Amerika'da Yaşayan Boşnakları Tanıyalım » Boşnak HaberBoşnak Haber

13 Mayıs 2024 - 13:30

Amerika’da Yaşayan Boşnakları Tanıyalım

Amerika’da Yaşayan Boşnakları Tanıyalım
Son Güncelleme :

22 Eylül 2014 - 17:02

Yazan : Dr. Senad Agić
Çeviren: Ahmet Yücetürk
Çeviri, aylık medeniyet kültür ve aktüalite dergisi Mostar’ın Bosna Özel Sayısı için hazırlanmıştır. (Ağustos 2005, İstanbul, Türkiye)

Boşnakların Amerika’ya Göçü ve Asimilasyonun Seyri

Göçün Sebepleri

Bosnalı Müslümanlar Amerika’ya yirminci yüzyılın son virajında göç etmeye başladılar ve bu göçler Warner and Srole’un etnik gurupların göçleri için ortaya koyduğu iki sebebin sonuçlarıdır ki bu sebepler, büyüyen Amerikan ekonomisi ve ana yurttaki politik kargaşa olarak özetlenebilir. (Warner, 1945)
“Neden ana yurdunuzdan ayrıldınız?” sorumuza cevap olarak, ilk nesil göçmen Boşnakların % 31.8’i politik veya ekonomik sebepler öne sürerken, % 65.2’si 1992-1995 yılları arasındaki savaşta Bosna-Hersek’teki “etnik temizlik”ten dolayı yurtlarından atılmaları esnasında veya daha sonraları Amerika’da bulunan arkadaş ve aile bireylerinin göç etmelerinde etkili olduklarını belirtmişlerdir. Bu guruba ait olanlara Amerika hakkındaki bilgiler asıl olarak kendilerinden daha evvel göç etmiş olan akraba ve arkadaşlarından gelmiştir. “Göç edilebilecek bir yer olarak Amerika’dan nasıl haberdar oldunuz?” sorumuza cevap olarak da bireylerin % 50.2’si akrabalarının bilgilendirdiğini ifade ederken, % 44.4’ü ise haberdar edenlerin kendi arkadaşları olduklarından bahsetmişlerdir.

Göç hareketine geçiş sosyo-ekonomik skalanın alt kısımlarındaki sınıflarda en yüksek derecede görülmüştür. Son göçmenleri eski ülkelerinden göç için önüne katan Bosna’daki korkunç ekonomik ve politik şartlar, onları her ne pahasına olursa olsun finansal başarı peşinde koşarak, savaş sırasında tamamı kaybedilen mülkleri telafi etmek için harekete geçirdi. İlk nesil göçmenlerin çoğu aslında kendilerinin kalıcı olarak Amerika’ya yerleşme niyetlerinin olmadığını itiraf ediyorlardı. Nihayetinde, en kısa zamanda yeteri kadar para biriktirip, akabinde ülkelerine dönmeyi, bir parça arsa almayı ve aynı ecdada sahip oldukları insanlar ile rahat bir hayat yaşamayı ümit ediyorlardı. Amerika, bu ilk göçmenlere finansal refahın herkes tarafından elde edilebileceği bir rüyalar ülkesiydi. Fakat, bu insanların çoğu Amerika’ya vardıklarında hiç hayal bile etmedikleri sosyal ve ekonomik problemler ile yüzleştiler. Her şeye rağmen, uzun vadeli amaçlar için sıkıntılara katlandılar ve zorlukların üstesinden gelmek için mücadele ettiler. Göç eden, eski ülkesini terk etme kararı verdiğinde, ailesinin ve toplumun nazarında “kahramanca” bir konuma yerleşeceğini zannediyordu. Ailesi nazarında sadece ekonomik kurtarıcı olarak değil, aynı zamanda birçok Bosnalının kasabalarının sınırlarını dahi pek geçmediği bir zamanda deniz aşırı çok uzak bir toprağa gidecek kadar cesur bir insan olarak görülüyordu. En azından kendi zihninde ve toplumun nazarında yörenin şöhretli kişisiydi. Fırsatlar ülkesi Amerika’ya gidiyordu.

