunî Sultan Süleyman zamanında yapıldıkları pek çok kaynakta söylenmesine rağmen bu bilginin doğru olmadığı savunulabilir.

Nitekim kalelerin XV. yüzyılın ortasında Hersek bölgesine adını veren St. Sava Hersek’i tarafından ele
geçirildiği bilinmektedir. Bu durum, kalenin yapım tarihinin daha erken bir tarihte olması gerektiğini göstermektedir. Ağa konağı, şehrin gelişim gösterdiği Saraybosna yolu tarafından bakıldığı zaman sol taraftaki tahkimatta yer alır. Ancak yapı itibarıyla sağ tarafta bulunan tahkimat daha büyük ve sağlamdır. Her iki yapıda dönem dönem birtakım tamiratlara maruz kalmış ve merkez tarafından önemsenmiştir.1463 yılında gerçekleşen ilk Bosna seferinin Hersek üzerine yöneltilen ikincibir harekât ayağı vardır. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’a dönerken veziriazamı Mahmud Paşa’yı Hersek ilini fethetmesi için bölgede bırakmıştır.Mahmud Paşa sahada müthiş bir gayr-ı nizami direniş ile karşılaşmış ve ilerleyememiştir. Öyle ki Hersek’in Bosna’ya göre daha engebeli ve kayalık arazisi bu karşı koyuşa müsaittir. Mahmud Paşa batı ve kuzey yönlerinde ilerleyemediği Hersek topraklarında son olarak Blagay’a kadar gelebilmiştir.Paşa’nın Blagay’ı bir anlaşma neticesinde mi elde ettiği yoksa fetih
sonucunda mı ele geçirdiği muammadır.Kesin olan nokta ise Blagay’ın o dönem içerisinde bir askerî üs olarak Mostar’dan daha büyük ve mühim bir yerleşim yeri olduğudur. Bulunduğu sarp mevki ve yapısı itibarıyla Blagay kalesi tam bir Orta Çağ şaheseridir. Mostar yönüne bakan uzun suru haricinde içerisinde bir zindanı, camiisi olan kalenin kapıları demirdendir.Kale, Osmanlı döneminde burçlarla tahkim edilmiştir. Kayalar üzerine oturtulmuş olan kaleye çıkmanın ve bu nedenle kale ahalisinin kale yerine
aşağıda kasabada oturmasından bahseden Evliya Çelebi, kale surlarının sağdan ve soldan 5’er kule ile tâhkim edildiğini belirtmektedir.Hersek’in fethinin tamamlanması ve Mostar’ın ele geçirilerek sancak merkezi yapılması ile Blagay önemini zamanla kaybetmiştir.

Hersek bölgesinin, Dalmaçya kıyılarına bakan ve günümüzde ya Bosna sınırı içerisinde yer alan ya da Hırvat sahillerinde bulunan pek çok önemli kalesi vardır. Bunlardan bir diğeri Klis’tir. Celalzâde Mustafa Çelebi’nin anlatımı ile Klis, çevresine zarar ziyan eriştirdiğinden Hüsrev Bey tarafından, Bosna askeri ile kuşatılıp top çekilerek nihayet 13 Şevval 943 / 25 Mart 1537 tarihinde fethedilmiştir.Yüksek duvarlı ve derin hendekli Klis kalesi deniz kenarında olup kayalıklar üzerine oturtulmuştur.

Klis kalesi ile aynı ismi taşımasına rağmen Klis sancağının merkezi Klis kalesi değil, İhlivne’dir.Hersek bölgesi aynı zamanda deprem alanıdır.Bölgenin sadece XVII. yüzyılda yaşadığı çok sayıdaki depremlerin kayıtları vardır. Bu durum doğal olarak kalelere de sirayet etmiştir. Bölgede bulunan Novi kalesi, yaşadığı depremler ile tek başına yeterli bir örnektir. 1609 yılı ve 1640’larda Novi’nin yaşadığı depremlerin kayıtları dikkat çeker. Deniz kenarında bulunan Novi’nin yaşadığı yıkım sonucunda denizin çekilmesi, halkın mahsül alamaması ve denizden faydalanamamasına neden olmuştur.Bu nedenle tamiratın halka getirdiği külfet daha da ağır olmuştur.Novi,aynı zamanda Resne kalesi ile beraber yukarıda bahsedildiği üzere zaman zaman neferini civar görevlere gönderen kalelerdendir.

Dış kaleye sahip olan ve içerisinde camiisi bulunan bir diğer kale Obrofça’dır.191 Bosna’da pek çok örneği görüldüğü üzere burada da cedid ve atik olan iki kale mevcuttur. Cedid olan ikinci kalenin yapımına dair mühimme defterinde bir kayıt bulunmaktadır.Zilhicce 975 / 12 Haziran 1568 tarihli
hükme göre, kalenin inşası için Travnik dizdârı vazifelendirilmiştir.Bu kalelerin yanında, Zenica ve Maglay arasında yer alan ve kendine has bir mimarisi olan Vranduk kalesi gibi yine kendine has bir tarzda yapı olan Poçitel’de Hersek bölgesi kalelerindendir. Poçitel, iç kalesi içerisinde yer alan
kulesi ile göze çarpar. Zaten yüksek rakımlı bir tepe üzerinde yer alan kale, bu kule ile beraber müthiş bir yüksekliğe ulaşmaktadır. Bu hususiyeti ile Poçitel’in belki de Bosna-Hersek topraklarında yer alan en yüksek kale olduğu ileri sürülebilir. Günümüzde şehrin yarısında modern çağın yerleşim
yerleri, diğer yarısında ise kale içi yerleşimleri bulunmaktadır. Kale içi yerleşimde yer alan evler görece bakımlı olmalarına rağmen eski devir yapılarıdır. Sırtını yüksek bir tepeye yaslamış olan kale Neretva’ya ve şehre hâkim bir konumdadır. Kale iç ve dış olarak ikiye ayrılır. İç ve dış kalede de kale içi yerleşimler bulunmaktadır. Kalenin Mostar tarafına bakan cephesini uzun bir sur çevreler ve burada dış kale surlarının çevrelediği bir avlusu bulunur. Evliya Çelebi bu kaleye 500 er ve 500 top sığabileceğini belirtmiştir.Kaleye bugün bakıldığında bu sayıda topun yerleştirildiğini söylemek zor görünmektedir. Ancak dış kalenin alanı dâhil edildiği zaman, kale alanı 500 eri içine alabilir. Poçitel’in kulesi sayesinde çok büyük bir coğrafyaya kuş bakışı bakmak mümkündür. Bu durum Poçitel’i diğer kalelerden farklı kılmaktadır.

Genel olarak Hersek bölgesindeki kalelerin coğrafyasına bakıldığı zaman,Bosna kalelerine göre farklılık gösterdiği göze çarpmaktadır.İstisna örnekleri olmakla birlikte Hersek kaleleri Bosna kaleleri gibi nehir kıyısında değil daha çok deniz kenarında yer almaktadırlar.Deniz kıyılarında yer almayan iç kısımdaki kaleler ise, deniz kıyısında yer alan düşman yapı ve kuvvetlerinden gelebilecek saldırılara bekçilik etmektedirler. Hersek kaleleri denize doğru ve deniz boyunca sıralandıkları gibi, genellikle kayalık arazilerde bulunurlar.Mostar, Poçitel, Klis kaleleri bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Kayalık arazide bulunan bu kaleler aynı zamanda iç tarafta yer alan Bosna coğrafyasına da geçişi önleyecek kayalık-dağlık yörelerin geçişlerini kapatacak şekilde konuşlandırılmışlardır. Hersek, Bosna’dan farklı olmasına rağmen iç içe olduğu Dalmaçya ile beraber Bosna gibi büyük bir kale coğrafyasıdır. Coğrafyası, iklimi, şartları, karşısında yer edinmiş olan düşmanı gibi hususiyetlerde yaşanan farklılıklar, önemini Bosna’dan daha fazla yapmadığı gibi azaltmamaktadır. Knin’den Kotor’a, Kluç’tan İmoçka’ya kadar Hersek kaleleri, eyaletin diğer kaleleri gibi bölgenin önemli taştan neferleridir.

KAPUDANLIK

Bosna kalelerinin çalışma dönemi ile ilgili önemli ayrıntılarına girmeden önce Bosna’ya özgü bir kurumdan bahsedilmesi gereklidir. Bu kurum Bosna’yı serhad faktörü ile beraber yazarların pek çok kez dile getirdiği üzere özel statüsünü pekiştiren bir unsurdur. Bu kurum Kapudanlık kurumudur.
Kapudanlıklar belirli bir bölgeden veya kaleden oluşan arazilerdir. Bu araziler içerisinde yer alan Kapudanlıkların başında da Kapudanlar bulunmaktadır.Kapudanlık hem Bosna tarihinde hem de Osmanlı askerî tarihinde adından başka hususiyetlerinin zikredilmediği bir kara delik gibidir. “Kılâ-i Hakâniye Kaptanlıkları” da denilen Kapudanlıkların kuruluşu tam bir muammadır.Kapudanlık kurumunun kuruluşuna dair temelde iki farklı iddia yer alır:Bunlardan ilki, bölgeye gelen Osmanlıların Habsburg Avusturyasının Markgraf kurumuna tesadüf etmiş olmasıdır. İkinci ve daha çok kabul gören görüş ise bunların sınır boyu olan ırmaklarda askerî hizmette bulunurken sonradan kale kontrolünü üstlenerek savunma görevini ifa eden bir pozisyonu kazanmalarıdır.

Bir başka nazariyede Kapudanlık bölgelerinin, geniş salahiyetli timar bölgeleri olmasıdır.Gradişka (1558),Krupa (1565), Gabela (1591), Bihke (1592) ve Klis, Kapudanlığın ilk tesis edildiği kaleler olarak görülmektedirler.En son Kapudanlık ise 1802 yılında Hutovo’da kurulmuştur. Zaman zaman sınırların emniyetsiz olmaları üzerine teşkilatlandırılan kapudanlıkların hudutları belli olup bir kazada iki veya üç kapudan bulunabilmektedir.

Sınırlarda iken zamanla iç kısımlarda teşkil eden kapudanlıklara yapılan atamalar konusunda yazarların birbirleri ile olan ihtilafları göze çarpar. Buna göre kapudanlar, yerlerine gelecek olanı kendileri tayin edebildikleri gibi, atamalarının padişah beratına bağlı olduğu da belirtilmiştir. Kapudanlar, kendi mertebesinde sınırın karşısındaki yönetici ile müzakerede bulunabilecek, birçok dil bilen, farklı yerlerdeki kale onarımı görevlerini üstlenebilmektedir.Yayçe, Banyaluka Kapudanı beylerbeyi yapılabildiği gibi, Bosna paşası tarafından idamları sağlanabiliyor, sefer esnasında muhafız olarak muhafazaya bırakılabiliyordu.Doğrudan merkeze nefer arzı yazabilen Kapudanlar, bir dizdârı da Bosna paşasına şikâyet edebiliyorlardı.

Yerlerini her zaman akrabalarına bırakamayan veya paşalık elde edemeyen Kapudanların, zaman zaman kapudanlık ve paşalık için meydana getirdikleri mücadeleler de unutulmamalıdır.Mücadelelerin yanı sıra Kapudanlar sadece kendi içlerinde değil, başkalarına da zarar verebilecek faaliyetlerde bulunabilmekteydiler. Kendi içlerinden başka dışarıya verilen bu zarar, Kapudan’ın kendi etrafını, askerlerini de kapsamaktadır. Bunlara örnek olması adına bazı hadiseleri burada belirtmek gereklidir. Vidoska Kapudanı askerin maaşı üzerinden yolsuzluk yapmış, Cisr-i Kebir Kapudanı askere maaşını bir yıl verip bir yıl vermemiş, Kostaniçe Kapudanı eşkıyalık ettiğinden serhaddin öneminden dolayı görevinden alınmıştır.

Kapudanların, dizdârlar üzerindeki üstünlükleri göze çarpar. Buna rağmen temelde görevlerinin aynı oldukları söylenebilir. Bir kalede hem dizdâr hem Kapudan olması yine karşılaşılan durumlar arasındadır.Bu örnekte ise Kapudan dizdarın üstü olduğu gibi kalenin saldırı koluna bağlı (martolos, farisân, azebân vb.) birlikleri ile kalenin tüm personelinden sorumludur. Dizdâr ise tüm kale personelinden sorumlu olmayıp kalenin savunmacı birliklerinin (müstahfız, topçu vb.) komuta alanında üstüdür.

Kapudanlar sayesinde eyaletin askerî teşkilatlanmasını sağlamlaştıran Hekimoğlu Ali Paşa, Banyaluka’da, Habsburg ordusuna Viyana’dan daha acı bir mağlubiyet tattırmıştı. Başta sabıka İzvornik Kapudanı olan Mehmed Kapudan bu savaşta önemli yararlılıklar göstermişti. Öyle ki 1735-39 Savaşı, Kapudanlıkların yararlı oldukları tek sefer değildi. 16. YY esnasında yeni teşkil edildiklerinden ötürü kısıtlı olan Kapudanlıkların sayısı, Büyük Savaş (1683-1699) öncesinde 18’i bulmuştu. 1683-1699 savaşı esnasında belirtildiği üzere yararlılıklarının görülmesinden, savaşın sonrasında sayıları arttırılarak 32’yi bulmuştu. Bir sonraki yüzyılın başında sayıları neredeyse 40’ı bulacaktı.

