İŞKODRA VİLAYETİ’NİN İDARİ TAKSİMATI VE YAPISI » Boşnak HaberBoşnak Haber

4 Mayıs 2024 - 21:15

İŞKODRA VİLAYETİ’NİN İDARİ TAKSİMATI VE YAPISI

İŞKODRA VİLAYETİ’NİN İDARİ TAKSİMATI VE YAPISI
Son Güncelleme :

23 Şubat 2018 - 10:24

 
  

Zeynep Işıl Hamziç  Boşnak Medya

İŞKODRA VİLAYETİ   (1867/1868-1908)
 
İŞKODRA Kuzeybatı Arnavutlukta tarihi bir şehir. İşkodra M.Ö II. ve III. YY da İllir devletinin merkeziydi.İşkodra Osmanlı yönetim’in ilk dönemlerin de önemli bir sancak merkezi ve kale idi.
 
1864 ve 1867 Vilayet Nizamnameleriyle Osmanlı İmparatorluğu’nda modern vilayetler kurulmaya başlandı. Bu bağlamda İşkodra, 1867/1868’de modern bir vilayete dönüştürüldü. Yeni vilayetin idari taksimatında ve sınırlarında bazı değişiklikler yapıldı. Osmanlı Rus Savaşı’ndan (1877-1878)
sonra toprak kayıpları sebebiyle vilayet sınırları daraldı ve idari taksimatı yeniden ele alınıp İşkodra ve Draç sancaklarına bölündü. Fakat modern vilayet yönetiminin tesisi ve işleyişi bölgenin sosyo-kültürel yapısına bağlı olarak kolay olmadı. Özellikle, vilayetin kuzeyindeki İşkodra Sancağı’nda
kabile gelenekleri ve yaşam tarzı halen etkindi. Bu toplulukların merkeziyetçi modern vilayet düzenini benimsemeleri zordu. Mahalli halkla herhangi bir çatışma bölgedeki Osmanlı hâkimiyetini zayıflatabilirdi. Dolayısıyla Osmanlı hükümeti, modern vilayet sisteminde eski kabile yapıları ve oluşumlarını kabul etmek zorunda kaldı. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Osmanlı Devleti,
modern bir vilayet sistemi kurmak suretiyle İşkodra vilayetine hizmet etmeye çalıştı.
 
 
Giriş
 
Fatih Sultan Mehmed’in 1479’daki fethini müteakip İşkodra, Rumeli Beylerbeyliği’ne bağlı sancak olarak Osmanlı idari sistemine dâhil edilmiştir. İskenderiye ismiyle kurulan sancak, kuzey Arnavutlarının yaşadığı bölge olup, XVI. yüzyılın başlarında Kosova’daki İpek’le Podgoriça, Drivasto, Zabijak, Medun kalelerinin yanında Karadağ’ı da içeriyordu.
 
Mirliva da denilen yerel Arnavut sancakbeyleri tarafından yönetilen İskenderiye Sancağı, XVIII. yüzyılın başlarından itibaren mahalli aristokrat ailelerin iktidar mücadelelerine sahne olmuş ve sırasıyla Beyoğulları ve Çavuşoğulları’ndan sonra Buşatlılar’ın idaresine geçmiştir (İşkodra
Vilayet Salnamesi, 1310: 9, 57; Bardhi, 2009: 24-25). Buşatlılar, sancakta devletten aldıkları imtiyazla XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren babadan oğula geçen bir idari yapı kurmuşlar3 ve kısa bir
süre içerisinde merkezi hükümete karşı koyacak derecede bir güce erişmişlerdir.
 
Bu esnada sancağın sınırları da değişmiş, Dukakin’in tamamı, Leş, Tiran ve İlbasan kazalarını da ihtiva ederek güneye doğru genişlemiştir. Aslında Buşatlıların, ilk defa toplu olarak İslamiyet’i benimsemeleri ve dolayısıyla Arnavutlar arasında İslam’ın yayılmasında itici bir güç olarak önemli bir rol üstlenmeleri, Osmanlı Devleti nezdinde itibarlarını en üst seviyeye taşımıştı. FakatSultan II. Mahmud tarafından diğer unsurlarla birlikte Buşatlıların da İşkodra’daki hükümranlığına son verilmiştir (1832)
 
Sultan II. Mahmud devlet otoritesini sarsan taşradaki yapıları askeri olarak bastırdıktan sonra merkezi yönetimi güçlendirmek için kapsamlı reformlara girişerek mülki taksimatta ve taşra idaresinde
çeşitli düzenlemelere gitmiştir. Bu dönemde askeri amaçlarla yeni eyaletler kurulmuş ve buralara Asâkir-i Mansure ordusunun üst rütbeli subayları müşir olarak atanmıştır .
Sultan II. Mahmud’un merkeziyetçiliği, Mısır Meselesi yüzünden inkıtaa uğramışsa da Tanzimatçılar tarafından devralınarak, sağlam ve modern bir taşra teşkilatının kurulmasına yönelik adımlar
atılmaya başlanmıştır.
Tanzimat döneminin başlarında İşkodra, İskenderiye ismiyle Rumeli Eyaleti’ne bağlı ve mutasarrıf bir paşanın idaresinde bir liva (sancak) konumundaydı . 1851’den itibaren livanın ismi, İşkodra olarak değiştirilmiş, İskenderiye adı ise sadece liva merkezi olan İşkodra kazasının diğer bir ismi olarak bir
müddet daha kullanılmaya devam edilmiştir . 1861’de İşkodra’da meydana gelen olaylar, sancağın
(livanın) statüsünü de etkilemiştir.
1861’de İşkodra’da, mutasarrıfı Çerkez Abdi Paşa’nın istifasına varan bir ayaklanma çıkmış ve bu
meseleyi çözmek üzere Ahmet Cevdet Paşa, (o sırada bey) olağanüstü yetkilerle bölgeye gönderilmiştir (25 Eylül 1861). Cevdet Paşa’nın gayretli çalışmaları neticesinde sükûnet sağlanmış, bu esnada
meydana gelen Karadağlıların saldırıları da püskürtülmüştür (Cevdet Paşa, 1991: 157-190). Bu olaylar sonrasında 1862’de İşkodra livasının eyalet yapıldığı ve valiliğine Rumeli Eyaleti valiliği de
uhdesinde olan Müşir Abdi Paşa’nın getirildiği görülmektedir . Ancak bu yıla ait devlet salnamesi dâhil ilk defa vilayet olarak belirtildiği 1285 (1868) yılına kadarki tüm salnamelerde “eyalet sütununda” yer almasına karşın “her livanın kaç kaza içerdiğine” dair bilgilerin yer aldığı kısımda, Rumeli Eyaleti’nin
bir livası olarak geçmektedir.Ancak kendisine bağlı kazalarda herhangi bir değişiklik olmaması; yani Rumeli Eyaleti’ne bağlı olduğu sıradaki mülhakatının aynen devam etmesi, “her livanın kaç kaza içerdiğine” dair kısmın her yıl mükerreren basıldığı kanaatini uyandırmaktadır.
 