Bu imajlara maruz kalmış birisi olarak Amerika’da başarısızlığa teslim olmak düşünülemez bir durum olurdu. Bu ilk göçmenlerin birçoğu Amerika’ya ulaştıklarında, kendilerini Amerika’da finansal başarı elde etmenin kolaylığına dair şişirilmiş haberlerin mağdurları olarak hissettiler. Yine de, eli boş dönmek yoktu.
Amerika’ya 1990’ların politik karışıklığından önceleri gelenlerden bize cevap verenlerin çoğu, Bosna’daki ailelerine binlerce dolar göndermek durumunda kaldıklarını, kendilerine ise Chicago’da hayatlarını sürdürebilmek için gerekli minimum parayı ayırabildiklerini ifade etmişlerdir. Bunu yakınlarına sadece bir hüsn-ü niyetin ürünü jest olarak yapmadıklarını, aynı zamanda prestij kazanımı ve yurtlarından ayrıldıklarında kendilerine verilen o hoşlandıkları önemi konumlarını da devam ettirmek için yapmışlardır. Memleketleriyle haberleştiklerinde, Amerika’daki hayatın zorluklarından hiç bahsedilmemiş, esasen durumlar pozitif manada bol mübalağa ile aktarılmıştır. Tek odalı bir dairede yaşayan bir Boşnak göçmenin memleketindeki ailesi ve arkadaşlarına büyük bir eve sahip olduğunu ifade edebilmesi bu durum ile açıklanabilir.
Amerika’yı Yurt Edinme
Ekonomik refaha erişen ve bunun sonucu olarak Amerika’da sürekli olarak yerleşik kalmaya niyet eden Boşnaklar Amerikan kültürel değerlerini yüksek derecede benimsediler. Chicago bölgesi banliyölerinden Northbrook’taki İslam Kültür Merkezi’ni (ICC, Islamic Cultural Center) cemiyetlerinin dayanak noktası olarak kullanmaya yöneldiler. Bu merkezin kuruluşu, Boşnakların Amerika’da orta sınıfa mensup kişiler olarak sosyal statülerine destek olmak için İslami kimliğin sürdürülmesi amacını güdüyordu. Bu sosyo-dini karar, Boşnakların Amerika’da sürekli olarak yerleşik duruma geçme konusundaki hissi teslimiyetlerinin farkına varılmasından sonra alındı.
Bu yüzden, Chicago’daki bir kısım ilk nesil Boşnaklar ekonomik refahı edinmedeki muvaffakiyetlerinin ışığında Amerika’da sürekli olarak yerleşik duruma geçme niyetindeydiler. Bu karar onlara, yeni ortama uyum sağlama konusunda, Amerika’yı geçici ikametgah olarak görenlere nazaran daha etkili bir biçimde yardımcı oldu. “Ülkemize döndüğümüzde çocuklarımız kendi dinlerini öğrenecekler” şeklindeki yanıltıcı tutum, sürekli olarak kalmayı planlayanlar arasında yer bulmadı.