SULTAN’IN BOSNA’DAKİ KALE NEFERİ

Personelin İhtiyacı: Tamirat ve Mühimmat
Kalelerin harp için hazır olmasının en önemli şartı tahkimat ve tamiratının yapılması ve içinde yeterli mühimmatın olmasıdır. Bu iki nedene göre daha mühim olan ise elbette savaş mekanizmasının yürütücü unsuru olan insan yani kaledeki asker / neferdir. Kale içerisinde yer alan nefere bakmadan önce, diğer unsurların üzerinde durulmasında fayda vardır. Neticede savaşın yürütücüsü olan kale personelinin en genel anlamda “yaşayabilmesi” ve sonrasında ise harp edebilmesi adına mühimmat ve tamirat konuları, önemli unsurların başında gelir.Batılı tarihçiler, Doğu’nun kalelerine karşı patroncu, tepeden bir bakış sergiliyorlardı.Osmanlılar kendi kalelerine Batılı tarihçileri yanıltan bir şekilde aslında kalelerde uyguladıkları tamir ve tahkimatlar ile gereken değeri veriyordu.Bahsedilen bu değer veriş, belli dönemlerde (özellikle savaş zamanında) ortaya çıkıyordu. Öyle ki Osmanlılar bazı zaman dilimleri içerisinde serhaddin diğer tarafındaki devlet ile arasındaki barışı korumak istiyordu. Kendi kapısında barış isteyen Devlet-i ‘Âliyye onarımları zaten hayli pahalı olan kalelerin genel görünüme uygun bir şekilde barışı korumasını istemiştir.Bu kaleler Osmanlıların varlığından önce de bölgede bulunan yapılar olabilirler. Bu eserler sonradan tamamı ile taş yapılara bürünecek derecede masraflı yapılardı. Bu masraf Dersaâdet’e özgü bir durum olmayıp işin faturası diğer Avrupalı devletlerinde gözüne çarpar nitelikteydi.
Kalelerin tamirat ve tahkimat işlerinin (özellikle İtalyan tarzı yapıda olanların) ne kadar masraflı oldukları bilinmektedir.

Bununla birlikte, tamir işleri için harcanan paralar, bahsi geçen nitelikteki kaleler için pahalı iken orta ve küçük ölçekli kaleler için görece daha ucuzdur.Devlet-i ‘Âliyye’nin tahkimat ve tamirat işlerinde harcanan “aynı miktardaki para”, Belgrad’a tek başına yeterken Bosna’nın neredeyse bütün kalelerini karşılamaktadır.Bununla birlikte Devlet-i ‘Âliyye’nin, tamir sürecine doğrudan dâhil olmayıp kalelerin tamiratına yerel ölçülerde halkı iştirak ettirmesi gibi pragmatik çözümler ürettiği de görülmektedir.

Osmanlı egemenliğine giren kalelerin ihtiyaçlarının karşılanmasına devlet tarafından her zaman dikkat edilmiştir. Bu durum savaş döneminde daha çok olduğu gibi barış döneminde de görülebilmekteydi. İlk zamanlarında Tuzla ve Gabela, XVII. yüzyılın başında Cazin, Bujin Kostaniçe, 1699 öncesinde Bihke 1654’te Knin, savaş esnasında tamir edilmişlerdi.Savaş zamanında yapılan tamirat elbette savaşın getirisi olarak hızlı ve pratik onarımlardı. Barış zamanında ise daha zahmetli yollardan ancak daha esaslı
onarımlar yapılabilmekteydi.1677-1678 Gradişka kalesinin onarımı neccârların iştiraki ile 10 hafta sürmüş ve 48.000 akçeye mal olmuştu.Nitekim 22 Temmuz 1673 tarihli bir belgeye göre, Sedd-i İslâm
kalesinin Kapudanı olan Mehmed, merkeze durumu bildirerek kale camiisinin onarımı için devletten para istemiş ve kendisine Bosna cizyesinden istenilen miktar tahsis edilmişti.Bu harap olmuş kale camisinin onarımı için verilen paraya dair bir makbuz ise hazırlanarak Kapudana verilmişti.

1699 Savaşı sonrasında Osmanlı’nın, Gradişka’nın varoşlarını şaranpolar ile çevirmesi, hendeklerini temizleterek tabyalarını tahkim ettirmesi Habsburgların ayağa kalkmasına neden olmuştur. Bu durum sadece mali olarak değil, bir kalenin onarımının siyasi zorluklarının olduğunun da göstergesidir. Kalelerin tamiratı ile ilgili başka kayıtlara da ulaşmak mümkündür. Eylül 1560 tarihli bir hükme göre binası için civardan cerahor temini ile tamir edilen ve yıkık bir hâlde bulunan Gradişka yakınlarındaki Yasenofça’nın, canlandırılması hâlinde ifa edilen savunmanın daha sağlam olacağı vurgulanmıştır.Muhtemelen Gradişka da benzer bir sebeple tamirat geçirmiş ancak politik sebepler neticesinde bu onarım durdurulduğu gibi, işin bedelini Bosna paşası ödemiştir. Öyle ki kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı sadece kaleleri değil, kaleye bağlı bulunan kimi kule ve köprüleri dahi tamir ettirmeye özen göstermiştir.

Onarılması istenen kaleler olduğu gibi, pek çok kez yıkılması istenilen kaleler de olmuştur. 1540’ta Sultan’ın emri ile ilk örneklerini gördüğümüz yıkılmış Bosna kalelerine, 1570 yılında Obrofça ve İskradin gibi kaleler de eklenmek istenmiştir.233 Tamiratı için Knin askerlerinin tayin edildiği Botanca Kalesi’ne 24 Mart 1676 tarihli bir fermana göre, 8085 akçe ayrılmıştır.Samabor gibi bazı kalelerin neferatına ise 25.762 akçe tahsis edilmiştir. Görüldüğü üzere, askerlerin mevacibleri yani ordunun / askerin beslenmesi, kalenin tamiratından ziyade masraflıdır. Kalelerin harp için şartlarını olgunlaştıran bir diğer mevzu ise harp mühimmatıdır. Mostar istihkâmları 1560’larda ve 1676 yılında tamir edildiği gibi, 1878 yılına değin baruthane olarak da kullanılmıştır.Kalelerin düşmana karşı top atışı saldırısı hariçte tutulursa, kale erlerinin sur dibine ok atabilmek için bir ellerini başlarının arkasından dolandırarak sergiledikleri fard ve kırat tekniği ile düşmanı yenmeleri beklenilmez bir durumdur. Bu nedenle kalede top atışının yapılması adına doğal olarak topların ve top için gerekli barut, güherçile vb. mühimmatın bulunması gereklidir. Örneğin Banyaluka ve Kamengrad, Bosna’da top yuvalaklarının (güllelerin) depo edildiği kalelerdendir. Ancak bu mühimmatın depo edildiği ayrıca önemli merkezler de bulunmaktadır. Banyaluka ve Kamengrad yukarıda zikredildiği üzere bu merkezlerdendir. Bazı yazarlar Osmanlı kalelerinde büyük oranda çakaloz tipi top ya da şayka tipi topların bulunduklarını söylemektedir.Ancak en başta mühimme defterlerine bakıldığı zaman Devlet-i ‘Âliyye’nin kalelerinde yer alan topların her çeşit boy ve niteliğe sahip oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Topların bulunduğu depolardan biri Belgrad’dır ve Bosna’ya sağlanan top ihtiyacı buradan karşılanmıştır..Toplar ile ilgili bu hususta başkentten gelecek olan emire göre yetkililer bu kararı  uygulamak durumundadır.

Bosna paşası, defterdarı vb. pek çok yetkiliye yazılmış olan Bosna kalelerinin
harp mühimmatı, barutu, gülleleri ile ilgili çeşitli arşiv belgeleri mevcuttur.1674, 1677-1678 tarihlerine ait Bosna kalelerine ait harp mühimmatının çoğunluğu İhlivne’den karşılanmaktaydı. Gradişka içinde geçerli ve ihtiyaç hasılı olan mühimmat yine İhlivne’den sağlanmaktaydı. Nitekim Ocak 1677
tarihli bir belgeye göre, Obrofça-i Atik ve Cedid, İvrana, İskradin, Ostroviçe ve Krka kaleleri ile bu bölgenin civar küçük kale ve palankaları hatta çevre halkı haydutlar ve eşkıyalar ile savaşmaktaydı. Uskok adı ile anılan bu haydutlarla yapılan çatışmalar küçük çaplıydı. Adı geçen bu haydutlara karşı yapılan savunma çatışmalarında kale erleri de etkin rol oynuyordu. Kale askerleri bu çatışmalarda kendilerine lazım olan barutu, aynı zamanda bir barut anbarı / mahzeni olan kalelerden karşılıyorlardı. Ayrıca kalelerinde bu çatışmalar esnasında, kale menziline giren ve yaklaşan düşmana karşı top
atışlarında bulunduğu tahmin edilebilir. Haydutlarla gerçekleşen çarpışmaların, yukarıda verilen nedenlerinden dolayı kalelerde bulunan siyah barut bitmişti. Yazılan arzın üzerine merkezden çıkan iradeye göre bu açığın 15 kıta barut ile “İhlivne”den karşılanması istenmişti.

Krka, İskradin, İvrana gibi kaleler, coğrafi olarak İhlivne’ye yakındır. Ancak İhlivne’den çıkan barutun sadece adı geçen kalelere değil, aynı zamanda Gradişka gibi kalelere gönderilmesi daha da ilginç bir durumdur. Neticede Gradişka ve civarındaki kaleler, Venedik serhaddinde değil, yukarıda kuzeybatımevkisinde Habsburg serhaddinde yer alan İhlivne’ye uzak kalelerdir.Hlivno, Hlevne, Ehlone ya da daha çok bilinen ismi ile İhlivne’nin, bu dönemde barut vs. harp mühimmatı bakımından Bosna’nın önemli depolarından biriydi ayrıca.

Kaleleri Koruyanlar
Bosna’nın ya da İmparatorluğun kalelerini koruyan askerler akla getirildiği
zaman bunların sadece kaleleri bekleyen askerler olduğu düşünülmemelidir.
Yeri geldiği zaman, kale zindanından kaçmış birini ya da bir başkasını
beylerbeyinin emri üzerine takip etmek adına da kale vazifelileri
görevlendirilebilmektedir.Araştırmanın birinci el kaynakları olan arşiv
belgeleri, bizlere askerler hakkında detaylı bilgiler vermektedir. Bu bilgiler
arasında askerlerin görevleri, sayıları, görevlerine nasıl geldikleri, bu
görevleri nasıl kaybettikleri gibi örnekler dikkate değerdir.
Askerlerin kalelere nefer olarak yazılmaları veya görev yerlerinin
değiştirilerek kaydırılmaları burada ayrıca belirtilmesi gereken bir diğer
önemli husustur. İki kalenin arasında savunma boşluğu oluştuğu zaman veya
düşmanın kale üzerine geldiği dönemde merkezden nefer talep edilebilmekteydi.

Bilindiği üzere bir kalenin en üst düzey görevlisi dizdârdır.Bosna paşaları
da paşalık ve beylik görevlerinden önce dizdârlık ve benzeri kale
görevlerinde bulunabiliyorlardı.Bununla birlikte Bosna paşalarının da
dizdâr kadar kale savunmalarında oldukça mahir oldukları bilinmektedir.
Daha önceki bölümlerden bahisle, dizdârların kale onarım meselesinde mahir
oldukları belirtilmişti. Kale dizdârı bir tamirat için başka bir kaleye atandığında
yerine kethûdası geçebiliyordu. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya göre hizmetinde yaramazlık görülen yeniçeriler, dizdâr yapılabiliyorlardı.