Neticede İşkodra, kısa bir müddet valinin yönetiminde kaldıktan sonra mutasarrıf bir paşanın idaresinde tek sancaklı eyalet statüsüne kavuşmuştur. Bu esnada eyalet, İşkodra, Ülgün maa Bar, Podgoriça, Akova maa Kamaran, Gusine maa Nahiye-i Plav, Zadrima maa Leş ve Nevâhi-i Erbaa (dört nahiye)7 olarak da
adlandırılan Karadağ Vilayeti’nden oluşmaktaydı. Baştan itibaren İşkodra’ya (İskenderiye Sancağı) bağlı olan Podgoriça, 1756’da Karadağ kazasıyla Hersek Sancağı’na, 1835 yılında tekrar İşkodra Sancağı’na dâhil edilmişti .
Daha sonra İşkodra Vilayeti’ne bağlanacak olan Tiran, Akçahisar, Kavaye, Draç, Peklin, ve İlbasan bu sırada Rumeli Eyaleti’nin Ohri Livası’na bağlıydı.
 
Bu araştırmada ilk olarak İşkodra Vilayeti’nin kuruluşu ve mülki taksimatındaki değişim, siyasi gelişmelerle birlikte ele alınacaktır. Akabinde vilayetin idari yapısı incelenerek Osmanlı Devleti’nin İşkodra Vilayeti’ndeki yönetim metodu ve anlayışının belirlenmesine çalışılacaktır.
 
I. İşkodra Vilayeti’nin Tesisi ve Mülki Taksimatı (1867/1868-1908)
 
Tanzimatçılar, devletin fonksiyonunu kaybetmiş kurumlarını ve sarsılan merkezi otoriteyi yeniden tesis etmek, devleti mali, idari,
adli alanlarda düzenli bir yapıya kavuşturmak istiyorlardı (Ortaylı, 2012: 401). Bunun gerçekleşmesi, Osmanlı devlet idaresinin, çağın gerektirdiği yönetim ilkelerine dayandırılarak, devlet gücünün tek
merkezden en etkin biçimde kullanılmasına bağlıydı. Dolayısıyla Tanzimat merkeziyetçiliği, güçlü ve merkezci bir devlet mekanizmasının oluşturulmasını, ülkenin tüm mali işlerinin tek merkezden yönetilip, yönlendirilmesini, yükümlülüklerin kanuni esaslara dayandırılmasını ve yargı gücünün düzenli biçimde
işlemesini hedeflemekteydi. Bunun için de merkeziyetçi prensiplere dayanan modern bir vilayet yönetimine ihtiyaç vardı (Ortaylı, 2012:495).
 
Yeni vilayet düzenine geçişin ilk önemli adımı, Fuat Paşa, Ahmed Cevdet Paşa ve Midhat Paşa’nın ortak çalışmasının bir ürünü olan ve Tuna Vilayeti’ne münhasıran 8 Kasım 1864’te yürürlüğe sokulan nizamname ile atıldı.8 1864 (Tuna) Vilayet Nizamnamesi ile eyaletler kaldırılarak, yerine livalar’dan oluşan vilayet üniteleri kuruluyordu. Nizamname, merkeziyetçi Fransa taşra yönetim (departemente) sisteminden yararlanılarak hazırlanmıştı. Aslında tüm imparatorlukta uygulanması hedeflenen bu nizamname, ilk önce yeni kurulan Tuna Vilayeti’nde tecrübe edilip, başarılı sonuçlar alındıktan sonra tedricen diğer bölgelere de teşmil edilmiştir. Bu bağlamda 1865’ten itibaren Rumeli’de, Anadolu’da ve Arabistan’da yeni vilayetler kurulmaya başlanmıştır. 1864 (Tuna) Vilayet nizamnamesinin hemen hemen
aynısı olan 1867 Vilayet-i Umumiye Nizamnamesi ile yeni taşra örgütlenmesi, bütün imparatorluğu kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
 
Bu yeni yapılanmada Arnavutların yaşadığı bölgeler Yanya, Manastır ve İşkodra olmak üzere üç vilayete taksim olundu. Bunlara daha sonra Kosova Vilayeti de eklenecekti. Zaten Osmanlı hâkimiyetinde Arnavutluk toprakları, hiçbir zaman tek bir siyasi birimin kontrolünde toplanmamıştı (Şemseddin Sami, I, 1889: 152).
 
Osmanlı Devleti Arnavutları farklı dilleri ve tarihlerine rağmen Müslüman oldukları için onları kendisinden bir parça olarak kabul ediyordu (Jelavich, 2009: 393). Nitekim Arnavutlar, Osmanlı
İmparatorluğu’nun hâkim sınıfı içinde önemli bir konuma sahipti.Eyalet statüsünde bulunan İşkodra da, 1867 Vilayet Nizamnamesi uyarınca vilayet yapılarak yeni yapıya dâhil edilmiştir.
 
İşkodra Eyaleti ilk defa 1285 yılına ait Devlet Salnamesi’nde vilayet olarak geçmektedir. Aynı salnamede, yeni vilayetin valisi, Aralık 1864’ten beri eyaletin mutasarrıflığını yürüten Müşir İsmail Paşa’dır. Bu bilgilerden İşkodra’nın vilayet olma tarihi, salnamenin tarihinden yola çıkılarak 1868 olarak tespit
edilebilmektedir.
Örneğin, İsmail Paşa’dan sonra Ferik Ömer Fevzi Paşa’nın valiliğe atanma tarihi 24 Mayıs 1868’dir (Takvim-i Vekayi, 883. Defa, 7 Safer 1284). Buna göre İşkodra’nın vilayet olarak tesisi bu tarihten önce
olmalıdır. Ayrıca 24 Aralık 1867’de İşkodra Eyaleti Muhasebecisi, Osman Efendi, “muhasebecilik namından defterdarlığa tahvil” ile beraber ikinci rütbedeki birinci sınıf mütemayizine terfi etmiştir
(Takvim-i Vekayi, 913. Defa, 27 Şaban 1284). Bu da vilayetin ilk defterdarı olmak hasebiyle kuruluş tarihinin daha eski olabileceğini göstermektedir. İşkodra Vilayet Salnamesinde ilk mektubînin 1284’te
(1867-68) atanması, “Bidayet-i Teşkilattan Beri Gelen Nâibler”
başlığı altında ilk nâibin de aynı tarihte tayin edilmesi bu savı güçlendirmektedir. Bu bakımdan şimdilik tam tarihi tespit edilemese de İşkodra Vilayeti’nin 1867’nin son ayları ile 1868’in ilk ayları
arasında kurulduğu söylenebilir.
 
Yeni vilayet, İşkodra ve Zadrima sancaklarından oluşuyordu. İşkodra Sancağı, aynı zamanda vilayet merkezi olan İşkodra, Podgoriça Maa Nahiye-i Koç, İşpozi, Bar, Ülgün, Maa Kavaye ve Peklin, Draç (Durres), Nahiye-i Mirdita kazalarından; Zadrima Sancağı ise Nahiye-i Zadrima, Nahiye-i Leş, Maa Akçahisar Tiran, Maa Akbala ve Karacadağ ve Puka kazalarından müteşekkildi (Devlet Salnamesi, 1285: 99, 174). Bir yıl sonra Ferik Esad Paşa zamanında vilayetin taksimatında önemli değişikliklere gidilmiştir. Sancaklıktan çıkarılan Zadrima ve daha önce Rumeli eyaletine bağlı sancak merkezi olan Ohri ile Gusine kaza olarak İşkodra Sancağına bağlanmış, vilayete Prizren ve Debre sancakları ilave olunmuştur.
 