Bu guruptaki göçmenler eninde sonunda daha büyük bir toplum içindeki yeni azınlık statülerinin farkına vardılar. Sürekli kalıcı duruma geçme konusuna kendilerini adayarak, hem Amerikan hem de Müslüman olmanın kaçınılmaz gerilimlerini ve streslerini kabullendiler. Fakat Amerikalı olmak dinsiz olmak şartına bağlı değildi. İlk nesilden seve seve Amerika’yı yurt edinenler, Amerika’nın ve eski ülkelerinin dini anlamda genel etik ve ahlaki değerlerini sık sık çocuklarına aktardılar ve ikinci neslin Amerikan normlarını ve sosyal alışkanlıklarını izafi bir rahatlıkla kabullendiler. İki nesil arasındaki bu karşılıklı münasebet, iki kültür akımının birleşmesine yol açtı ve Amerikan Müslüman toplumuyla bütünleşme girişimiyle sonuçlandı.
Asimilasyon – Etnik İddia
Tarih boyunca, etnik guruplar çoğunlukla aleyhte şartlar altında ortamlara yerleştirilmişlerdir, çünkü bu etnik guruplar daha geniş toplumdan izole edilmiş bir şekilde kalmayı tercih etmişlerdir. Bunun sonucu olarak, ya “etnik temizliğe” maruz kalmışlardır ya da on yıllar, yüzyıllar geçtikçe baskın medeniyetin kültürel egemenliği tarafından yutulmuşlardır. Holokost’tan önce Avrupa’daki Yahudiler ve daha küçük çapta da olsa İspanya’daki Müslümanların durumları buna örnektir. Afrika kökenli Amerikalıların ve Balkan Müslümanlarının yaşadıkları durumlar da buna örnek olarak verilebilir. Sadece yakın zamanlarda, bazı küçük etnik guruplar kimliklerini öne sürme meyline girdiler, fakat bunun maliyeti çok yüksekti.
Azınlık toplulukların ayakta kalabilmesi ve zenginleşebilmesi için en iyi seçenek, yaşadıkları yer neresi olursa olsun kendilerine has değerleri öne çıkarmalarıdır. Uzak Doğuya deniz yolunu kullanarak giden Müslüman tüccarlar ve sömürgecilik zamanlarındaki Avrupalı yerleşikler buna örnektirler. Hakkını arama iddiası ile öne çıkmak maddi veya manevi güç ile bağlantılıdır. İslam Medeniyetinin “altın” çağında, Müslümanlar hem maddi hem de manevi güce sahiplerdi. Ancak, gitgide maddi güçlerini kaybettikçe, manevi iddia yeni cepheler açmada anahtar faktör haline geldi. 18. yüzyıldan itibaren Avrupa kendini maddi güç yolu ile daha öne çıkardıkça, Müslümanlar tarafında manevi iddia da zayıfladı.
Etnik iddia ile yola çıkarak başarı, ancak azınlık toplumun diğerleriyle etkileşim ile mümkün olur. Etkileşim, milletin genel meselelerinde yer almanın ilk aşamasıdır.