Öyle ki Uyvar Kalesi’nin 31. Cemaatinde çorbacı olarak bulunan bir yeniçeri, uygunsuz hareketlerinden dolayı Yayçe dizdârı olarak tayin edilmişti.Kalenin kumandanı olan dizdâr (veya Kapudan) ve üst rütbeli askerî sınıf ağalarının (kethûda, ser-bölük, azep-faris ağaları) dışında kale personelinden bahsetmek faydalı olacaktır. Kalelerde askerî kollara mensup olan neferler haricinde, Osmanlı kale teşkilatının da anlatıldığı bölümde verildiği üzere daha pek çok görevli bulunmaktadır. Bunlar arasında neccar, demirci, bevvâb gibi pek çok kişi sayılabilir. Peki Devlet-i ‘Âliyye’nin Bosna’daki kalelerinde yer alan – askerî – kale personeli kimdir? Kale içerisinde 5 grup askerî sınıf bulunmaktadır.Bunlar; martoloslar, azepler, topçular, farisler ve müstahfızlardır. Kapukulu yeniçerilerden ayrılan yerlikulu yeniçerilerin en basit anlamda, eyaletlerde ve hudutlarda görev alan yeniçeriler olması gibi ismi belirtilen kale görevlileri de hudutlarda dizdâr emri altında görev almak üzere oluşturulmuş birliklerdi.Bu kişiler arasında belki de görevi en bariz ve açık olanı topçu birlikleridir. Stratejik öneme haiz bulunan ve içerisinde topların bulunduğu kalelerde topçu birlikleri de bulunmakta ve bu birlikler kalenin aktif bir şekilde (savunma veya saldırı amaçlı) çatışması esnasında topları kullanmakta idiler. Barış döneminde ise topçu birlikleri, topların yer aldığı kalelerde bulunmakta ve talimlerini yaparak savaş için hazırlanmaktaydılar. Kalelerde bulunan askerî sınıf arasında genelde en kalabalık olanı azeplerdir.Teşkilat örgütlenmesi yeniçerilere benzeyen azepler piyade sınıfına mensupturlar. Gerektiği zaman her türlü görevi ifa edebilen azepler, kalenin tamiratında, bevvâblık görevinde, kale savunmasında yer alan bir birliktir.Azepler gibi piyade olan müstahfızlar256, azeplerden farklı bir şekilde kalede çeşitli görevler ifa etmekten ziyade sadece kalenin korunması ile vazifelidirler.Kalelerde bulunan atlı birliklere farisân denilmektedir. Farisânlar önemlerine göre farisân-ı evvel, farisân-ı sani gibi ortalara ayrılmıştır. Farisânların kaledeki görevleri; düşmana karşı ani baskın düzenlemek, kuşatılma durumunda huruç kapılarından çıkarak kuşatmacı ordunun harekâtını kesintiye uğratmak olup farisânlar sınır ötesi akınlarda en sık kullanılan birliklerdendir. “Garnizon süvarileri, orduların güvenli hareketi için zorunlu bir adım olarak kalenin rolünü azaltarak, geçip giden düşman kuvvetlerini taciz etmekte de kullanılırdı.”

Kalelerde yer alan son askerî sınıf ise martoloslardır. Martoloslar, azepler gibi çok fonksiyonlu olan birliklerdir. Fonksiyonları sadece nicel anlamda özel görevlerde değil, genelde hem savunma hem saldırı alanında görülmektedir.Martoloslar kalelerin (ve dahi sınırların) hem savunması durumunda hem de saldırı harekâtlarında yer alan birlikler arasındadır. Martoloslar; önemli sınır bölgelerinin halklarının güvenliğini sağlamak ve belirli yerlerde nezarette bulunmanın yanı sıra ileri harekatlârın hazırlık safhasında ön çalışmalarda bulunuyorlardı. Öyle ki bunlarla birlikte martoloslar Venedik’e, Habsburg canibine yapılan neredeyse bütün seferlere bilfiil iştirak etmektelerdi.Serhaddin durumundan dolayı stratejik bazı kararlar da alınabiliyordu. Kalelerin askerleri birbirlerine kimi sebeplerden dolayı nakledilebiliyorlardı. Knin Kalesi’nde bulunan farisânlar, Kladuş kalesine aktarılmışlar ve burada da müstahfız olarak görevlendirilmişlerdi. Askerler, yukarıdaki örnekte görüldüğü üzere sadece bir kaleden bir kaleye aktarılmıyor, sınıflar arasında geçişler ile görev değişikliklerine de tabi tutuluyorlardı.Ayrıca kale eri olarak yazılacak asker sadece merkezin emri üzerine kale neferi veya yerli kulu olarak değil, bizzat Bosna paşasının mahiyetinden atanabiliyordu. Bu durumu ise paşanın yine merkeze belirtmesi zorunluydu. Bu hususiyeti şu örnek gayet iyi açıklayacaktır: Nisan 1673 tarihinde Kladuş kalesinde müstahfız ve topçu sınıfından askerlere ihtiyaç vardı. Ancak Prozor kalesinin, Kladuş’a atanacak olan aynı sınıftan askerlere ihtiyacı olması durumu da ortaya çıkmıştı. Kladuş için istihdam edilen askerlere dokunulmamış, Paşa bizzat kendi mahiyetindeki askerleri Prozor kalesine göndererek pragmatik bir şekilde olayı sağlıklı bir çözüme kavuşturmuştu.

Osmanlıların, Bosna’da bulunan kalelerinde yapılan nefer alımları yukarıdaki örnekte olduğu şekilde cereyan etmemektedir. Bahsedilen örnekte bir kriz durumu yaşanmış olup, Bosna paşası olaya müdahale ederek durumu pragmatik yollardan çözmüştür. 1676 yılında İhlivne’de Karaorman’da bulunan bir farisân ağası olan Nur Mehmed’in, görevinde bulunmayıp kalede durmadığı tespit edilmiş, konu
mahkemeye intikal etmiştir. Dizdâr’da olduğu gibi, diğer üst rütbeli olan askerlerin de kaleden sebepsiz yere ayrılmaları yasaktır. Bu sebeple Nur Mehmed mahkemeye çağrılmış ancak kendisinin gelmemesi üzerine mahkemeye getirilmesi için kadı tarafından adamlar gönderilmiştir. Ancak Nur Mehmed’in hâla kalede bulunmamasından dolayı mahkeme çağrısı yapılamayarak kadı huzuruna getirilemediği belirtilmiştir.Görüldüğü üzere serhaddin getirdiği zorluklardan ötürü sadece askerlerin firarı değil, rütbeli askerlerin de firarları belgelere yansımıştır. Nur Mehmed bilinmeyen nedenlerden dolayı bir şekilde, yasak olmasına rağmen kaleden ayrılmış, resmî dille belirtilecek olursa firar etmiştir. Askerî firarîlerin sonradan yakalanarak kadı huzuruna çıkarılması ve hapis vb. ağır cezaların uygulanması burada örnekleri verilemeyecek kadar çoktur. Nur Mehmed’in sıradan bir asker olmaması, mahkemeye çıkarılamayarak firar etmesi ve yakalanamaması konuyu daha da ilginç bir hâle getirmektedir. Nur Mehmed ya gerçekten Osmanlı’nın adaletinden kaçmıştır ya da ilgili arşiv evrakının olmamasından dolayı şahıs hakkında bilgiye sahip olunamamaktadır.Görüldüğü üzere Nur Mehmed’in davası takip edilememektedir. Burada takip edilemeyen bu davanın özellikle verilmiş olmasının nedenleri mevcuttur.
Özellikle mühimme defterlerinde bir hata işlemesi neticesinde Devlet-i ‘Âliyye’nin takibatına maruz kalan kimseler, üst rütbeli kale personeli değildir. Öyle ki bu kişilerin takibatı bir şekilde sonlandırılmış ve adalet yerini bulmuştur. Nur Mehmed örneğinin verilmesi, bu kimsenin öncelikle rütbeli bir kale zabiti olmasıdır. Kale neferlerinin davaları sonlandırılmışken, rütbeye haiz olan bir kale personelinin davasının sonuçlandırılamamış olması ise örneğin verilmesinin aslî nedenidir.

Kalelerde görev yapan bir diğer askeri grup, martoloslardır. Etimolojisi
Grekçeye dayanan martoloslar, Osmanlılarla karşılaştıkları ilk zamanlardan
itibaren XVIII. yüzyıla dek varlıklarını sürdürmüşlerdir.264 Belgelerden
öğrendiğimiz kadarıyla Kolaşin kalesinde yer alan martolos-ı evvel ağası
Mehmed, durumu her açıdan iyi olmasına rağmen yerini bir başkasına
kaptırmıştır. Ancak Mehmed’in yerine geçen şahsın görevinde bulunmaması,
askerini memnun edememesi üzerine mezkûr Mehmed’e görevi tekrar iade
edilmiştir.265 Bir diğer misal ise Musa hakkındadır. Musa, Kamengrad kalesi
martolos ağalığını elde etmiş ancak zulümle bu göreve gelerek para
toplaması üzerine görevinden alınmış, görev daha önce kime verilmişse
tekrar ona tevcih edilmiştir.Bu görevi nasıl elde ettiğini bilmediğimiz
Musa’nın yaptığı gibi rütbeli askerlerin, erlere yaptıkları zulümden dolayı
görevleri ellerinden alınabilmektedir. Bu durum elbette sadece martoloslar
veya kale personeli için değil, tüm askerî zümre için geçerli olan bir
durumdur. Ancak Musa’nın görevinden alınması, daha önceden bu görevi
yerine getiren ve işini hakkı ile yapan kişiye görevin iade edilmesi, adalet
mekanizmasının tespit, karar ve hakkaniyet aşamalarında askeriye için doğru
yönde ilerlediğinin bir göstergesidir.

Martoloslar hakkında verilmiş olan örnekler Bosna kalelerinde yer alan diğer
askerî sınıflara mensup kişilerin de başına gelebilecek durumların örnekleridir. Geneli yansıtan bu örnekler Der-saâdet’in sadece Bosna’daki kalelerinde değil, İmparatorluğun genelinde yer alan diğer kalelerde de görülebilmektedir. Travnik gibi pek çok Bosna kalesinde tüfenkçi birlikler ve cephanelikler
bulunmaktadır.Kalelerde bulunan bir diğer önemli ateşli silah birlikleri
topçulardır. Topçu birliklerinin haftada iki kez talim zorunluluğu vardır ve
başlarında bulunan ağalarına da sertopçu denir. Sertopçular veya topçular da
yukarıda verilen örneklerde olduğu gibi istenmeyen durumlar ile
yüzleşebiliyorlardı. Eyalete tabi olan kalelerden, Srebrenik yakınlarındaki
Istragar Geçidi kalesinde, sertopçu bulunan İsmail’in vefat etmesi ile yerine
oğlu Murad bu göreve layık görülmüş ve babasının ulufesi kendisine
verilmiştir. Ancak bu durum kağıt üzerinde kalmış ve Murad yerine dışarıdan
Ahmed adında birisi bu görevi beratı olmadan izinsiz olarak ele geçirmiştir.
Ancak durumun iç yüzü anlaşılmış ve adı geçen Ahmed’in bu görevden
uzaklaştırılarak hak ettiği üzere görev İsmail’in oğlu Murad’a verilmiştir (1671).

Kalelerde bir personelin görevinin dışarıdan bir başka kişi
tarafından ele geçirilmesi durumu sıkça görülmektedir. Ancak adaletini
sağlam ve hızlı bir şekilde sergileyen Osmanlılar, yukarıda verilen örneklerde
olduğu gibi görevi gerçekten layıkıyla yapabilecek olan kale personelini
görevine geri getirmiştir.Kale erlerinin beratlarını nasıl elde ettikleri veya kaybettikleri gibi bilgileri
incelediğimiz belgelerden bulabilmekteyiz. Novosin’de dirliği olan bir asker,
Leh seferi sonrasında Kamaniçe muhafazasında bırakılmıştır. Burada
hastalanan bu müstahfız, dirliğini Kotor muhafazasında müstahfız olan
Şahin’e bırakmıştır. Ancak bu müstahfız iyileşince 1678 yılında Şahin’e
bıraktığı dirliğinin iadesini istemiştir. Kale neferinin dirliğini bir başkasına
kendi rızası ile hasta olması (vb. diğer nedenlerden) sonucu bırakması, hem
Bosna hem İmparatorluğun diğer kalelerinde de karşılaşıbilinecek bir örnektir. Ancak dirliğin eski sahibinin iyileşmesi ve dirliğini kendisi için geri talep
etmesi, belgenin konusuna renk katan bir durum olarak zuhur etmiştir.
Bir diğer örnek Kethûda Ahmed ile ilgilidir. Bihke sancağında yer alan Drejnik
kalesinin kethüdâsı olan Ahmed, Çehrin Seferi’ne katılmıştı. Kethüdâ Ahmed,
sefer esnasında kale kuşatmasında bulunmuş, tabur cengine katılarak
yararlılıklar göstermişti. Ancak kendisi bu yararlılıkları gösterirken Turan
adında biri, Ahmed’i sanki kale görevini terk etmiş gibi göstermişti. Bu
nedenle kethüdâlık görevi Ahmed’den alınarak Turan’a verilmişti. Ancak
Kethûda Ahmed görevinden ayrılmadığını, sefere gittiğini ve seferde
yararlılıklarda bulunduğunu beyan ederek görevinin iade edilmesini istemişti
(Temmuz 1679) Bu misallerin yanında diğer kale görevlilerine dair verilere de ulaşmak
mümkündür. Azebân sınıfı bunlardan biridir. Özellikle de azebân ağalarının
görevlerini yerine getirirken beratlarını zayi etmeleri bu hususa misal olarak
verilebilir. Beratını zayi eden kale personeli, bu durum üzerine merkeze arz
yazarak (ya da yazılmasını talep ederek) beratının zayi olduğunu bildirip
yenilenmesini isteyebilmekteydi.Sancak beyi, dizdâr, kethüdâ, miralay gibi
çeşitli diğer askerî statülerde bulunan kimseler de bu belgeleri kaleme alanlar
arasındadır. Bazen belgelerin, çeşitli asker ağalarının arasından ortak bir
şekilde imzalanmış (mühürlenmiş) olarak çıktıkları görülmektedir.