Yeni sancaklardan Prizren, aynı ismi taşıyan sancak merkezi ile İpek, Yakova maa Altuneli, Lum, Priştine, Vulçitrin ve Gilan Kazalarını içermekteydi. Debre Sancağı ise Debre, İlbasan, Mat ve Kalkandelen
kazalarından mürekkepti ). Ancak, bu suretle kapsadığı alanı oldukça genişletilen vilayetin yeni
statüsü fazla uzun sürmemiş, 1871’de Müşir İsmail Paşa’nın ikinci valiliği esnasında tek sancaklı vilayet haline getirilerek sınırları oldukça daraltılmıştır . Hatta bir yıl sonra Ohri, Selanik Vilayeti’ne bağlı Manastır Sancağına geçmiş, (Devlet Salnamesi, 1289: 245, 246) 1874’te ise Gusine, Prizren Vilayeti’ne bağlanmıştır. Bu değişiklerle beraber Akçahisar ve Mirdita nahiyeleri de kaza yapılmıştır. Bilindiği gibi bu sırada 1864 Nizamnamesi, yeniden ele alınarak, İdare-i Umûmiye-i Vilâyet Nizamnâmesi çıkarılmıştı .
 
22 Ocak 1871’de yürürlüğe sokulan yeni vilayet düzenlemesi10, 1913 yılında çıkarılan geçici kanuna (İdare-i Umumiye-i Vilayet Kanun-ı Muvakkatı) kadar geçerliliğini koruyacaktı. 1874’teki küçülmenin ardından İşkodra, 1875’te vilayet statüsünden çıkarılarak Manastır Vilayeti’nin 11 sancağı yapılmıştır.
Ancak bu yeni statüsü fazla sürmemiş, bir yıl sonra İşkodra Valiliği adıyla tekrar tek sancaklı vilayet konumuna geri dönmüştür . 1878’de eyalet olarak isimlendirilen İşkodra vilayetine bağlı 10 kaza, 5 nahiye, 645 köyde 67500 hane ve 122.189 erkek nüfus mevcuttu.
 
Görüldüğü gibi İşkodra’nın vilayet olarak tesis edildiğinden itibaren mülki sınırları, zaman içerisinde daralarak birkaç kez değişikliğe uğramıştır. Bunda devlet adamlarının taşrayı daha iyi kontrol edebilmek için eyalet sınırlarını daraltma isteğinin payı büyüktür.
 
Bu arada 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetiyle sonuçlanmış ve iki devlet arasında Ayastefanos Anlaşması imzalanmıştı (3 Mart 1878). Bu anlaşmayla Osmanlı Devleti Avrupa’daki topraklarının büyük bir kısmını kaybediyordu.Bunların içerisinde İşkodra’dan ise İşpozi (Spuj), Zabyak (Zabljak), Bar (Antivari), Ülgün (Ulcinj) ve Podgoriça Karadağ’a bırakılıyordu. Rusya’nın Ayastefanos’la hem Doğu’da hem de Balkanlar’da aşırı güç kazanması, büyük devletlerin çıkarlarına ters düştüğünden
yeni bir anlaşma metni için Berlin Kongresi düzenlenmiştir (13 Haziran 1878). Bir aylık bir çalışmanın neticesinde imzalanan Berlin Anlaşması (13 Temmuz 1878), Rusların bölgedeki emellerine set
çekerken Ayastefanos’a nazaran Osmanlı Devleti’nin toprak kayıplarında fazla bir değişiklik olmamıştı.
 
Nitekim bu anlaşmayla Osmanlı İmparatorluğu, toplam toprağının beşte ikisi ile nüfusunun yaklaşık yarısı Müslüman olan beşte birini (5,5 milyon) terk etmek zorunda bırakılmıştı. Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız olmuşlar, Bulgaristan yarı özerk bir hale gelirken Bosna-Hersek geçici olduğu
sanılan Avusturya işgaline terk edilmişti. Osmanlı devletinin Avrupa’da yalnızca Balkanların güneyinde Karadeniz’den Adriyatik Denizi’ne kadar uzanan ve Makedonya, Trakya, Teselya ve Arnavutluk’u kapsayan toprakları kalmıştı. Buraları da Edirne, Selanik, Kosova, Yanya, Manastır ve İşkodra eyaletlerine bölünmüştür .
 
Berlin Anlaşması, Ayestafanos’ta İşkodra Eyaleti’nden Karadağ’a bırakılan topraklardan sadece Ülgün’ü Osmanlı Devleti’ne iade etmişti. Fakat anlaşmanın Karadağ’a bıraktığı Gusine ve Plav arazisinin Arnavutlardan oluşan nüfusu, harple kaybetmedikleri halde topraklarının Karadağ’a verilmesine karşı isyan ettiler.
 
Bunun üzerine Berlin Anlaşması’nı imza eden devletler, bu iki mahallin yerine Karadağ’a Tuz (Tuzi) kazasındaki Hot, Klemend ve Gruda’nın verilmesiyle meselenin çözüleceğini düşündüler. Fakat bunu duyan İşkodra halkı ve bu yörenin dağlı kabileleri birleşerek teslim için gelen Karadağ askerleri ve memurlarını öldürdüler.
 
Karadağ’ın Büyük devletlere şikâyeti üzerine Bâbıâli’nin bölge halkını ikna çabaları da fayda vermeyince, bu sefer Karadağ’a Ülgün limanının bırakılmasına karar verildi (1880) . Aslında Osmanlı Devleti, bu karara razı değilse de, büyük devletlerin Ülgün (Ulcinj) açıklarına donanmalarını göndermeye kadar vardırdıkları tehdit ve şiddetli baskıları karşısında pes etmek zorunda kaldı.
 
Şehrin Karadağ’a verilmesine direnen Arnavutların üstüne gönderilen Osmanlı kuvvetleri nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Ülgün’ü Karadağ’a teslim etti (1881) (Bartl, 1998: 209).
Diğer yandan bu süreçte Arnavut direnişini örgütleyen ve milli bir hareket olarak gelişen Prizren Birliği, özerklik talep etmeye başlayınca Osmanlı Devleti tarafından dağıtılmış, yöneticileri sürgün
edilmiştir.
Bu gelişmeler neticesinde Berlin Anlaşması, İşkodra Vilayeti’nden ayrılan topraklar açısından herhangi bir değişiklik getirmiyor, Ayestafanos’ta belirlenen yerler Karadağ’a verilmiş oluyordu. Dolayısıyla toprak kaybına uğrayan vilayetin mülki taksimatı 1880’nin sonlarında yeniden ele alınarak ilk vilayet
teşkilindeki gibi iki sancağa ayrılmıştır.Nahiyelikten sancak merkezliğine yükseltilen Draç’a (Durres) Peklin, Tiran, Şiyak ve Kavaye kazaları bağlanmıştır.Vilayet merkezi İşkodra Sancağı mülhakatında ise Akçahisar, Ülgün, Puka, Gruda, Leş ve Mirdita kazaları ile İşkrel, Hot, Gruda, Reç Maa Luha, Zadrima, Şale Şuş, Klemend, Kışla ve Selita, Kastrat, Leş Malisyası isimlerini taşıyan 10
nahiye bulunmaktaydı .
1881’de yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Ülgün elden çıktıktan sonra 1882’de Draç’ta bir değişiklik olmazken, İşkodra Sancağı’na Tuz kaza olarak eklenmiş, Gruda ise kaza statüsünü kaybetmiştir. Draç’a bağlı Peklin de Manastır Vilayeti’nin İlbasan Sancağı’na gidip geldikten sonra nihayet 1892’de İlbasan’a dahil edilerek İşkodra Vilayeti sınırlarından ayrılmıştır (Manastır Vilayeti Salnamesi, 1308: 210; 1310: 293) Böylece vilayetin 1892’deki mülki taksimatı kendi sınırları dâhilinde bir iki değişme dışında 1908’e
kadar aynı kalmıştır. Şengin, nahiye olarak 1893’te İşkodra’ya bağlanmış, Akçahisar ise kendisine
bağlı Kışla Nahiyesi ile 1903’te Draç Sancağı’na geçmiştir. İşkodra Vilayeti, 1893’te 2 sancak, 8 kaza, 10 nahiye ve 470 köyden oluşurken Sultan II. Abdülhamid’in Saltanatının sonunda buna sadece 4 köy daha eklenmiştir.20 Rumeli’deki Osmanlı vilayetlerinin en küçüğü olan İşkodra Vilâyeti’nin yüzölçümü, 10800 km2’ydi.
 