Böylelikle “misafir topluluk”, kaynaşmış, fakat henüz şart gibi görülen derecede asimile olmamış bir durumda “ev sahibi topluluğun” parçası olarak görülür[i]. Müslümanlar ortak menfaat gerektiren ve herkes için hayırlı olan işler üzerinde çalışmalıdırlar. Bu İslami yaklaşım sadece Müslüman topluluk “iyi olanı emir, kötü olandan men” etmede aktif rol aldığında sağlanabilir. Neyin iyi, neyin kötü olduğu kriteri herkes için ortaktır. Müslüman topluluk ne zaman yüksek ahlaki bir zeminde gerçekten inançla durmaya çalışırlarsa ve herkesi ilgilendiren meseleleri etkili bir şekilde dile getirip ilgilenirse, işte sadece o zaman Kur’ani bir terim olan “en iyi topluluk” teriminin anlamı yerine getirilmiş olur.
Geleneksel ahlakı bu değerleri ihtiva eden ancak bu ahlakını kaybetmiş batıda Müslümanlar topluluk kaderi açısından bir dönüm noktasındadır. Batıda yaşayan Müslümanlar bundan dolayı omuzlarında büyük bir yük taşımaktadırlar. Gelecekteki kurtuluşları büyük oranla zamanın meydan okumaları ile yüzleşebilme yeteneklerine bağlıdır. Müslümanlar şu anda batıda önemli bir azınlık durumundadırlar ve kullanabilecekleri engin maddi kaynaklara ve türlü türlü kültürel miraslara sahiptirler. İslamiyet; Müslümanlarca, insan ruhuna nihai çare ve üzerine yaratıldıkları fıtratın dini olarak inanıldıkça, her insanoğlu doğuştan fazilet ve iyilik tabiatı üzere doğmuş bir varlık olarak görülecektir.[ii] Diğer dinlerin kutsal kitaplarının aksine, İslamiyet’in birincil kaynağı olan Kuran’ın herhangi bir değiştirme, seyreltme veya karıştırmaya maruz kalmamış olması, bir manada Müslümanların kutsanmış duruma getirir. Bu yaklaşım ve çerçeveden bakıldığında, batıdaki Müslümanlar insanlığın geleceği üzerinde önemli bir rol oynayabilirler. İçinde bulunduğumuz bu yeni bin yıllık dönemde insanlığın geleceğine şekil verecek ilahi değişimin katalizörü olabilirler.
Kültürel Asimilasyonun Sebepleri
Dil kültürel asimilasyonda en önemli etkendir. Yeni ülkenin dilini kullanmadaki yeterliliğin azlığı dili anlamayı zorlaştıracak, dolayısıyla göçmenler içinde bulundukları sosyal sistemin egemen değerlerini daha az özümseyeceklerdir. Dil ile asimilasyon arasında çok belirgin bir ilişki varsayılabilir. Kadın olsun erkek olsun, eğitim seviyesi yüksek olan göçmen daha düşük olana oranla dili kullanma yeterliliği ile daha fazla etkileşim içinde olduğundan dolayı yaşanılan kültürü daha fazla özümsemektedir. Evde günlük konuşmalarda kullanılan dil, asimilasyon derecesinin ölçümü için tam ve makul bir göstergedir. Chicago’daki Boşnak topluluğundaki küçük bir örneklememiz gösterdi ki standart dilbilim kriterlerine göre Boşnakların % 65’lik bir kesimi asimilasyon mekanizmalara sahip görülmüşlerdir.
Asimilasyon ayrıca yerleşmek için tercih edilen ülke ile de ölçülebilir. Tercih, bir milleti ve onun kültürünü kabullenmenin veya hayranlık duymanın belirli bir seviyede katıldığı bir çeşit değerlendirmedir ki bu tercih asimilasyonun durumu hakkında da habercidir. Dolayısıyla, bireysel bir göçmenin hayatının kalan kısmını benimsediği bir ülkede geçirmek istemesi bir ölçümdür, aynı yaklaşımla yapılan bir tespitte görülmüştür ki, Boşnak göçmenlerin % 72’si Amerikan kültürüne karşı bir takdir hissi geliştirmişlerdir; bu nokta-i nazardan onların asimile oldukları göz önünde bulundurulabilir.
Din ve Kültürel Asimilasyon
Kültürlerde asimilasyon sürecini yavaşlatan belirli unsurlar vardır. Bunların en güçlü olanlarından birisi dindir. Din, milliyet ve ırkla tamamen bir tutulduğunda, topluluğun dayanışmasını gözetir ve sonuç olarak asimilasyon sürecini zayıflatır. Mearse gözlemlemiştir ki; Osmanlı-Türklerinin 400 yıl boyunca Yunanistan’ı hüküm altında tutmalarına rağmen, Yunanlılar milliyet algılamalarını Ortodoks Kilisesinde merkezileştirdiklerinden dolayı büyük ölçekte İslam dinine geçişi engellemişlerdir (Mearse, 1929). Yahudilik de sadece dini kimliğin sembolü olarak değil, aynı zamanda etnik ve milli bir kimlik olarak Yahudi topluluğu kuvvetlendirmeye hizmet eder.

Azınlık toplulukların literatürleri asimilasyon ve kültür değişimleri sürecinde dinin oynadığı fonksiyonel rolün kafi delillerini ortaya koyar.
Asimilasyonun kimlik modellerinde değişiklik anlamına geldiğini görmek bir yana, asimilasyon azınlıkların baskın toplumun kültürel değerlerini onların yöntem ve hızına uygun olarak benimsemelerini de sağlar. Amerikan kültürünün çekirdek değerleri Müslüman toplulukta birçokları tarafından materyalist olarak görülmektedir. Warner & Srole (1945)’un işaret ettiği gibi, Amerika’ya ilk göçler büyüyen Amerikan ekonomik gücünün oluşturduğu cazibe etkenlerinden kaynaklandı. Batı medeniyeti, ekonomik gelişmeye vurgu yaparak, kaldırımları altın ile döşenmiş caddelerin olduğu bir cennet görür (Hoult, 1958). Müslüman göçmenlerin birçoğu kendilerini, şüphesiz, ilk fırsatta Amerika’ya çeken baskın materyalist değerleri hızla benimsediler. Benim kendi araştırmam ortaya koymuştur ki, ilk nesil göçmenlerin % 95’inin Amerika’ya göç etmek için ülkelerinden ayrılmalarındaki motivasyon ekonomik refaha duyulan arzudan dolayıdır[iii].
Ekonomik refah kazanıldıktan sonra Müslümanlar kendilerini Daniel Glaser’ın (1958) “refleks yoluyla dönüşüm” olarak adlandırdığı bir süreç içinde buldular. Amerika’daki diğer etnik ve dini guruplar ile olan temasları insanlığa karşı duygularının ufkunu genişletti. Araştırmamıza dahil olanların % 85’i diğer inançların doğruluğuna dair açık görüşlü olduklarını; Hıristiyanlık ve Yahudiliğin Allah’ın indinde İslamiyet kadar kabul gören dinler olduğuna inandıklarını ifade ettiler. % 72’si sosyal ilişkiler açısından Amerikalıların Boşnaklar kadar makul ve insaflı olduklarını ifade ettiler. Esasen İslam, inanları milliyet ve ırk ayrımına dayalı etnik üstünlük tavrının takınılmasından men eder.