İncelenen belgeler askerlerin kendi kariyeri içerisinde hangi görevlerde bulunduğunu takip etme imkânını vermektedir. Mesela incelenen dönem içerisinde Bosna Eyaleti’nin sancaklarından Zaçesne’ye (Pakraç) ait kayıtlar bu anlamda dikkate değerdir. Zaçesne sancağında bulunan Siraç
kalesinin farisân ağası olan Ömer’in, yerini kardeşi İbrahim’e bırakması bu anlamda misal olarak verilebilir. Belgeye göre Ömer’in yerini kardeşine bırakmasının nedeni, artık başka bir görevi tasarruf ediyor olmasıdır. Ancak Temmuz 1678 tarihli bu ilk belge bu noktada sessiz kalmakta ve bizlere Ömer’in nereye gittiği ya da hangi görevi tasarruf ettiği hakkında bilgi vermemektedir. Ancak yine Siraç kalesine ait bu sefer daha ileri tarihli (Ekim 1678) olan bir belgeden Ömer’in öldüğü görülmektedir. Bu belge sayesinde daha önce öğrenilemeyen bazı hususlar açığa çıkmaktadır. Belgeden anlaşıldığı kadarıyla Ömer, Siraç kalesinin azebân-ı evvel ağası ve Kapudanlığı görevine yükseltildiği için, eski görevi olan farisân ağalığını kardeşine bırakmıştır.İki belge arasında fazla bir tarih farkı bulunmaması Ömer’in Kapudanlık görevini uzun bir müddet sürdüremediğini de göstermektedir. . Özellikle serhadlerde yer alan kalelerde (Zaçesne Sancağı / Siraç Kalesi gibi) görevde bulunan Kapudanların, kalenin operatif/hücum koluna mensup askerlerden (farisân gibi) seçilmesi göze çarpmaktadır. Belge ışığında tespiti yapılan bilgiler Kapudanlar hakkında bir önceki bölümde verilen bilgileri genel bir şekilde doğrular niteliktedir.

İncelediğimiz belgelerde Bosna’da bulunan bazı Osmanlı eliti hakkında da
bilgi verilmektedir. Sonradan Bosna paşalığına Kapudanlıktan yükselecek
olan Atlıbeyzade Mehmed Paşa bunlardan biridir. Atlıbeyzade Mehmed, bir
belgeye göre Knin kalesinin Kapudanı olmadan evvel azebân-ı evvel
ağasıdır. Kendisi serhad kalelerinden Knin’de tecrübe edinmiş ve ehil hâle
gelmiş olacak ki Kapudanlık görevine getirilmiştir. Kapudanlık görevine
atanmadan evvel almış olduğu yevmiyenin, diğer azeban ağalarına göre
fazla oluşu onun liyakatli ve Kapudanlığa aday biri olduğunun da
göstergesidir. Rütbeli Osmanlı askeri, kendisinden sonra, kendisinin eski
görevine tayin edilecek kişi üstünde söz sahibidir. Bu durum belgelerde
sıklıkla görülmektedir. Kişi kendi yerine gelecek olan görevliyi seçip
önerebilmektedir. Belgelerin diliyle göreve layık kimselerin yarar, mahall-i
müstehak, emekdâr, serhaddin yarar kulu, serhaddin emekdârı gibi
özelliklere sahip olmaları tercih edilen bir husustur. Kapudan Atlıbeyzade
Mehmed kendi yerine gelecek olan azebân ağasının emekdâr ve mahall-i müstehak bir kişi olmasından kendi ihtiyarı ile onu, eski görevi için önermiştir.
Üstelik bu kişinin Atlıbeyzade’nin akrabası olmayıp dışarıdan bir başkası
olması, durumu ilginç kılmaktadır.Rütbeli olan bir asker yukarıda anlatılan bütün bu durumların  haricinde kendi isteği ile kasr-ı yed ile görevinden el çekmiş yani feragat etmiş olabilir.
Kasr-ı yed özellikle, tekaüdlüğü yaklaşan bir babanın, kendisi ile aynı kalede
daha düşük rütbede olan oğluna görevi bıraktığı durumlarda sıklıkla görülmektedir.

Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere Bosna kalelerinde görevli olan
neferlerin azil sebepleri ile yerlerine kimlerin geldiğine dair bilgiye ulaşmak
mümkündür. Tablo verdiği bilgiler bakımından Bosna ile ilgili bilgilere
ulaşmamızı mümkün kılmaktadır. Bu çerçevede araştırmanın neredeyse her
yılından ve araştırma sahasının pek çok farklı kalesinden verilere ulaşılmıştır.Veriler arasından görevin bırakılma sebebi olarak en çok kişinin fevt olması
görülür. Bunu hemen ardından görevinden kasr-ı yed ve feragat edenler izler.
Ancak bu kişilerin bir terfi neticesinde görevlerinden el çekip başka bir göreve
mi geldikleri yoksa tekaüdlük durumu mu olduğu cevabı bilinmeyen bir soru
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların haricinde azil sebebi bilinmeyen, aynı
görevde kalmasına rağmen görev yeri değiştirilmiş, firar etmiş olan askerlerin
kayıtları da bulunmaktadır. Yukarıdaki tablo içerisinde tek bir örnek de olsa
bir kişinin ehliyetsiz olmasından dolayı azledilmesi ilgi çekmektedir. Bu kişi
Klis sancağındaki Bilay Buniç palankasından Mustafa adlı kimsedir. Belgede
Mustafa’nın askerlerin iyi hâllerine rağmen onlara karşı sinirli bir tavırla
yaklaşan ve görevini eda etmek için yeterli iktidara sahip olmayan bir kimse
olduğu ifade edilmiştir. Askere karşı sert mizacı ve görevi adına ehliyetsiz
olduğu savunulan Mustafa, bizzat askerleri tarafından üst mercilere şikayet
edilmiştir. Bunun üzerine yetkililer, askerin haklı olduğu kanaatine vararak
Mustafa yerine yine bu serhad kalesinin kullarından olan emekdâr ve yarar
bir kimse olan İbrahim’in göreve tevcih edilmesini merkeze arz etmişlerdir.

Benzer bir misal Nova-i Cedid kalesinde de yaşanmıştır. Nova-i Cedid kalesi dizdârı olan Yusuf görevini ihlal etmesinden dolayı görevinden azledilmiştir. Dolayısıyla dizdârların da yukarıdaki örneklere benzer bir şekilde görevlerinden azledildikleri görülmektedir. Bu tablo bize askerî zümreler arasındaki geçişleri de göstermektedir. Keza azebân ağalığı görevine getirilen bir kişinin mesela daha önceden farisân olduğu tespit edilmektedir.

Osmanlı garnizonlarında asker sayısı durağan değil aksine dinamiktir ve bu dinamizm kendisini askeriyenin nabzının attığı yerde gösterir. Ordu gibi kale birlikleri de pragmatik bir şekilde stratejiye göre tasnif ediliyordu ki bu savunmada birliklerin etkisiz olduklarının ya da rastgele toplanmış insanların derlemesi oluşunun kanıtı değildir.Büyük olan kalelerde yeniçeri ve topçu birliklerinin sayıları fazladır. Küçük olan kalelerde ise gönüllü vb. hareket ettirilmesi açısından esnek olan birlikler dikkat çekmektedir.
Kale, egemenlik simgesi olduğu gibi aynı zamanda savunmanın en önemli unsurudur. Ancak Osmanlılar, kalelerini uzun zamandır sadece savunma amaçlı yapılar olarak görmemektedir. Kale, hücumun pekiştirilmesi adına ileriye açılan bir kapı niteliği de taşımaktadır.Osmanlılar, sefer yaptıkları bölgede bulunan kalelerin askeri personel sayılarında azaltma veya arttırma yapabilirdi.Dolayısıyla, Bosna serhaddinde bulunan düşmana karşı sefer yapılması kararı alınmış ise Bosna kalelerinin asker sayıları arttırılabilirdi.Kuzeyde Rusya’ya doğru bir sefer kararı alınmış ise bu sefer de Bosna’daki kale askerinin sayısı azaltılabilirdi. Bu nedenle, hemen aşağıda ele alınacak olan Bosna kalelerinin asker sayılarına dair değerlendirmeler bu unsur göz ardı edilmeden irdelenmelidir.

Kluç kalesinde 1528-1530 yıllarında 46 kişilik bir garnizon vardı.286 Kluç gibi
serhadden ziyade iç kısımlarda yer alan Bosna kalelerindeki garnizon
içindeki nefer sayıları benzer bir şekilde aynı tarihlerde düşüktü. XVI. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Bosna geçici de olsa serhad özelliğini kaybetmiş ve
kalelerde sembolik olarak az sayıda garnizon kuvveti kalmıştır.287 Bosna’daki
kalelerin pek çoğunun garnizonunda yer alan nefer sayısı 20’yi geçmiyordu.
Erken tarihlerde biraz daha zıt bir örnek olarak 1530 yılında Banyaluka kalesi
garnizonunda 105 nefer yer almaktaydı.Bu konuya dair bir diğer önemli
örnek ise Travnik kalesinin garnizon mevcududur.

Kral II. Tvrtko’nun yaptırdığı savunulan ancak 1430’larda inşa edildiği aşikâr olan Travnik kalesinin içerisine Sultan II. Bayezid döneminde bir garnizon yerleştirilmişti. 1500’lerin hemen öncesinde içerisinde 100’den fazla savunanı bulunan Travnik kalesinin garnizon mevcudu290 yukarıda belirtildiği üzere sınır özelliğini kaybeden diğer Bosna kalelerinin mevcutları gibi düşmüştü. 1516 yılında içerisinde 96 savunanı bulunan Travnik’in 1530’daki garnizon asker mevcudu 47 idi. Öyle ki Travnik kalesinin garnizon mevcudu uzun yıllar boyunca bu düşük sayılarda seyredecekti.1660 yılına gelindiği zaman, kalenin içerisindeki nefer sayısı bilgisine haiz olmamamıza rağmen garnizon içerisindeki nefer mevcudunun yüksek bir sayıda olduğu savunulabilir.

Hersek bölgesinde yer alan kalelerin de nefer sayılarının yukarıda
savunulduğu üzere zaman zaman düşük oldukları göze çarpmaktadır.
Günümüzde Mostar’ın 140 km doğusunda bulunan Jelec içerisindeki birkaç
topu ve 20 nefer savunanıyla Evliya Çelebi’ye göre ra’nâcık ancak küçük bir
kaledir.294 Sührab Mehmed Paşa’nın Bosna paşalığı zamanında (1665-1666)
coğrafyayı gezen Evliya Çelebi, bu tarihlerde Blagay ve Poçitel kalelerinde de
benzer şekilde 50’şer nefer olduğunu nakletmiştir.295 Venedik elindeyken
baruthane kalesi olan, dağlarında beyaz güherçileler bulunan, kayalıklar
üzerinde küçük ama sarp ve etrafı çok ve sağlam burçlarla çevrili olan bir
diğer kale Resne’dir. Sührab Mehmed Paşa döneminde içerisinde 200
savunanı olmasına rağmen Resne’de bu dönemin küçük ölçekli nefer
mevcuduna sahip garnizonlarındandır.

1630’da Yasenofça’da 40, Dubiça’da 150297, 1660’larda Vinçac’ta 20,
Glamoç’ta 70298, Yasenofça’da 150, İzvornik’te 150299, Dubiça’da 200300 Udbina’da 200 kişilik garnizonlar vardı. Artan sayılara ve 200 kişilik kalabalık
görünen garnizonlara rağmen, adı geçen Bosna kalelerinin garnizon
mevcutları düşüktür. XVII. yüzyılın son yıllarında önceki yıllara göre
içerisindeki nefer sayısı ile daha fazla garnizon mevcudu barındıran
Saraybosna (150 nefer) ve Maglaj (200 nefer)301 kalelerinin de garnizon
mevcutları düşüktür. Belirtilen garnizon nefer sayıları, yer aldıkları kalelerin
küçük ölçekli garnizonlara sahip kaleler olduklarını göstermektedir.
Osmanlı-Venedik Savaşının devam ettiği yıllarda (1645-1669), önemli sayılar
ihtiva eden garnizonları ile büyük ölçekli oldukları savunulabilecek kalelerde
vardır. Bu kalelerin garnizon mevcutlarının yüksek nefer sayılarına
ulaşmasının elbette en önemli nedeni devam eden savaştır. Bu kalelerden
birisi, çalışma dönemi (1669-1683) içerisinde de yüksek garnizon mevcuduna
sahip olan Novi’dir.