Vilayet, kuzeyde Karadağ, doğuda Kosova ve Manastır, güneyde Manastır ve Yanya vilayetleri,
Batıda ise Adriyatik Denizi ile çevriliydi.21 Büyük kısmı dağlık olan ilayetin tahmini nüfusu, 1312/1894 tarihli İşkodra Vilayeti Salnamesine göre 240.125’ti.22 Şemseddin Sami ise daha önceki bir
tarihe ait eserinde 300.000 olarak tahmin ediyordu . Vilayetin kuzey kesimini oluşturan İşkodra
Sancağı’nda nüfusun hemen hemen yarısı Müslüman, yarısı Hristiyan olup Hristiyanların büyük kısmı Katolik, pek azı da Ortodoks’tu. Vilayet, Arnavutluk bölgesinin Gegalık kısmında yer almaktaydı.23 Arnavutlar, İşkombi nehrinin kuzeyinde bulunan Gegalar ve güneyinde bulunan Toskalar’dan meydana gelen iki temel etnik gruba ayrıldıkları için bu iki bölgeye Gegalık ve Toskalık denilmiştir. Gegalar, sadece lehçeleriyle değil fizyonomileri ve sosyal davranışları bakımından diğer grup olan Toskalar’dan
farklıdırlar .
Gegalar, genel olarak onurlarına düşkün, geleneklerine sıkıca bağlı, gözü pek, savaşçı bir yapıya sahiptiler. Ancak fis dedikleri muhtelif kabilelere ayrılmış ve binlerce yıllık adet ve göreneklere göre yaşayan bu insanların Tanzimat reformlarını benimsemeleri zordu. Dolayısıyla bölgede modern vilayet teşkilinin öngördüğü yenilikler hemen devreye sokulamadı. Vilayet olarak teşkilinin üzerinden beş yıl
geçmesine rağmen Osmanlı mercilerince, İşkodra için “henüz Tanzimat’ın uygulanmadığı bir eyalet” tabirinin kullanılması, bölgede reformlar hususunda beklenen ilerlemenin kaydedilemediğinin resmi itirafıydı. Araya savaş gailesinin girmesi de vilayetteki düzeni alt üst etmiş, Berlin Anlaşması sonrası bölgedeki siyasi gerilim, 1882 yılına kadar devam etmişti. Bu tarihten itibaren, Sultan II. Abdülhamid politikalarının vilayette sağladığı uzun huzur ve sükûnet ortamı, İşkodra’da yapılacak reformlar için uygun bir zemin hazırlamıştır. Bununla birlikte İşkodra’nın sosyal ve kültürel yapısından kaynaklanan farklılıkların hesaba katılarak tedrici hareket edilmesi gerekmekteydi. Bu bağlamda İşkodra Vilayeti’nin
yönetim yapısının incelenmesi, vilayetin kurumsal niteliğinin ortaya konulmasına, Osmanlı Devleti’nin bölgeye münhasır uygulamalarının ve idari metodunun belirlenmesine katkı sağlayacaktır.
 
II. İşkodra Vilayeti’nin İdari Yapısı
 
İşkodra Vilayet’inin idari yapısı hakkında en kapsamlı bilgi, hicri 1299 (1881), 1310 (1892), 1312 (1894) ve 1315 (1897) tarihlerinde basılmış olan dört vilayet salnamesinden elde edilmektedir. Bu kaynaklar, İşkodra Vilayeti’nin tarihten gelen ve sosyo-kültürel yapısından kaynaklanan bazı oluşum ve uygulamaların yeni vilayet sistemi içerisinde de varlığını sürdürdüğünü göstermektedir.
 
Vilayetin kuzey kesimini oluşturan İşkodra Sancağı’nda güneydeki Draç Sancağı’ndan farklı olarak hala kabile kaideleri muhafaza edilmekteydi. Dağlık kesimde meskun kabileler ile bunların şehir ve kasabalarda yaşayan mensupları arasındaki kuvvetli bağ hiçbir zaman kopmamış, örf ve adetlerin
şekillendirdiği kabile düzeni, İşkodra ve çevresinde canlılığını kaybetmemişti. Dağlardaki sakinlerine malisör, yaşadıkları bölgelere malisya denilen bu kabileler, reisleri ve ileri gelenlerinden
mürekkep heyetler vasıtasıyla tabi oldukları kadim Dukagin Kanunları ile idare edilmekteydiler .
 
Devlet, kabilelere İşkodra şehrinin muteber Müslümanları arasından seçtiği, bölükbaşılar tayin ederek idareye ortak olmuştur. Nahiye müdürüne eşdeğer bir idari salahiyetle bölükbaşılar, yeni vilayet teşkilatı içerisinde, kabilelerin hukuki davalarına bakan Cibal Komisyonu’nun da asli üyeleri idiler(Osmanlı Arşiv Belgelerinde Arnavutluk, 2008: 203). Böylelikle Osmanlı kaynaklarında Cibal Usulü27 tabiriyle ifade edilen kabile idare düzeni, modern yönetim sistemine adeta monte edilmeye çalışılmıştır. Nitekim bu kabilelere, modern merkeziyetçi bir devlet otoritesini benimsetmek kolay değildi. Bu pragmatik usulle, kabilelerin geleneksel yapısı kabul edilmekle birlikte onların Osmanlı yönetimine karşı olası tepkilerinin de önüne geçilmiş olunuyordu.
Kısacası Osmanlı idarecileri yenilikleri yaparken, bölgede idareyi zora sokacak dayatmalardan kaçınmak, yönetebilme ilkelerini esas alarak tedrici ve ihtiyatlı olmak zorundaydı.
 