Chicago’daki Amerika doğumlu Boşnakların içinde düzenli ibadet edenler % 10’dan daha az olup kendilerini dini kurallara riayet eden kişiler olarak tanımlarlar. Bu oran Batı Avrupa Hıristiyanlarının kiliseye düzenli gitme oranları ile karşılaştırılabilir. Bu oranlar Fransa’da nüfusun % 5’i, Kuzey İrlanda’da % 23’ü ve Amerika’daki Hıristiyanlarda biraz daha yüksek bir oranla değişiklikler gösterir.
Boşnakları beyaz Amerikalılardan ayıran ırka dair farklı özelliklerinin olmayışı asimilasyon sürecine de yardımcı oldu. İngilizce kullanımı ve Amerikan yiyeceklerine karşı tutkunluk ilk nesil göçmenlerin çocukları ile ilgili olarak ciddi derecede rahatsızlık duydukları iki konudur. Domuz eti Yahudiliğe göre yasak olduğu gibi İslamiyet’e göre de yasaktır ve Amerika’daki Boşnaklar arasında bu hala yasağına riayet edilen en güçlü dini kural/gelenek olup görüşülen Boşnakların % 91’i evlerinde hiç domuz eti yemediklerini ifade etmişlerdir. Sadece, kalan % 9’luk bir kesimin yarısı evde düzenli olarak domuz eti yediklerini itiraf etmektedirler. Diğer taraftan, Razaman ayında oruç tutmak İslami ibadetler içinde en çok ihmal edileni olarak gözlenmiştir: eğitim seviyesi düşük kesimin % 55’i hiç oruç tutmazken, eğitim seviyesi daha yüksek olanlarda bu oran % 45’dir. İki gurupta da ilk nesil göçmenlerin % 39’u oruç tutmazken, bu oran ikinci ve üçüncü nesilde sırasıyla % 55 ve % 64’dür.
İlk nesil göçmenlerden düşük eğitimli olanlarının zürriyetlerinin geleceğine dair bakış açısı onlar sanki kaybolmuşçasına bir hayal kırıklığı oluşturmakta iken, daha yüksek eğitimli olanları için çocuklarının Amerika’daki büyüme tarzları takdire şayan bir meseledir. Genel olarak, her iki eğitim seviyesine de mensup bireyler Amerika’daki hayatı eski ülkelerindekinden daha memnun edici bulmaktadırlar, haliyle zenginliğe eriştiler, prestij topladılar ve Amerika’da tam anlamıyla politik özgürlüğün tadını çıkardılar. Yine de, dini etkinliklerin zayıf olması düşük eğitimli cemiyet üyelerini endişelendiren bir durumdur.

[i] Buna en iyi örnek Amerika’daki Yahudilerdir. Topluluk olarak kendilerine has etnik özellik, olgu ve görünüşlerini belli ölçüde sürdürebilerek, toplum ile de tam olarak kaynaşmışlardır. Her şeye rağmen onlar da Yahudi olmayanlar ile evlilikler, diğer dinlerin mensupları ile münasebetler ve dine karşı ilgisizlikten dolayı kaybettikleri ile yüzleşmek zorunda kalmışlardır.
[ii] Referans ayet: Rum süresi, 30
[iii] Tabii ki mülteciler hariç tutulmak üzere.

KAYNAK: http://www.imamsenadagic.com/index.php/tekstovi/50-bosnaklar-n-amerika-ya-goecue-ve

 

YORUM YAP