Novi’de kapukulundan, yerli ve gönüllü askerine kadar yer alan 1900 asker,
Bosna eyaleti içerisinde yer alan kaleler arasında Novi’nin önemli büyüklükte
bir garnizona sahip olduğunun göstergesidir. Barış döneminde
garnizonundaki 1000’e yakın askeri ile Novi’nin, savaş döneminde belirtilen
sayıda bir garnizon mevcuduna ulaşması doğaldır. Evliya Çelebi’den nakille
öğrendiğimiz bu bilgiyi ilginç kılan, 1900 neferin 900’ünün yerli neferattan
olmasıdır. Nitekim, 1669-1683 yılları arasında incelenen arşiv belgeleri
içerisinde yerli kale neferine rastlanmamıştır.

1645-1669 Osmanlı-Venedik Savaşı devam ederken, içersindeki yüksek
garnizon mevcudu ile dikkat çeken bir diğer kale Gabela Cedid-i Sedd-i İslâm
kalesidir. Evliya Çelebi Cedid-i Sedd-i İslâm, Gabela-i Atik, Norin kalesi, Korp kullesinin tamamında (her biri bir kaleye bedel!) 1800 nefer olduğunu belirtmektedir. Bu dört istihkâmda yer alan 1800 neferden 350 tanesinin Norin kalesinde, 80 tanesinin ise Korpi kulesinde olduğu yine aynı kaynak
ışığında tespit edilmiştir. İsimleri belirtilen iki istihkâmın garnizon sayıları
toplam sayıdan çıkarıldığı zaman Gabela’da 1370 asker olduğu ortaya
çıkmaktadır. 1370 kişilik garnizonu ile Gabela da savaş döneminde önemli
nefer mevcuduna ulaşmış, bölgenin büyük ölçekli bir garnizonu olarak göze çarpmaktadır.

Osmanlılar ilk fethettikleri zamanlarda kaledeki asker sayısını özellikle
bölgenin güvenliğini sağlamak adına yüksek tutarlardı. Ancak sınır öteye
ilerledikçe, içeride kalan kalelerin sayıları yukarıda örnekleri verildiği gibi
düşmekte idi. Askeriyenin nabzı nerede atıyor ise stratejik kararlar da ona
göre veriliyordu. Dolayısıyla erken dönemlerde asker sayısı bu denli az iken
XVIII. yüzyıl ve sonlarında doğal olarak sayılar artmaktaydı. Nitekim XVII.
yüzyılda içeride kalan Maglay kalesinin mevcudu XVIII. yüzyılda 6 cemaat ile
440’a çıkmıştı.Devletin kaleye yerleştireceği askerin sınıfı ve sayısını tayin eden en önemli
faktörlerden biri de coğrafyaydı.Örneğin 1560’larda yeni fethedilen
kalelerden olan Krupa’ya Kamengrad’dan 50 atlı nefer yazılmıştı.306 Özellikle
atlı neferlerin buraya gönderilmiş olmasındaki neden coğrafyanın müsait
olmasıdır. Ülkenin kuzey kısmının düzlük olması; yerleştirilen askerlerin atlı,
hareketi kolay ve hızlı birliklerden seçilmesine neden olmaktaydı.
1683 Viyana Seferi esnasında 8 Haziran 1683 tarihini taşıyan bir Bosna kale
defterinde 75 kalenin adı zikredilmiştir.307 Bu defterde Travnik, Maglay gibi
kalelerin isimleri yer almamaktadır. Bu durum, defterde, sefer öncesinde olası
bir karşı-saldırıya hazır hale getirilmiş ve daha çok sınırlarda yer alan
kalelerin bilgilerinin deftere yansıtıldığını göstermektedir. 

Günümüzde Hırvatistan-Dalmaçya topraklarına komşu olan Hersek bölgesinde yer alan Hersek, Krka ve Klis livalarında 1683 tarihinde 29 kale bulunmaktadır. Sayının bu kadar az görünmesinin nedeni, sadece sınırda yer alan aktif kalelerin isimlerinin kaydedilmesidir. Kaleler hakkında defterler ışığında bilgi verilmeye başlanmadan evvel hemen burada belirtilmelidir ki, Osmanlıların defterlerinde yazılı sayılar o dönemde serhadde ne kadar büyüklükte bir garnizon “bulundurmak istediklerinin” yansıması olup, defterin tutulduğu “o” zaman dilimine aittir.Buna iyi bir örnek olarak Kladuş kalesi verilebilir. 1673 senesine ait iki farklı belgede Nisan ve Aralık aylarında kaleye asker yazılmıştır. Nisan ayında Kladuş’a, Knin kalesinden müstahfızân yazılması amacı ile farisân askeri gönderilmiştir. Bu sayıların farazi olduğunun en büyük göstergesi aradan pek bir zaman geçmeden aynı kaleye yeniden asker alımı yapılmış olmasıdır. Aralık ayında yine benzer bir miktarda 48 asker yazılmış ancak bunların da 38’i kalmıştır.Nisan ayında yazılan askerden eser kalmadığı gibi, sonradan yazılanlardan da gidenler olmuştur. 1700’lü yılların başlarında ise Kladuş’taki nefer sayısı 77’dir.Kotor kalesinin yeniden hudud-ı İslâmiyye’ye dâhil olmasından ötürü, tedbir amaçlı olarak Nisan 1673 tarihinde İskradin’e 40 nefer yazılmıştır.Bunların arasında ağa, kethüdâ, hoca, alemdâr da vardır ki yazılan askerler bir cemaat olarak teşkil edilmiştir. Serhaddin üzerinde olan İskradin, Krka gibi kaleler de önem arz ederler. Krka’da 1673 yılında askerlerin tahkik edilmesine ihtiyaç duyulmuştur. Tespit edilen 328 neferden bir kısmı kale savunmasında yer almıştır. Bu kaleler Novi, Budak, Ribnic, Barleta Bilay, Vranciç kaleleridir. Bu tarihte Barleta Bilay kalesinde 70 nefer olduğu yazılıdır. İlginç bir şekilde 1683 yılında kalede yine 70 nefer bulunur.Zaten Ribnic ve benzeri bu kaleler 36 nefer gibi az sayıda mevcuda sahip küçük kalelerdir. Her sancak ve eyalette olduğu gibi bazen askerler mevaciblerini (özellikle) barış dönemlerinde alamazlar. 1672 yılı itibariyle Klis kalesi vazifelileri 1
yıldır, yine Klis sancağında bulunan bazı düşük mevcutlu palanka-kaleler 2 senedir mevaciblerini alamamışlardır.

Hersek-Krka ve Klis’te yer alan bu 29 kaleden 12 tanesinin garnizon mevcudu 50’den düşüktür. Bu kaleler arasında Blagay, Kluç, Vrnogracaç ve Lubuşka gibi kaleler bulunmaktadır.Aralarında İmoçka’nın da bulunduğu 6 kale 50-100 arası nefer mevcudu bulundururken Sin, Vranik gibi 6 kalede 100-300 arası nefer bulunmaktadır. En fazla neferi barındıran kaleler aşağıda verilmiştir .

1683 yılında Hersek bölgesinde en fazla nefer mevcuduna sahip 5 kale

Kale Sancağı Nefer Sayısı Novi Hersek 947
Knin Krka 500
Sedd-i Cedid-i İslâm Hersek 500
Udbina Krka 386
Zadvarye Hersek 308

Görüldüğü üzere Hersek coğrafyasında yer alan bu 5 kale haricindeki diğer kalelerin hepsi küçük ölçekli garnizonlara sahiptir. Novi haricindeki diğer 4 kale ise orta ölçeklidir. Novi, Sedd-i Cedid-i İslâm, Knin, Vranik ve Barleta Bilay’ında aralarında yer aldığı, 29 kaleden 9’unda 131 nefer olmak suretiyle topçu birlikleri bulunmaktadır. Adem Handzic, kalede yer alan 5 askerî sınıftan ikisinin (Müstahfız ve Topçu) müdafi kol, diğer üç sınıfın ise (martolosân, azebân ve farisân) ise saldırı kolunu oluşturduğunu belirtir.Bu sınıflandırmaya göre, Hersek bölgesinde yer alan 29 kalenin, 19 tanesinin hücuma yönelik, 10 tanesinin ise savunma odaklı garnizonlara sahip kaleler olduğu görülmekte Ancak, azebân sınıfında yer alan piyade askerlerinin hücumdan çok daha farklı kale görevlerde bulundukları bilinmektedir. Bosna’da yer alan kalelerin büyük bir çoğunluğunun hücuma dayalı asker sınıfında yer alan nefer sayılarının kısıtlı olduğu kabul edilebilir.

Kalelerde bevvâblık, köprü muhafazası, şehir kapılarının muhafazası gibi görevlere sahip kimseler bulunmaktaydı. Bu görevleri icra eden en kalabalık sınıfı, azepler oluşturuyordu. Müstahfızlar, azeplerin yarısı kadar, martoloslar ve farisânlar da müstahfızların yarısı kadardır.319 Bununla birlikte Udbina ve Vranik gibi belli sayıdaki kalelerin haricinde 29 kalenin büyük bir çoğunluğu
bu tarife uygun değildir. Bu 3 sancağın (Hersek, Klis, Krka) toplam nefer mevcudu bu tarife uymamaktadır. Yekûnda 4483 kale görevlisi bulunmaktadır. Bunların 1828’i azebân, 1314’ü müstahfızân, 658 tanesi martolosân, 552 tanesi ise farisândır.Zaçesne ve Pojega sancakları günümüzde Kuzey Hırvatistan ve Güney Macaristan bölgelerinde yer almalarına rağmen savaş arifesinde Bosna ve
Bihke sancakları ile beraber eyaletin kuzey kolunu oluşturmuşlardır. Bu bölgede 46 kale bulunmaktadır.46 kalenin 15’inde (Velika, Pakraç, Brekoviçe, Drejnik, Bihke, Gradişka, Yasenofça, Kostaniçe, Dubiça, Gvozdanski vb.) 424 nefer ile topçu birlikleri bulunur. 3625 azep, 2030 müstahfız, 1767 farisân ve 1099 martolos buradaki kale askeri personelinin genel görünümünü yansıtır. Bu 4 sancağın toplamında ise 8945 asker kalelerde görev almıştır. İçlerinde Banyaluka’nın da yer aldığı 17 kalenin savunma nitelikli garnizonlar oldukları ön plana çıkmaktadır. Aralarında Hum, Velika, Pakraç, Siraç, Drejnik, Bihke, Todornovi, Ostrovica, Stazin, Drniş, Novigrad, Yasenofça, Gradişka,
Kostaniça, Dubiça’nın bulunduğu 29 kale ise Handzic’in vermiş olduğu tasnife göre saldırı nitelikleri yüksek olan kalelerdir. Mezkûr 4 sancakta nefer mevcudu 50’den düşük sayıda garnizona sahip olan 14 kale vardır. Nefer sayısı 50-100 arası olan (Banyaluka, Brekoviçe ve Drejnik gibi) kale sayısı 8’dir. Pojega ve Yasenofça’nın da içerisinde olduğu 100-200 arası nefere sahip 7 kale vardır. Mevcudu 200’ün üzerinde olan kale sayısı ise 15’tir.

 1683 tarihli, Bosna Eyaleti’nin en fazla nefer mevcuduna sahip kaleler

Bihke Bihke 1175 Nefer 
Novi Hersek 947 Nefer 
Kostaniça Bosna 918 Nefer  
Knin Krka 500 Nefer 
Sedd-i Cedid-i İslâm Hersek 500 Nefer 
Virovitiça Pojega 495 Nefer 
Dubiça Bosna 488 Nefer 
Gradişka Bosna 455 Nefer 
Velika Zaçesne 427 Nefer 
Udbina Krka 386 Nefer 

Eyalette Vranduk gibi 60 neferin kefille yazıldığı (firarı önlemek adına) küçük kaleler ziyadesiyle mevcuttu.Genele bakıldığı zaman elbette büyüğe yakın orta ölçekli garnizonlar vardı ancak sayıları düşüktü. 1616 yılında eyaletin toplam kale neferi 10.107 idi.1635 yılında sayılar 12.000’e ulaşmış325
yaklaşan savaşın etkisi ile sayı 16.000’i geçmişti. Ancak 1683 öncesinde Bosna, Macaristan’ın varlığından dolayı Habsburg serhaddine birebir temas etmiyordu. Bu sebepten olsa gerek incelenen defterlerde toplam sayılar düşüktü. Topçu, martolos, müstahfız, azebân ve farisân sınıfından askerlerin yekûnu ise 13.358’di. Büyük Savaş’ın 1699 yılında bitmesi ve Macaristan’ın kaybedilmesi üzerine Bosna sınırları serhadde Habsburg tarafına doğrudan komşu olmuştu. Bu yüzden 18. yüzyılın ilk çeyreğinde
artık eyaletteki kale neferatının sayısı 20.000’e yaklaşacak denli artmıştı.