Osmanlı taşra teşkilatında başka bir örneği olmayan İşkodra Sancağı’na özgü bir diğer farklılık, kökeni eskiye ve askeri gerekçelere dayanan bayraklara bölünmüş olmasıdır.28 1892’deki taksimatta İşkodra Sancağı’nda yer alan Akçahisar, kabile geleneklerine tabi olmadığından bu yapıya dâhil değildi. Bayrak, belirli bir mahalde eli silah tutan fertlerini savaşa göndermekle mükellef ailelerden müteşekkil askeri-idari bir ünite idi. Her bayrak, nüfusuna göre bir veya birkaç köyü kapsayabilir, İşkodra merkezde olduğu gibi bir
mahalleden de oluşabilirdi. Bu yerleşim birimlerinde aynı kabileye mensubiyet de şart değildi. Savaş durumunda bayraklar bayraktarlarının liderliğinde toplanırlar ve Osmanlı ordularının yanında harbe iştirak ederlerdi. Bayraklar, sadece Müslüman veya Hristiyan nüfustan oluşabildiği gibi bunların bir arada yaşadığı karma topluluklardan da meydana gelebilirdi.
Bunlardan Mirditalıların tamamı Katolik iken diğerlerinin büyük bir kısmı yine Katolik olup kalanı Müslüman’dı. Ancak hepsi mensup oldukları kabileye bağlı olup mezhep ahlakına uymazlardı. Güçlü kabile bağları ve Ortodoks Slavlara karşı gelişen ortak bilinç, Müslüman ve Katolikler arasında
bir ittifaka sebep olduğu gibi normal yaşamlarında da birbirleriyle başka toplumlarda görülemeyecek kadar yakın ilişki içerisindeydiler. Müslümanı Hristiyan’ı aynı duygu ve coşkuyla omuz omuza savaşa giderlerdi.
Bayrak ve bayraktar tabiri, seferberlikte harbe gideceklerin devlet tarafından Bayraktara verilen bayrağın (sancağın) altında toplanmasından doğmuştu . Bayraktarlar, askeri sorumluluğunun yanında kabile
yönetimi içerisinde asayiş ve idari işlerden de mesuldü. Ne klasik ne de modern Osmanlı taşra idaresinde bir karşılığı olmayan bayrak ve bunun idarecisi olan bayraktar aslında askeri ihtiyaçlardan doğmuştu.29 Savaş esnasında hızla sefere iştirak edebilme kabiliyetine sahip bu yardımcı milis
kuvvetler, özellikle Karadağlıların isyanlarının bastırılması, batı ve güneye istilalarının durdurulmasında büyük bir öneme sahiptiler.Nitekim düzenli orduların büyük güçlük çektiği dağlık coğrafyada
zafer kazanabilmek, Karadağlılarla benzer geleneklere ve savaş taktiklerine sahip Arnavut dağlılarının (malisorlar) desteğiyle mümkündü. Zira Arnavutluk kıtası, Rumeli’nin kapısıysa İşkodra Sancağı bu kapının kilidiydi. Karadağ meselesinin ortaya çıkışı, İşkodra’nın stratejik önemini ve dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin bölgedeki hassasiyetini olağanüstü artırmıştı. Bu bakımdan devlet, silah ve mühimmatla teçhiz ettiği Arnavut kabile birliklerinin savaştaki başarılarını çeşitli ödüllerle takdir ettiği gibi onlara vergi ve askerlikle ilgili bazı muafiyetler de tanımıştı.
 
Fethinden itibaren geçerli olan bu imtiyazlar, İşkodra’da Tanzimat reformlarına rağmen devam ederek Sultan II. Abdülhamid döneminde de geçerliliğini korumuştur. Mirdita ve Puka’nın Hristiyan Katolik halkı bedel-i askeriye31 vergisinden muaftılar. Mirdita’nın tamamı, Puka’nın ise yarısından fazlası Hristiyan Katolik’ti. Oldukça fakir olmaları hasebiyle devletin bu kesimden vergi yoluyla gelir elde etmesi de pek makul değildi . Buna bağlı olarak malisorların meskun olduğu bölgelerde gelir gider dengesi oldukça kötüydü. Çağrıldıkları her vakit, hazır birlikler olarak savaşa katılmaları nedeniyle İşkodra halkıyla dağlı kabilelerin askerlikten muafiyetleri, Tanzimat reformlarına rağmen devam etmişti. Ne kurayla redif birliklerine ne de nizamiye birliklerine asker vermiyorlardı. Hâlbuki Sultan II. Abdülhamid’in Balkanlarda devreye soktuğu denge politikasına koşut olarak Karadağ Prensi ile kurduğu dostluk, bölgede barış ve sükûneti sağlamıştı. İki ülke arasında sınır bölgesinde malisorlarla Karadağlılar arasında vukua gelen sürtüşmeler ve bazı ihlallerin dışında önemli bir mesele kalmamıştı.
 
Bunlar da devletin aldığı tedbirlerle asgari düzeye indirilmişti. Dolayısıyla Sultan II. Abdülhamid’in
barışı önceleyen akılcı politikası, eski dönemlerde sürekli gergin olan tansiyonu düşürmüş, çatışmaya mahal verecek her türlü bahaneyi yok etmişti. Bu da açıkçası malisorların askeri hizmetine olan ihtiyacı
ortadan kaldırmıştı. Bayrakların askeri niteliği sembolik olarak devam ettiği halde buna dayanan askeri muafiyetler ise lağvedilememiştir. Elbette bölge halkının geleneklerine bağlılığı ve kazandığı imtiyazı bırakmamaktaki katı tutumu, bu hususta adım  atılmasını engelleyen en büyük faktör olmuştur. İşkodra’ya has farklılıkları menşei ile birlikte tespit ettikten sonra Osmanlı Devleti’nin vilayette kurduğu teşkilat yapısına geçebiliriz. İşkodra’ya has bu farklılıklarla birlikte vilayet salnamelerine göre Osmanlı Devleti’nin vilayette, modern taşra örgütlenmesi için gerekli olan idari ve bürokratik yapıyı tesis ettiği görülmektedir.
Diğer vilayetlerde olduğu gibi vilayetin başında vali, livada mutasarrıf, kazada kaymakam, nahiyede müdür ve köyde muhtar vardı. İşkodra vilayetinde de validen sonra protokolün en üst seviyesinde bulunan adliyeden sorumlu nâib, mali işlere bakan defterdar ve vilayetin genel sekreteri pozisyonundaki mektubî, vilayet erkânını oluşturmaktaydı. Bunlara daha sonra başta müsteşar olarak adlandırılan bir de vali muavini eklendi. Dolayısıyla ilk defa 1871 Vilayet Nizamnamesiyle tesis edilen vali muavinliği’nin İşkodra’da devreye sokulmasının geciktiği görülmektedir.
Bu idarecilerle müftü, valinin nezaretinde toplanan Vilâyet İdare Meclisi’nin de tabii üyeleriydi. Diğer üyeler ise, seçimli yerel temsilcilerdi. Aynı yapı, alt mülki birimlerde de geçerliydi.
 
Vilayetin yönetimi idari, adli, askerlik, eğitim, asayiş, mali, haberleşme, orman, nüfus, ticari, ulaşım, vakıf, imar ve beledi işlerini yürüten birçok daireye, alt şubelere ve komisyonlara bölünmek
suretiyle yukarıdan aşağıya dikey bir örgütlenme gerçekleştirilmişti.
Valiye olduğu kadar bağlı oldukları nezaretlere karşı da sorumlu olan bu daireler ve alt şubelerinde 200’ü aşkın amir, memur ve kâtip çalışmaktaydı .
 