Bu elbette bir sonraki savaş dönemi öncesinde Bosna’daki kalelerin sayısının
artmasına da neden olmuş olmalıdır.1683 yılına ait verilerin bulunduğu, kalelerdeki nefer sayısına sahip
olduğumuz kaynakların sayesinde bahsi geçen tüm Bosna kalelerinde yer
alan asker terkibine bütüncül bir şekilde bakmak mümkündür. Bütün kalelerin
yanı sıra eyalet dâhilinde yer alan en yüksek asker sayısına sahip olan 4
kalenin terkîb örneği de yine bu konuda fikir edinmemizi sağlamaktadır.

1683 tarihli Bosna kaleleri yoklama defterine göre Bosna
kalelerinde yer alan askerlerin garnizon terkîbi

% 4 TOPÇU ,%17 SÜVARİ, %79 PİYADE

Yeniçeriler

Yeniçeriler, Sultan’ın ordusunun içerisinde yer alan, kale nöbeti gibi özel görevleri ile Osmanlı askerî tarihinin en güzide askerî birliklerinden biridir.Ancak yeniçeriler Bosna’daki statüleri de ihtilaflıdır. Yeniçeri istihdamı sadecestratejik kalelerle sınırlıdır; 2.-3. sınıf kalelerde yeniçeriler ya bulunmamış ya
da kısıtlı sayılarda istihdam edilmişlerdir.Yüksek kaliteli demiri ile Avrupa silahlarından daha iyi tüfenklere sahip olan yeniçeriler daha iyi atışlar yapabiliyorlardı. Yeniçeriler XVI. yüzyılın ortasında kalelerde %15 oranında düşük bir sayı ile görev alırken XVII.YY  ikinci yarısında bu oran iki kat artmış idi. Öyle ki savaş zamanlarında bu oran %40’lara varana kadar artmaktaydı. Muhtemelen Habsburg
serhaddinde olmamasına rağmen yine de İmparatorluk genelindeki kale görevinde bulunan yeniçeri sayısı 1676 yılında Osmanlı-Leh savaşı nedeniyle artmış idi.Sadece koruma ve askerî vazifeler
değil, sonradan timarlı sipahilerin yerini alarak kale tamiratı vb. işlere koşulan yeniçerilerin aslında 1567 tarihinden beri bu tür görevlerle vazifelendirildiklerini bilmekteyiz.Kanunî Sultan Süleyman döneminden itibaren yeniçerilerin en mühim taşra görevi kale muhafızlığı olmuştur. Buralarda üç yıl süreyle görev yapan yeniçeriler, vazifelerini tamamladıkları zaman başka bir yere gönderilir, ayrıldıkları kaleye ise merkezden başka bir yeniçeri birliği tahsis edilirdi.“Yerli kulu yeniçeri” bulunduğu bölgenin insanıdır.

Ancak yerli kulu yeniçerinin bulunduğu bölgenin insanı olmasını iddia etmek her zaman doğru değildir.
Bosna’da yerli kulu yeniçeri bulunmamaktadır. Bosna’da yerli kulu yeniçerilerin bulunmaması, bu durumun belgelere yansıtılmamasından kaynaklanabilir.1685 yılında İmparatorluğun muhtelif 36 kalesinde bulunan yaklaşık 13.800 yeniçeriden 455’i İhlivne’de bulunmaktaydı.Yeniçeriler Bosna’nın İhlivne, Novi gibi bazı sınır kalelerinde bulunmaktaydılar. Barış zamanında sayıları neredeyse yok
denecek kadar azalmaktaydı. Kalelerde görev yapan yeniçerilerin kimi zaman özel hakları da
bulunabiliyordu. Bu özel hakların devlet tarafından kendilerine tanınmasının başlıca iki nedeninden biri savaş, diğeri ise Bosna’nın serhad bölgesi olmasıydı. 1570-1572 tarihli mühimme defteri; Osmanlılar, Venedik ile savaşırken tutulmuş kayıtları havidir. Venedik saldırısına karşın muhafaza
için Hersek bölgesinde Dalmaçya kıyılarında Novi kalesine yeniçeriler yerleştirilmiştir. Mühimme defterinde yer alan bir hükme göre Novi kalesinde bulunan bu yeniçeriler, savaşın acı getirisi olarak zahire sıkıntısı içerisine girmişler ve civar yerleşim yerlerinden paraları karşılığında zahire almak
istemişlerdir. Ancak kendilerine bu konuda engel olunması üzerine durum bir şikayet şeklinde merkeze aksettirilmiştir. Pay-ı taht ise yeniçerilere zahire konusunda sıkıntı çıkaran Yenipazar ve Kosova kazası kadılarına bu hükmü yazarak, parası mukabilinde kendilerinden zahire almak isteyen yeniçerilere
engel olunmamasını istemiştir.

Savaş ve barış döneminin kale içerisinde yer alan (sadece yeniçeri değil)
bütün askerler için büyük bir önemi vardır. 13 Şubat 1672 tarihi Bosna’da
herhangi bir canipten savaşın olmadığı zamanlardır. Ancak bu tarihteki bir
belgeye göre Novi kalesinin yeniçerileri, mevaciplerini alamamışlardır.
Belgenin içeriğine daha dikkatli bakıldığı zaman ortaya çıkan gerçek çok
daha kötüdür. Yeniçerilerin alamadıklarını savundukları mevacipleri savaş
zamanına aittir ve ödeme neredeyse 6 yıldır yapılmamıştır. Ödemenin
yapılmadığı tarihler ise 1076 reşen (recep, şaban, ramazan ayları mevacibi)
ve lezez (şevval, zilkade, zilhicce ayları mevacibi) mevacipleri olup miladi
Ocak-Haziran 1666 tarihine tekabül etmektedir. Ocak-Haziran 1666 tarihi
Osmanlı-Venedik (1645-1669) savaşının devam ettiği dönem kapsamında
yer alır. Novi kalesinde 1666 tarihinde savaş zamanında muhafaza görevinde
bulunan 384 nefer yeniçeri, 6 aylık (2 maaş dönemi) maaşları olan 27.854
akçeyi alamamışlardır.340 Belgenin 1672 tarihli olması ve Nova kalesindeki
384 nefer yeniçeriden bahsediyor olması düşündürücüdür. Neticede savaşın
olmadığı tarihlerde bir Bosna kalesinde bu kadar fazla yeniçeri askeri sayısı,
alışılagelmiş olan bir sayı değildir. Ancak belgenin muhtevası incelendiği
zaman Novi kalesi yeniçerilerinin savaş zamanında bu kalede muhafazada
bulundukları ve sayılarının, 1666’da 384 olduğu anlaşılabilmektedir.
Kale neferlerinin sayıları barış zamanında azalmaktaydı. Bu durum
yeniçerileri etkilemekteydi. Kalede hizmet gören yeniçerilerin sayıları da
zamanla azalmıştır. Haziran-Ağustos 1669341 mevacibini alan Bosna
yeniçerilerinin sayısı 270’tir.

Bu tarihler Venedik savaşının son zamanlarına rastlamaktadır. Bunun hemen ardından Mayıs-Ağustos 1670 ve Kasım 1670-Şubat 1671343 mevacibini alan Bosna yeniçerilerinin sayısı hızlı bir şekilde 228 ve 223’e düşecektir.344 Bu düşüşün izleri belgelerde de görülmektedir. İncelenen defterlerde yeniçeri yamakları ve çavuşlarının kayıtlarına da ulaşılmıştır. Çavuşların aldığı yevmiye yeniçerilerden ve
yeniçerilerin yevmiyesi de yamaklardan doğal olarak farklılık
göstermektedir.345 Ne var ki kaydedilen yeniçeri sayısı aslında 259 olmasına
rağmen birlikler dağıtılmış ve yekûn sayı 228 olarak yer almıştır. Kasım
1670’den itibaren artık Bosna’da kalelerde hizmet gören yeniçerilerin sayıları
bu civarda seyredecek bununla birlikte bir yandan da düşüş devam edecektir.
Nisan-Temmuz 1672 mevacibinde sayı 223346, Ekim 1672-Ocak 1673
mevacibinde sayı 215347 ve nihayet Nisan-Temmuz 1673 mevacibini alan
yeniçeri sayısı 198’e348 kadar inecektir. Yeniçeriler ile ilgili verilere sahip
olmamızı sağlayan Maliyeden Müdevver fonu defterleri ne yazık ki
yeniçerilerin hangi Bosna kalelerinde yer aldığı bilgisini vermemektedir. Bu
defterler kayıtlarda bulunan verileri özel olarak kalelere göre değil, bütün
Bosna’yı baz alarak kaleme almıştır. Bosna eyaletinde yer alan tüm
yeniçerilerin sayısını veren defterler askerlerin aldıkları aylık ve toplam
mevaciplerin sayıları hakkında bilgi vermektedir. Ancak hemen burada
belirtilmelidir ki buraya kadar zaman zaman isimleri zikredilen ve yeniçeri
askerlerine sahip olduğunu bildiğimiz Bosna kalelerinin hangileri olduğunu
toplu bir şekilde anmakta fayda vardır. Garnizonu içerisinde yeniçeri askeri
barındıran Bosna kaleleri; Novi, İhlivne, Bihke, Gradişka, Kostaniçe, Dubiça,
Knin ve Velika’dır.

Sayılarda görülen bu düşüş, 84 Masar’dan (Nisan-Temmuz 1673) sonra da
devam etmiş olmalıdır. 1673 senesi sonrasında neticede iki Leh ve bir Rus
seferi yapılmıştır. Bu seferlerin Kuzey’de yer alması ve Bosna serhaddini
ilgilendirmemesi, Bosna’da barış zamanının yaşanıyor olması, düşüşün
nedenleri olarak görülebilir. Sadece yeniçerilerin mevcudunda değil, tabii
olarak aldıkları mevacib akçesinde de düşüş gözlemlenmiştir. Askerin
mevacip akçesi 250.000’lerden 200.000’lere kadar düşmüştür. Bu noktada Bosna kalelerinde ne kadar yeniçerinin bulunduğuna dair bir tabloyu sunmak yerinde olacaktır.

Yıllara göre Bosna kalelerindeki yeniçeriler

Aralık 1668- Mayıs 1669   112 adet

Haziran 1669-Mayıs 1670  270 adet

Kasım 1670-Mayıs 1671  228 adet

Mayıs-Kasım 1671  214 adet

Kasım 1671- Nisan 1672  216 adet

Nisan-Ekim 1672 223 adet

Ekim 1672-Nisan 1673 215 adet

Nisan-Ekim 1673  198 adet

Defterde askerlerin sadece yevmiye olarak toplamda 755 akçe aldıkları bilgisi bulunmaktadır. 131.370 akçelik sayı ise günlük 755 akçe üzerinden hesaplanarak tahminî bir sayı şeklinde verilmiştir. Tabloda yer alan 1079 yılına ait 131.370 akçelik toplam mevacip haricinde verilen diğer mevacip tutarlarının hepsi eksiksiz bir şekilde defterlerde aynen yer almaktadır.

Kale Müstahfızları

Kale görevlileri doğal olarak hizmetlerinin karşılıklarını almaktadırlar. Bu karşılık merkezden gönderilen ulufe veya sonradan yaygınlaşacak ocaklık olabileceği gibi dirlik tahsisi yoluylada olabilmekteydi. Bosna kalelerinde sadece ulufeli kale personeli olabildiği gibi, aynı kale içerisinde hem ulufe  alan hem dirlik tasarruf eden personel de bulunabiliyordu. Sofyalı Ali Çavuş’un söylediği gibi ve diğer kaynaklarda belirtildiği üzere 1630’larda ve daha öncesi uzun zamanlarda Bosna’nın eşkinci tımarlısı 2000’e yakındı.
 İlk zamanlarda eşkinciler ile beraber kale tamiratında görevli duvarcı ustaların başına da dirlik tahsis ediliyordu.Timar tevcihatıyapılırken kale bina ve tamiri, muhafazası gözetiliyor, kale kuşatmasındabaşarılı olmuş humbaracı, lağımcı gibi neferler bu dirliklerle ödüllendiriliyor,hatta XVII. yüzyılda kale dizdarı emrindeki topçu başına dirlik tevcih ediliyordu.Bilindiği üzere timar sisteminin önemini kaybetmesine bağlı olarak zamanla timarlı sipahiler geri hizmet kıtalarında istihdam edilmişlerdir.Özellikle kale inşa etmek ve hendek kazma bu görevler arasında yer almaktadır.Müstahfız timarına sahip olan kale askerleri sefere cebeli asker göndermek zorunda değillerdi.
Eğer bir kale sınır özelliğini kaybederse kalenin müdafi koluna mensup askerleri kalede kalır, diğerleri nakledilir ve kalan kale görevlisi dirlik tasarruf ederdi. Kalenin dizdarı ise müstahfızân ağasından seçilirdi. Bu sebepten iç kısımda kalan kalelerin timarlı oldukları düşünülebilir.Maglay, Yayçe, Drniş, Sin, Vranduk, Travnik, Vişegrad, 1530 tarihinde iç kısımlarda yer alan timarlı kalelerdendir. Sonradan Udbina, İskradin, Banyaluka, Kotor,Knin, Kamengrad, Teşne, Doboy gibi kaleler de bu sisteme dâhil edilmişlerdir. Beratı padişah fermanı ile ihsan edilmiş olan Maglay dizdârının çalışılan dönem içerisinde 3881 akçe timar almasından dolayı Maglay’ın hâlen timarlı olan Bosna kalelerinden olduğu görülebilir.