Vilayette alaybeyinin komutasında vilayetin asayişinin emanet edildiği bir zabtiye alayı ve meclisi görev yapmaktaydı. Bu alayda, bir bölüğü süvari olmak üzere 5 bölükten mürekkep ve subay, astsubay (küçük zabitan), er toplam 312 piyade, 40 süvari asker bulunmaktaydı . 1897’de asker sayıları verilmemekle birlikte bir piyade bölüğü eksiltilmişti.. Zabtiye teşkilatı, İşkodra sancağı kazalarında da kurulmuştu. Diğerlerinden farklı olarak Mirdita Kazasında İşkodra Zabtiye Alayının III. Taburu bulunmaktaydı. Hicri 1294 (1877-1878) tarihinde kurulan bu taburun subay, er ve eratı Mirditalı’ydı. Tabur, beş bölükten oluşmakta idare memuruyla 15 çavuş, 30 onbaşı, 200 er olmak üzere 245 mevcuda sahipti. Draç Sancağı merkezinde ise merkez alayın II. Draç Taburu görev yapmaktaydı. Bu da biri süvari, kalanı piyade
olmak üzere beş bölükte 15 subay ve memuruyla 15 çavuş, 30 onbaşı, 200 nefere sahipti . Buna bağlı kazalarda zabtiye daireleri mevcuttur. Ayrıca vilayet merkezinde başında ikinci komiserin
bulunduğu, üçüncü komiser ve 9 polisin görev yaptığı bir de polis
dairesi vardı.
İşkodra Vilayetinde valinin komutasını üstlendiği III. Orduya bağlı İşkodra Fırkası bulunmaktaydı.32 Fırkada, 1892’de 4 taburlu Nizamiye 24. Alayı, 63. Alayın 3. ve 4. Taburları, Nizamiye 40. Alayı
ile Hassa 3. Alayının 3. Taburları ve Seyyar Topçu 18. Alayın 2. Cebel Taburunun 4. ve 5. bölükleri görev yapmaktaydı. Sultan II. Abdülhamid devrinin sonlarında ise 17. Piyade Fırkası’nın 34. Livası ve 72. Piyade Alayından bir taburla (2. tabur), Topçu 18. Alayın 1. Piyade Bataryası ile 4. ve 5. Cebel Bataryaları (topçu birlikleri) bulunmaktaydı. Ayrıca İşkodra Kalesi’nde kaymakam (yarbay) komutasında bir kale topçu bölüğü olup Akçahisar’da bir müfrezesi bulunmaktaydı. Bu birliklerin hemen tamamı İşkodra’da bulunup Tuz, Leş, Tiran Kazalarında ve sınır kulelerinde görev yapan birlikleri vardı.
 
1894’ten sonra Karadağ sınır güvenliği için bir de Karadağ Hudut Komiserliği kurulmuştu .
Redif ve askere alma işlemlerine yalnızca Draç’ta bakılırdı. Fırkaya ait bir de hastane mevcuttu.
 
Vilayetin yargı teşkilatında, Şer’i Mahkemenin yanında Tanzimat’ın hukuk alanındaki reformlarıyla şekillenen nizamiye mahkemeleri, ticaret meclisi (mahkemesi) ve alt dairelerinin tamamı yer almaktaydı. Tanzimat’la birlikte batı ceza ve ticaret kanunları ve usullerinden istifade edilerek teşkil edilen nizamiye ve ticaret mahkemeleri, Şer’i mahkemelerin bu alanlardaki hüküm verme yetkilerini elinden almış, yargı sistemi içerisindeki etkinliğini oldukça daraltmıştır. Dolayısıyla Vilayetin iki sancak merkezinde, vakıflara
dair hususlarla yetim mallarına, miras hukukuna ve diğer şer’i haklara ilişkin davaları gören iki Şer’i Mahkemesi vardı. 1864 Vilayet Nizamnamesi ile tesis edilen ve Mehakim-i Nizamiye Teşkilat Kanunu’yla (22. 06. 1879) kuruluşunu tamamlayan nizamiye mahkemeleri, ceza ve hukuk davalarına bakan iki dereceli, idari birimin nüfusuna göre mahkeme azaları içerisinde gayrimüslimlerin de yer aldığı karma mahkemelerdi. Bu kanuna uygun olarak İşkodra vilayet merkezinde de İstinaf ve Bidayet Hukuk
ve Ceza Daireleriyle bunlara bağlı Müdde-i Umumi Muavinlikleri bulunmaktaydı. Yine vilayetin İşkodra Sancağı’na bağlı Puka ve Merdita hariç Draç Sancak merkezi ve tüm kazalarında Bidayet Mahkemeleri teşkil edilmişti.
 
 
Ticari davaları gören birisi vilayet merkezinde diğeri Draç’ta olmak üzere iki Ticaret Meclisi mevcuttu. Vilayetteki mahkemelerde aza sıfatıyla yerel halktan Müslüman ve gayrimüslim üyeler görev
yapmaktaydı. 1879 tarihli Teşkilât-ı Mehâkim Kanunu uyarınca mahkeme reislerinde olduğu gibi azaların da Adliye Nezareti’nin takriri üzerine iradeyle tayin edilmesi gerekiyordu. Fakat taşrada azaların maaşına karşılık bulunamadığı için bunların atanması eski usule göre, yani ahali arasından seçilmesine devam edilmiştir. İşkodra’da çalışan dört dava vekili (avukat) vardı .
 
İşkodra vilayetini diğerlerinden ayıran bir özelliği, vilayetin yargı teşkilatı içerisinde Cibal Komisyonu’nun yer almasıydı. Bu komisyon, vilayetin İşkodra Sancağı’ndaki kabilelerin kendi
aralarındaki hukuki ihtilaflarını çözmek amacıyla teşkil edilmişti. Her kabile, kendi içerisindeki hukuki davalarını, Dukagin Kanunu’na göre kabile reisi ve ileri gelenlerinden müteşekkil bir heyetle karara
bağlardı. Cibal Komisyonu da bir üst mahkeme pozisyonunda olup bidayeten ve istinafen karar verme yetkisine sahipti (Osmanlı Arşiv Belgelerinde Arnavutluk, 2008: 203). Dukagin Kanununa göre kan
gütmek bir haktı ve kabilenin bir ferdine karşı yapılan hakaret veya haksızlık kabilenin tümüne yapılmış olarak kabul edildiğinden kabileler arasında kan davaları eksik olmuyordu. İşkodra’daki Osmanlı hükümeti bu kötü âdetin lağvedilmesi için önemli teşebbüslerde bulunmuşsa da kesin bir netice alamamıştır.Dolayısıyla kabileler arasında en önemli dava konularının başında kan davaları gelmekteydi. Cibal Komisyonunun tam olarak ne zaman teşkil edildiğine dair bir kayıt tespit edilememiştir. Ancak 1875’te İşkodra Manastır Vilayeti’ne bağlıyken, sancak teşkilatı içerisinde Rüesâ-yı Cibâl isimli bir komisyona rastlanmaktadır (Manastır Vilayeti Salnamesi, 1292: 80). Bu da bir Reisü’l-rüesâ’nın başkanlığında bir muavin ve kâtibin görev yaptığı 14 bölükbaşından oluşmaktaydı. Bu
komisyonda temsil edilen kabilelerle 1892’dekiler arasında da sadece birkaç değişiklik görülmektedir.37 1880 tarihli raporda da bahsi geçen komisyonun aza sayısı 6 kişiye düşmüş olup üyeler münavebeli olarak değişmekteydi (Osmanlı Arşiv Belgelerinde Arnavutluk, 2008: 203). Komisyonda Mirditler gibi temsil edilmeyen kabileler olduğu gibi İşkodralı Müslümanlar, Akçahisar malisyasındakiler, davaları için Osmanlı mahkemelerine giderlerdi.
 
Draç Sancağı ise tamamen Osmanlı hukukuna tabiydi. Sonuçta Cibal Komisyonu, özellikle kan davaları yüzünden kabileler arasında meydana gelen düşmanlığı bertaraf etmek için teşkil edilmiş ve Osmanlı hükümetince de kabul edilmiş mahalli bir mahkeme idi.
 
 
Vilayetlerde eğitim işleri maarif müdürü ve onun başkanlığında toplanan Maarif meclisleri vasıtasıyla
yürütülmekteydi. 1871 tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi’yle de maarif müdürleri, vilayet teşkilatı içerisinde yerini almıştır. Fakat vilayetlere ilk defa müdür atanmasına 1881’de başlanmış, 1882’den sonra her vilayet merkezine, ihtiyaç hâsıl oldukça, birer maarif müdürü tayin edilmeye
devam edilmiştir. Arnavut milliyetçiliğinin önemli bir siması olan Davut Şükrü, İşkodra Rüştiyesi’nde
başmuallimlik yapmış ve 1870’de vilayetin ilk Mekâtib-i İbtidâiye Müfettişi (İlköğretim Müfettişi) olmuştu. Müfettişliği süresince Osmanlı Devleti’nin bölgede ilköğretimi yaygınlaştırmaya yönelik
faaliyetlerinde önemli katkıları görülmüştür. Nitekim devlet, özellikle malisorların yaşadığı dağlık kesimde birçok mektep ve cami inşa ettirmiş, binlerce bedava elifba cüzü dağıtmıştır.Yine devlet, tüm giderlerini üstlendiği törenler vasıtasıyla binlerce çocuğu sünnet ettirmiştir. Davut Şükrü, bu büyük
organizasyonu tertip eden komisyonun da başında yer almıştır. Sultan Abdülaziz döneminde görülen bu uygulama, Sultan II. Abdülhamid tarafından da sürdürülmüştür.
 
Draç’ta Maarif Meclisi’nin kurulması daha geç olmuştur. Hâlbuki mülhakatından Tiran’da, meclisin kazalardaki muadili olan maarif komisyonunun daha önce teşkil edildiği görülmektedir. Draç Sancağı’ndaki üç kazada da bu komisyonlar teşkil edilmişken İşkodra Sancağı’nda sadece Akçahisar’da, o da Evkaf Komisyonu ile birleştirilerek Maarif ve Evkaf Komisyonu adıyla kurulmuştur. Bu konuda Draç’ın, İşkodra’dan daha ileri bir durumda olduğu açıktır.
 
 
 
Sultan II. Abdülhamid döneminin sonlarına doğru vilayetteki okullarda 5164 öğrenci okumakta ve nüfusa oranı binde 25, 27’ye karşılık gelmekteydi. Bu esnada 5 adet rüştiyeye (İşkodra, Draç,
Tiran, Kavaye ve Akçahisar) İşkodra’da bir de Askeri Rüştiye eklenmiştir.
 
 1905-1906 yıllarına gelindiğinde, içlerinde İşkodra’nın da bulunduğu sadece üç vilayette öğretmen
okulu bulunmamaktaydı . İdadinin geç açılmasında en önemli faktörlerden birisi olan bütçe darlığı,
muhtemelen öğretmen okulunun açılamamasında da başlıca etkendi.
Osmanlı Devleti’nde ilk vilayet matbaası, mektubînin idaresinde bir vilayet matbaasının bulunacağını belirten Tuna Vilayeti Nizamnamesinin dokuzuncu maddesi uyarınca, 6 Nisan
1865’te Tuna Vilayeti’nde kurulmuştur .
Bundan sonra yeni kurulan vilayetlerde birer devlet matbaası tesis edilmeye başlanmıştır. Türkçe baskı yapan matbaada, 1892 yılı itibarıyla mektubînin emrinde hesap işlerinden sorumlu muhasebe
mümeyyizi, yazışmalarına bakan mektubi mümeyyizi ile mürettib-i evvel, sani ve salis olmak üzere üç dizgici ve bir makineci görev yapmaktaydı. Türkçe basılan gazete, senelik 40 kuruşluk
abonelikle, haftada bir Perşembe günleri yayınlanıyordu. Yayın hayatına bir müddet ara veren gazete,
1900’de (Hicri 1318) tekrar çıkmaya başlamıştır .Vilayette devlet matbaasının dışında dini neşriyatın
basıldığı Cizvitlere ait bir matbaa daha bulunmaktaydı.
 
Ülkede ziraatı desteklemek amacıyla kurulmuş olan Ziraat Bankası’nın vilayetteki ilk şubesi İşkodra’da açılmıştır. Aslında Ziraat Bankası’nın temeli, Midhat Paşa’nın 1863’te Tuna Vilayeti’nde
çiftçilere düşük maliyetli kredi sağlamak amacıyla tesis ettiği kuruluşa kadar uzanmaktadır. 1889’un başlarında açılmaya başlanan ve yıl içerisinde sayıları 97 ulaşan şubelerin  içerisinde İşkodra’da yer almaktaydı. Vilayette daha sonra ikinci Ziraat Bankası şubesi, Draç’ta açılmıştır.
 
Vilayet teşkilatı içesinde yer alan Nüfus dairesi de görevini tam olarak yapamıyordu. Vilayet merkezinde Nüfus Nazırının sorumluluğunda olan nüfus idaresi, İşkodra Sancağında Akçahisar dışında teşkil edilmemişken Draç’ta tüm kazalarda kurulmuştu. Bu da kurulduğu yerler dışında nüfus tahriri yapılamadığından kaynaklanmaktaydı. Sayımın temel amacı, vergi ve askerlikle ilişkili nüfusun tespiti olduğuna göre özerk yaşamaya alışkın bölge halkının buna yanaşmayacağı açıktı. Zaten yukarıda da ifade edildiği üzere vergi ve askerlikle ilgili muafiyetlere sahip olan bu kesimin sayılması ve dolayısıyla onların tepkilerini çekme riskine girmeye de gerek yoktu. Keza Osmanlı yönetimi, bu meselede üstelemediği için vilayetin nüfusu hiçbir zaman tahminlerin ötesine geçememiştir.
 
Vilayetin deniz trafiğinden ve işlemlerinden sorumlu Adriyatik sahillerinde Şengin ve Draç liman idareleri ve bunlara bağlı karantina daireleri mevcuttu. İşkodra’nın Boyana nehrindeki Ubut iskelesinde yolcu taşımacılığı yapan devlete ait Buyana Vapuru çalışmaktaydı. Ayrıca Şengin İskelesi’ne haftada iki defa Loyd Şirketi’nin ve 15 günde bir İtalyan işletmenin vapurları uğrarken Ubut’a on beş günde bir Avusturyalı bir vapur işletmesi sefer yapmaktaydı. Draç limanı eski önemini kaybetmekle birlikte vilayetin denizaşırı ihraç ve ithalatında önemli bir yere sahipti .
Gelirlerin tahsili ve yönetimine dair vergi, rüsumat ve duyun-ı umumiye dairelerinin çabaları, başta bozuk olan gelir-gider dengesini dönemin sonlarında gelir lehine çevirmeyi başarmıştır. Özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminin tasarruf politikasının İşkodra vilayetinde de uygulanarak başarılı neticeler alındığı görülmektedir.
 
İşkodra Sancağı’nın vergi muafiyetine sahip ve pek fakir kesimlerinin açığını ziraat ve ticaretin daha gelişmiş olduğu Akçahisar kazası ile Draç Sancağı halkı kapatırken İşkodra merkezde sağlanan gelişme de çarpıcıdır. Vilayete Karadağ’ın işgal ettiği topraklardan gelen göçmenler de hesaba katıldığında bu başarı daha da büyük anlam kazanmaktadır. 1879’da sayıları 12000’i aşan Müslüman muhacirlerin 5100’ü 1894’te İşkodra’da iskân edilmiştir(Osmanlı Arşiv Belgelerinde Arnavutluk, 2008: 197, 203; bkz. Ek 2).
Bu muhacirlerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla da ilkönce İşkodra’da sonra Draç’ta bir reis ve üç azadan oluşan iki muhacirin komisyonu kurulmuştur. Karadağ Hükümeti’nin baskıları sebebiyle bu göçler, devam etmiştir .
 