Kale imamları da kimi zaman timar tasarruf edebilmekteydiler. Öyle ki 1677 yılına ait bir vesikaya göre, Bosna kalelerinden olan İzveçan’ın kale imamı 1700 akçe gedik timara sahiptir.Bununla birlikte Yayçe kalesine Uyvar kalesinden yaramaz hâllerinden dolayı dizdâr tayin edilen bir çorbacının
burada 6000 akçe timar tasarruf ettiği tespit edilmiştir. Serhaddin kalbinde yer alan Bihke sancağında Drejnik kalesi kethüdâsı da timar tasarruf etmektedir. 1530’lu yıllarda timar gelirine sahip olan Yayçe dizdârı, incelenen dönem içerisinde en fazla gelire sahip olan dizdâr unvanını korumuş görünmektedir.
1533 yılında Hersek’te 9 kale timarlıdır. Burada 146 nefer toplamda 200.405 akçe gelire sahiptir. Dizdâr, kethüdâ, topçu, imam, serbölük haricinde doğal olarak en fazla gelire sahip askerî sınıf kale merdidir. Kale merdlerinin çoğu zaman farklı askeri sınıflardan oldukları belirtilmiştir. 1680 yılı Ocak ayına ait kale müstahfız timar defterine göre, Hersek’te içlerinde timar tasarruf eden müstahfızların bulunduğu 8 kale vardır.Bu kaleler; Notyak, Mileşevo, Samabor, Prolozac, Vrgoraç, Kluç, İmoçka ve Mostar’dır. Dizdârların tasarruf ettikleri timarlar 3100-4500 akçe arasında değişmektedir. 4835 akçe timar tasarrufu ile Kluç dizdârı en fazla gelire sahip olanıdır.Kethüdâların timarları ise 1500-3000 akçe arasında değişmektedir. En yüksek timar geliri 3205 akçe ile Vrgoraç kalesi kethüdâsınındır. Serbölüklerin geliri 1400-1500 akçe iken Mostar serbölüklerinden biri 1990 akçelik dirlik sahibidir.En yüksek timar gelirine sahip imam 2695 akçe ile yine Mostar’ındır. Hersek bölgesinde yer alan bu 8 kalede toplamda timar tasarruf eden 206 kişi bulunmaktadır. Bu 206 kişiden 24 tanesi dizdâr, kethüdâ, serbölük gibi farklı görevler tasarruf eden üst
rütbeli askerlerdir. 206 kişiden 182 tanesi ise merd-i kal’â adı ile tasnif edilmiş olan kale merdleridir. 170 akçe tasarruf eden en düşük gelire sahip bir merd Mostar kalesinde bulunmaktadır. 182 kale merdinin 56’sı 1400 akçenin altında gelire sahiptir. Bu 56 kişinin büyük bir çoğunluğu 700 akçelik timar
tasarruf etmektedir. Timar alan kale merdi sınıfında bulunan bu 182 kişiden 19’u 1400 akçenin üzerinde dirliklere sahiptir. 19 kişi arasından en yüksek timar tasarruf eden kale merdi ise 1800 akçe ile Mostar kalesindedir. 1530 yılında Bosna kalelerinde bulunan kale merdlerinin çoğunluğu 1400 akçelik
gelirlere sahiptir.369 Bu durum 1680 yılına gelindiği zaman da aynıdır. Aradan geçen 150 yıla rağmen kale merdlerinin çoğunluğunun 1400 akçelik timar tasarruf etmeleri düşündürücüdür. 1680 yılında 182 kişiden 107 kişi 1400 akçelik dirliğe sahiptir.

Bu defter elbette livanın genelini yansıtmaz ancak timar geliri elde etmiş olanların yoğunluk olduğu noktaları verir. Farklı fonlarda bulunan Blagay kalesine ait 600371 ve 1400372 akçelik gedik timarı olan iki kişi ve Poçitel kalesine ait bir müstahfız timarı tevcihatlarının bulunduğu bilinmektedir.Defter bizlere müstahfız olan timar sahiplerinin aradan yıllar geçmesine rağmen çoğunluğunun 1400 akçe tasarruf etmeleri gibi genellemeler yapmamıza izin verirken bizi dönemin genel görünümünden de mahrum bırakabilmektedir. Mostar kalesinde 1680 yılında toplam 48 tane dirlik tasarruf eden kale personeli vardır. Bu 48 görevlinin üç tanesi kalenin dizdârı, kethüdâsı ve imamıdır. Geriye kalan 45 kale personeli ise merd-i kal’â’dır. Her ne kadar Mostar, bölgenin iç kısımlarında yer alan ve küçük ölçekli garnizona sahip bir kale olsa da bütün personelinin timar tasarruf ettiği bir kale olarak düşünülmemelidir. Mostar kalesinde askerin yoğun olarak timar tasarruf ettiği bir gerçek olmasına rağmen bu kalede farklı ödeme şekillerine tabii (ocaklık veya ulufeli) daha fazla asker olabileceği de unutulmamalıdır. Timar sistemi dâhilinde maaşlarını alan kale görevlilerinin kayıtlarının tutulduğu bir diğer kaynak ise Timar Ruznamçe defterleridir. Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde her yıla ait Timar Ruznamçe defterleri bulunmaktadır.Timar Ruznamçe kayıtları sayesinde askerlerin hangi sancağın hangi
kalesinde ne kadar akçe tasarruf ettikleri ve hangi görevde bulundukları, kimlerin yerine geldikleri, görevin kendilerine nasıl bırakıldığı ve kim aracılığı ile vazifeyi elde ettikleri gibi bilgilere ulaşılabilmektedir.İncelenen belgeler içerisinde tespit edilen kayıtlarda dirlik tasarruf eden kale
personeli, Bosna eyaletinin Bosna (paşa sancağı), Hersek, Klis, Krka,İzvornik, Pojega ve Zaçesne (Pakraç) sancaklarında görev almaktadır. 30 kayıttan, 11’i Bosna’da, 5’i Hersek’te, 5’i Klis’te, 3’ü Krka’da, 3’ü İzvornik’te, 2’si Pojega’da ve 1’i de Zaçesne’dedir. Pojega sancağı, Klis, Krka, Hersek gibi Bosna eyaletinin her zaman bünyesinde bulunan sancaklardan değildir.

Pojega coğrafî mevkisi itibariyle Bosna’dan çok Macaristan’a bağlı bulunan sancaklardandır. Ancak daha ilk zamanlardan itibaren Bosna timarlıları, devletin aracılığı ile Macaristan’da görev almışlardır.
Pojega’nın Macaristan’a bağlı olduğu zamanlarda bile burada Bosnalı timarlıların
bulunduğu bilinmektedir. Kayıtlar içerisinde yer alan 29 askerin daha önceden hangi görevi icra ettiği bilinmez iken 1 tanesinin daha önceden yeniçeri olduğu saptanmıştır Mehmed isimli bu yeniçeri, Pojega
sancağında bulunan Veliki kalesinin dizdarının ölmesi üzerine 1671 yılında 5270 akçe dirlik ile bu göreve tayin edilmiştir. Mehmed’in yeniçerilik görevini sürdürürken kaidelere uymaması adının yeniçeri defterinden silinerek burada dizdârlık görevine getirilmesine neden olmuş olmalıdır.Mehmed’in bu göreve tayini esnasında kayıtlarda yer alan iki husus oldukça dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki Mehmed’in bir aracı sayesinde bu göreve atanmış olmasıdır. Mehmed eski bir yeniçeri olduğu için kendisine aracılık eden kişi yeniçeri ağasıdır. Yeniçeri ağasının Mehmed’e bu görevi elde etmesinde aracı olması gibi, bazı dirlik sahibi olan kale personelinin görevlerini alabilmelerinde aracılar etkili olmuşlardır. Belgelere göre incelenen otuz kayıt içerisinde Mehmed ile beraber toplamda 14 kişi aracılar sayesinde dirliklerini elde etmiştir. Bu kişiler arasından farklı olan tek aracı Mehmed’e bir nevi kefil olan yeniçeri ağasıdır. Diğer 13 kişiye ise dizdâr ve beylerbeyiler aracı olmuştur.İncelenen belgelere göre eski yeniçeri, yeni kale dizdârı Mehmed’in kaydında göze çarpan bir başka husus daha vardır. Bu da timarını şartlı olarak elde etmiş olmasıdır. Mehmed’den bu göreve getirilerek timar alabilmesi için önce
yeniçerilikten almış olduğu ulufesini bırakması istenmiştir. Mehmed gibi belirli “şartlar” altında timar tevcih edilmiş başka örneklere de kayıtlar da rastlanmıştır. Timarını şart ile alan görevliler için en basit anlamı ile öncelik “görevini eda etmesi”dir. Bu şartla kendilerine dirlik tahsis edilen kişilerin sayısı 5’tir. Bu kişiler; Bosna sancağı İzveçan kalesi dizdârı İbrahim, İzvornik sancağı Böğürdelen kalesi kethüdâsı Ahmed, Bosna sancağı Teşne kalesi kethüdâsı Ahmed, Bosna sancağı Dobor kalesi dizdârı Abdülkadir ve Hersek sancağı Poçitel kalesi dizdârı Mehmed’dir.

Böğürdelen ve Teşne kalelerinin kethûdaları görevlerini beylerbeyi aracılığı
ile elde etmişlerdir.Belgelerin ışığında, incelenen kayıtlar arasında en ilginç ve spesifik şarta
sahip olan kişi Hersek sancağında Sedd-i Cedid-i İslâm kalesinin muhafazasında bulunan Mustafa’dır. Mustafa, adı geçen kalenin muhafızlığı görevine 1681 yılında 6000 akçelik dirliğe tasarruf etmek üzere bir
başkasının yerine atanmıştır. Görev kendisine tevcih edilirken Mustafa’ya önemli bir şart koşulmuştur. Yerine geldiği, Sedd-i Cedid-i İslâm kalesinin kim olduğunu bilmediğimiz eski muhafızı, bu kalenin tamiri görevine memur edilmiştir. Ancak kalenin eski muhafızı askerleri ile nezaret etmesi gerektiği
kalenin binasına gitmemiştir. Bu nedenden dolayı görevden alınan eski muhafızın yerine belirtilen hususiyetler ile Mustafa tayin edilmiştir. Mustafa’ya eski muhafızın nezaret etmediği ve yerine getirmediği memuriyet tevcih edilmiş ve timarı almasında şart olarak koşulmuştur. Mustafa’dan, timarını tasarruf edebilmesi için kalenin muhafızlığının yanı sıra kalenin bina edilmesi esnasında askerlerine nezaret etmesi de istenmiştir.Mustafa’nın kale binasına askerleri ile nezaret etmesinin haricinde bir diğer farklı şartta İvrana Kapudanı Dilaver Ali’ye koşulmuştur. Dilaver Ali’ye timarına tasarruf edebilmesi için sunulan şart, incelenen kayıtlar arasında tesadüf edilen tek örnektir. Bu şart “sefere gidilmesi” şartıdır. Ayrıca bu Kapudan’ın Kotar sahrasını koruma görevi de bulunmaktadır.

Burada, Dilaver Ali’nin babası olduğu düşünülen Turan da üzerinde
durulması gereken kişilerden biridir. Turan 1672 Aralık’ında, babasının
görevini terk etmesi üzerine Krka sancağında İvrana kalesinin Kapudanı /farisân ağası olmuştur.
385 20.000 akçelik zeâmete sahip olan Turan, görevinde sadece 2 yıldır bulunuyor olmasına rağmen terk-i hizmet eylemiştir. Bunun üzerine onun oğlu olan Dilaver Ali, aynı kalede aynı göreve
yine 20.000 akçelik dirliğe 1674 yılında sahip olmuştur.İvrana kalesine
atanan bu Kapudanların aynı zamanda farisân ağaları olmaları, kalenin
saldırı fonksiyonuna sahip bir garnizon olduğunu gösterir niteliktedir. Ayrıca
Dilaver Ali’nin dedesinin ve babasının da aynı kalede, aynı görevlerde
bulunmuş olmaları Kapudanlığın babadan oğula aktarıldığını göstermesi
bakımından dikkate değerdir.İvrana Kapudanları olan Dilaver Ali ve babası Turan’ın kayıtlarında göze
çarpan bir diğer konu yararlılıkları ve kendilerine tevcihin ibtidadan yapılmış
olmasıdır. İmparatorluk dâhilinde, kale fethinde bulunmak gibi yararlılık
gösteren kimselere terakki olarak veya ibtidadan dirlik tevcihi yapıldığı bilinmektedir.