Vilayetteki imar faaliyetlerinden sorumlu Nafia daireleri, Vilayet merkezi İşkodra ve Draç’ta tesis edilmiştir. Sermühendis ve kondüktörün görev yaptığı bu iki daireden İşkodra’daki bir de kaza
katibine sahipti. Arazi koşullarının elverişsiz olması ve devletin iktisadi sıkıntıları yüzünden İşkodra’da kara ulaşımı oldukça geri kalmıştı. Buna rağmen Sultan II. Abdülhamid döneminde İşkodra ve Draç’ta yeni yol projelerinin devreye sokulmasına gayret edilmiş, taşkınlardan yıkılan veya yıpranan köprü ve yollar tamir edilmiştir.
Özellikle İşkodra’da Drin Nehri’nin sık sık taşması, bu hususta çekilen külfeti arttırmıştır. Askeri ve ticari olarak önemli görülen İşkodra’dan Prizren’e ve oradan Selanik hattına bağlanmak üzere Firzovik’e uzatılması planlanan demiryolu projesi de parasızlıktan kuvveden fiile geçirilememiştir.
 
İşkodra Vilayetinde haberleşmeyi temin eden daireler hemen hemen tüm idari birimlerde kurulmuştu. Zaten modern vilayet sisteminde haberleşme, iç idari birimler arasında olduğu kadar bilhassa merkezle irtibatın sağlanması açısından da önemliydi.
Vilayette haberleşme hizmetleri, Telgraf ve Posta Dairesi olarak İşkodra, Tuz ve Draç’ta verilirken Akçahisar, Leş, Şengin ve Tiran’da Telgraf idareleri vasıtasıyla yürütülmekteydi.
Vilayetteki belediye teşkilatına bakıldığında, 1310 (1892) tarihli Vilayet Salnamesine göre İşkodra’ya bağlı Tuz, Puka, Mirdita hariç tüm kazalarda belediye meclislerinin teşkil edildiği görülmektedir. Fakat 1312 (1894) Vilayet Salnamesinden Leş Kazası’ndaki meclisin de lağvedilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Aslında
1877’de çıkan Vilayet Belediye Kanunu’na göre her şehir ve kasabada bir belediye meclisi kurulacağı belirtiliyordu . Hatta bu kanuna zeyil olarak çıkartılan 11 Kasım 1886 tarihli bir irade-i seniyye ile nahiye ve büyük köylerde de vilayetçe gösterilecek lüzum üzerine belediye daireleri kurulabileceği öngörülmüştü.
 
Fakat Osmanlı Devleti’nin her kazasında bile kurulamayan belediye meclislerinin nahiyelerde teşkil edilmesi beklenemezdi . Nitekim İşkodra’nın bahsi geçen kazalarıyla birlikte hiçbir nahiyesinde belediye teşkilatına rastlanmamaktadır. Yine Vilayet Belediye Kanunu’nda belediye görevlileri içerisinde yer alan mühendisler, nüfusu az ve imar görmeyen birçok taşra kentinde olduğu gibi, İşkodra Vilayeti’nin hiçbir belediyesinde bulunmamaktadır. Ayrıca Belediye Kanunu’yla meclis üye sayısının kent veya kasabanın nüfus
büyüklüğüne göre 6-12 kişi olarak belirlenmesine rağmen İşkodra, Akçahisar, Tiran, Kavaye meclisleri asgari şartı yerine getirirken, Draç ve sonradan lağvedilecek olan Leş’te üye sayısı 5’e, Şiyak’ta ise 4’e kadar düşmüştür .
 
Sonuç
 
İşkodra’nın idari taksimatta, sancaktan eyalete, eyaletten vilayete geçişte uğradığı değişiklikler, vilayete terfi ettikten sonra da devam etmiş ve hatta bir ara tekrar sancak statüsüne geri döndürülmüştür. Bu gelişmede Tanzimatçıların vilayet sınırlarını daraltma eğiliminin yanında devlet otoritesini taşrada
kuvvetlendirmeyi amaçlayan modern taşra idaresinin vilayette tesisi hususunda çekilen sıkıntıların da rol oynadığı görülmektedir.
Osmanlı-Rus Savaşı ve akabinde bölgede meydana gelen olaylar, özerklik isteyen Arnavut milliyetçiliğinin nüvesini atmış, vilayet sınırlarının daralması kadar idari gelişimini de olumsuz etkilemiştir.
Vilayet sınırları kesinleştikten sonra vilayetin mülki taksimatında önemli bir değişikliğe gidilerek Osmanlı hâkimiyetinden ayrılıncaya kadar muhafaza edeceği iki sancaklı bir yapıya kavuşmuştur.
Vilayetin kuzeyindeki İşkodra Sancağı, Draç Sancağı’ndan farklı bir toplumsal yapıya sahipti. Burada yüzlerce yıl öncesine dayanan kabile yönetimi ve gelenekleri halen etkindi. Dağlarda özerk ve otoriteden uzak yaşamaya alışmış bu toplulukları devlet idaresi içerisinde disipline etmek elbette zordu. Doğal olarak bu güçlük, devlet otoritesini güçlendirmeyi amaçlayan modern vilayet sisteminin İşkodra Sancağı’nda tesisi ve işleyişine de doğrudan yansımıştır. Nitekim Osmanlı yönetimi, stratejik mevkii sebebiyle bölgedeki hâkimiyetini tehlikeye sokmamak adına yerel unsurlarla bir çatışma ortamının doğmasına vesile olabilecek bazı idari tasarruflardan feragat etmek zorunda kalmıştır. Bu bakımdan
geçmişten gelen askerlik ve vergi muafiyetleri devam etmiş, modern idari sistemde yeri olmayan bayrak gibi eski ve bölgeye özgü idari yapılara müsaade edilmiştir. Hatta kabile yönetimi tescil edildiği gibi
vilayetin yargı teşkilatı içerisine bir nevi kabile mahkemesi olan Cibal Komisyonu da sokulmuştur.
 
 
Vilayetin güney kesimini oluşturan Draç Sancağı ise, yeniliklere daha kolay uyum sağlamış ve bünyesinde teşkil edilen daireler, fonksiyonlarını İşkodra’ya nazaran çok daha iyi yerine getirmiştir. İşkodra’da yapılamayan nüfus tahriri, Draç’ta yapılmış, vergiler toplanmış, askerlik hizmetleri ifa edilmiştir. Belediyeler bakımından da Draç Sancağı, İşkodra’dan önde idi. Tabii bu farkın temelinde coğrafi olarak daha iyi konumda bulunması ve halkının iktisadi olarak daha zengin olması da yatmaktaydı. Dağlık bir araziye sahip olan İşkodra Sancağı ise merkezi ve Akçahisar’ı saymazsak geçim kaynakları oldukça sınırlı dağlı bir nüfusa sahipti. Bu yüzden vilayetin iki sancağı arasında ciddi bir fark oluşmuştur.
Osmanlı Devleti, Sultan II. Abdülhamid’in tesis ettiği uzun süreli sükûnet ortamında, İşkodra Vilayetinde modern idari teşkilatın tüm unsurlarını kurmaya ve etkin çalışmasına gayret göstermiştir. Bahsi geçen etkenlere bağlı olarak her daireden istenen verim alınamasa da bu idari sistem, vilayetin gelişmesine katkı sağlamış ve hatta ileride kurulacak olan Arnavutluk için bir zemin teşkil etmiştir.
 
Kaynak: Mustafa GENÇOĞLU Dergipark.gov.tr

YORUM YAP