Her ne kadar Dilaver Ali’nin ve babası Turan’ın hangi konuda yararlılık gösterdiklerini bilmiyor olmamıza rağmen bu iki Kapudan’ın kayıtlarında sadece yararlılık gösterdikleri belirtilmiştir. Bir timarın ibtidadan tevcih edilmesi durumu, o kişiye ilk defa bir timar verildiği ve bulunduğu göreve ilk defa getirildiği anlamını taşır. Hem yararlılık gösteren hem de kendilerine ibtidadan timar tevcih edilen bahse konu İvrana Kapudanları bu husus açısından özel kimseler değillerdir. Kapudan olup zeâmet sahibi olan
bu kimselerin haricinde incelenen kayıtlarda kendisine timar tevcihatının yararlılık üzere ve ibtidadan yapıldığı başka kale personeli de vardır. Örneğin kendisine dizdâr aracılığı ile Nisan 1682’de Hersek sancağında Poçitel kalesine topçu olarak istihdam edilmiş olan Ahmed görevini yararlılık üzere elde etmiştir.Kale muhafızı Mustafa da bu türden kişiler arasında yer almaktadır.Arşiv belgelerinin bazıları bizlere, Osmanlı kalelerinde görev yapan askerlerin nereli olduklarının bilgisini verebilir. Ancak çalışma kapsamında inceleme altına alınmış belgelerden, Bosna’da bulunan kale neferatının menşeine dair bir bilgiye rastlanmamıştır. Her ne kadar daha önceki dönemlerde Bosna’da farklı menşeli timarlılar olduğunu bilmemize rağmen bu dönem için böyle bir durumdan bahsetmek mümkün değildir. Ancak yine de askeri personelin görevlerinin kendilerine kimden kaldığı, kendilerine görevi devredenlerin bir başkası mı yoksa akrabası mı olduğu belgeler sayesinde tespit edilebilmektedir. Timar sahibi, timarına dair beratını zayi ettiği zaman kaydı tekrar Timar Ruznamçe defterine geçilmiş olabilir. Görev süresi dolduğu zaman timar sahibi eski timarına tekrar talip olmuş ve bunu elde etmiş olabilir. Nitekim Yavuz Sultan Selim döneminde, 1516 tarihli Bosna tahrir defterinin kanunnamesi, bu husus ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Adı geçen kanunnamede, bir timarın mahlûl kaldığı zaman, başka bir sancaktan gelen bir başkasına verilmemesi tembih edilir. Aksine boş kalan timarın, eski sahibine verilmesinin hukukî-askerî vb. açılardan en makbulü olduğu ifade edilmiştir.Kişiler dirliklerini devir edebiliyor, kendi isteği ile feragat edebiliyor ya da vefat durumunda olağan olarak timardan mahrum kalabiliyorlardı.

Arşiv belgelerinin bizlere kale personeli hakkında sunduğu bir diğer bilgi de hangi askerî personelin ne kadar akçelik dirliğe sahip oldukları gözükmektedir.10 kale merdi, 9 dizdâr, 4 kethüdâ, 2 kapudan, 1 kale muhafızı, 1 topçu, 1 müstahfız ve 1 hatip bulunmaktadır. Tablo içerisinde çalışılan dönemde dizdârların büyük bir yer kaplaması ilgi çekici bir durumdur. En düşük timar tasarruf eden dizdâr, 2000 akçe ile Poçitel kalesi dizdârıdır. En yüksek dirliği tasarruf eden dizdâr ise 5280 akçe ile Pojega sancağında bulunan Velika kalesi dizdârıdır. Pojega’nın diğer sancaklara göre daha ileride Habsburg serhaddinde yer alıyor olması bu durumu açıklamaya yeterli niteliktedir. 

 KARLOFÇA’YA GİDEN YOL

1683-1699 savaşının sona ermesiyle Bosna eyaletinde yer alan kalelerden
bazı orta ölçekli olanlar dışında çoğu korunmuştu. Büyük Kladuş, Knin,
Gradişka, Banyaluka, Novi hâlen Osmanlıların elindeydi. Bahsi geçen
kalelerin 1683 öncesinde hiçbir şekilde mühimmat ikmalinde herhangi bir
sıkıntı bulunmuyordu. Banyaluka zaten XVI. yüzyıldan itibaren Bosna’nın
önemli mühimmat depolarından biriydi. Banyaluka hem serhadde yer alan
Bosna eyaleti ve diğer bölge kalelerinin mühimmatını hem de Bosna’nın iç
bölgelerinde yer alan kalelerin mühimmatını sağlamaktaydı.
XVII. yüzyılda İhlivne’nin artık Banyaluka gibi bir mühimmat deposu olduğu
göze çarpmaktadır. İhlivne’de hem Bosna’nın yine iç kısımlarda yer alan
kalelerinin mühimmatını sağladığı gibi hem de Venedik serhaddinde bulunan
kalelerin mühimmatını sağlamaktadır. İhlivne’den Gradişka’ya mühimmat
gitmesi Banyaluka’nın yetişemediği yer ve zamanda İhlivne’nin devreye
girmiş olduğunu gösterdiği düşüncesini ortaya çıkarmaktadır. İhlivne’nin bir
ikinci Banyaluka gibi teşkil edilmiş olması, Bosna’nın Venedik serhaddinin de
bu zamanlarda ne kadar önem kazandığını göstermektedir. Ayrıca Bosna
kalelerinin, serhaddin diğer kaleleri kadar pahalı olmadıkları, Belgrad’a
yetecek aynı miktardaki tamirat masraflarının tüm Bosna’daki kaleleri
karşılayabilecek olması dikkat çekici bir diğer husustur. Bir kalenin
tamiratının, başka bir kaledeki askerlerin tek bir dönemlik mevacipleri ile aynı
meblağa denk gelmesi kalelerin, pahalı ordulara göre aslında daha masrafsız
olması dikate değer bir durumdur. XVI-XVII. yüzyıllarda içerisinde ziyadesiyle
ahşap malzemeler barındıran kaleler XVIII. yüzyılda artık Orta Çağ
zamanlarında olduğu gibi tekrar taş yapılara bürünmeye başlamışlardır.
Bosna kalelerinin büyük bir çoğunluğu erken modern çağ kalelerinin sahip
olduğu özelliklere sahip değildir. Ancak Bosna kaleleri içerisinde yer alan
garnizonlarda diğer Osmanlı kale garnizonlarından farksız değildir. Osmanlı
hükümeti, düz ovalık bir sahaya hükmeden bir kalede farisân birliklerini, iç
kesimde yer alan savunmaya yönelik bir kalede ise müstahfız birliklerinin  fazla olmasını organize edebilmiştir. Bihke kalesinde yer alan birlikler ile Knin
kalesinde ve Novi kalesinde yer alan birliklerin aynı sayıda olmamaları ve
aynı garnizon terkibine sahip olmamalarından doğal bir şey yoktur. Ayrıca
görüldüğü üzere, Osmanlılar iç kesimlerde yer alan kalelerinde savunmaya
yönelik sınıfta yer alan asker gruplarını daha fazla, serhad kalelerinde ise
hücum kolu içerisinde yer alan askeri sınıfları daha fazla tutmuştur. Bu
yüzden Bosna’nın iç kesimlerinde yer alan kalelerin önemsiz olduğu
vurgulanamaz niteliktedir. Bosna’nın iç kısımlarında yer alan kaleler, asker
sayıları serhad kalelerine göre az olmasına rağmen terkipleri savunmaya
yönelik ve yeterli bir şekilde planlanarak organize olmuşlardır.
Savaş zamanına göre Osmanlılar barış dönemlerinde kalelerini daha az
ancak daha sağlam olarak tahkim ve tamire tabi tutmuşlardır. Ancak Bosna
kalelerinde uygulanan tamirat ve tahkimat işlemlerinin yoğunluğu az
görünmemektedir. Devlet-i ‘Âliyye bu bölgede bulunan kalelerini de savaş
öncesinde tahkim etmiştir.

Bosna kalelerinin 1683 öncesinde savaşa hazırlık amacıyla incelenen
özellikleri arasında yetersiz kalan tek etken sayılarıdır. 1715-1718 HabsburgOsmanlı
savaşı öncesinde Bosna’da aktif olarak bulunan kalelerin sayısı
104’tür. Ancak 1683 savaşı öncesinde Bosna’da hâlihazırda aktif bulunan
kalelerin sayısı 75’tir. Ancak içerisinde garnizon bulunduran kalelerin
sayısının 75’den az olması olağan bir durum değildir. Defterlerde yer alan
kalelerin sayısı hemen savaş öncesinde hazır hale getirilmiş ve yoklaması
yapılmış olan kalelerin durumunu yansıtır niteliktedir. Bu dönem içerisinde,
içinde garnizonları ile beraber yer alan Bosna kalelerinin sayısı yine 100’e
yakın olarak düşünülebilir. 1683-1699 savaşı sonrasında bu kalelerin artık
tamamı olası bir savaşa karşın hazır hâle getirilmiş olmalıdırlar. Ancak 1683
öncesinde savaş kararının verilmesinden evvel, kalelerin bir savaş olasılığına
karşın hazır olmaları mevzusu düşünülmemelidir. Kalelerin 1683 öncesinde
bir savaş için hazır hâle getirilmeleri, ancak savaş kararının alınması ve
gerekli hazırlıkların yapılması dâhilinde mümkün görünmektedir. 1669-1683
yılları arasında kale personellerinin aldığı mevacipler, diğer imparatorluk
bölgelerinde ve tarih dilimlerinde olduğu gibi çeşitlilik göstermektedir. Serhad

kalelerinde yer alan askerlerin, iç kalelerde yer alan askerlere göre daha
fazla mevacip almaları gayet doğaldır. Aynı rütbede vazifeli olan askerlerin
mevacipleri içinde bu geçerli bir durumdur. Ancak askerlerin aldıkları
mevacipler tutarlı olmalarına rağmen dönem içerisinde yaşanan malî
durgunluktan dolayı fiyatların sabit olması gözlemlenebilen bir diğer husustur.
Kalelerde timar tasarruf eden personelin aldıkları para, neredeyse aynı
zamanlarda farklı coğrafyalarda bulunan Osmanlı kale personelinin aldığı
akçe ile uyumludur. Ancak ilgili bölümde incelendiği ve belirtildiği üzere, XVI.
yüzyılın ilk çeyreğinde ve XVII. yüzyılın son çeyreğinde kale merdlerinin aynı
miktarda akçe alması düşündürücü ve açıklanmaya muhtaç bir durumdur.

Osmanlı İmparatorluğu’nda yer alan diğer kaleler gibi Bosna kalelerinde de timarlı askerler mevcuttur. Bu askerler hakkında bilgiler muhtelif defterler ve belgelerden elde edilebileceği gibi, sağlam verilerin bulunduğu Timar Ruznamçe defterlerinden de yararlanılabilir. Bu defterlerin ışığında yapılan analizlerde yine çeşitli bilgilere ulaşılmıştır. Bazı kalelerin Kapudanların idaresinde olduğu ve bu kimselerin zeâmet tasarruf ettikleri bu kaynaklar ışığında ortaya çıkmıştır. Hersek ve Bosna coğrafyalarında önemli timarlı kalelerin olduğu ve burada pek çok kimsenin dirlik tasarruf ettiği bilinmektedir. Yeniçerilikten kale dizdârlığına geçmiş olan kimseler ile beraber farklı kale personellerinin değişik şartlar altında aracılar sayesinde timarlarını elde ettikleri görülmüştür. Eyalet içerisinde böyle timarlı kaleler bulunmasına rağmen bu kalelerin sayısı azalmaktadır. Ulufeli maaş sisteminde bulunan kaleler timarlı kalelere çevrilmekte ve bu kalelerde ocaklık sistemi ile personelin para aldığı kalelere dönüşmektelerdir. Sadece timarlı kaleler değil, ulufeli maaş sisteminde bulunan kalelerde ocaklık sistemine geçmektedir. Bütün bu kalelerin arasında mukataadan paralarını alan kale personelinin örnekleri de bulunmaktadır. Bosna içerisinde yer alan kalelerin bazılarının 1683-1699 savaşı esnasında düşman devletlerin eline geçtiği doğrudur.Hemen belirtilmelidir ki bu savaş, düşmanın Bosna topraklarına girdiği ve savaşın bu topraklarda cereyan ettiği ilk savaştır. Buna rağmen yüzyıllardır Osmanlıların elinde bulunan Bosna kaleleri Büyük Savaş (1683-1699) esnasında zaman zaman düşman kuvvetleri tarafından ele geçirilmiştir.

Ancak Osmanlılarda bu kaleleri ele geçirmekte geç kalmamıştır. Sonuç itibarıyla Bosna eyaletinin sınırları pek değişmediği gibi, bazı kalelerin haricinde Osmanlı, Bosna’da bir sonraki barış dönemine kaybetmediği kaleleri ile sağlam bir şekilde girebilmiştir.

Kaynak : Okan Güven Yüksek Lisans Tezi

 

YORUM YAP