Bosna Savaşı'nın Bilinmeyen Ayrıntıları - 2 » Boşnak HaberBoşnak Haber

25 Nisan 2024 - 19:46

Bosna Savaşı’nın Bilinmeyen Ayrıntıları – 2

Bosna Savaşı’nın Bilinmeyen Ayrıntıları – 2
Son Güncelleme :

17 Kasım 2015 - 17:52

KAHVE İKRAMIMIZ OLSUN KAHVE İKRAMIMIZ

Çatışmaların ilk başladığı günlerde, kelimenin tam anlamı ile at izi ile it izi birbirine karışmıştı. Kimin ne yaptığı belli değildi. Mostar’da, başlangıçta Hırvatlarla Boşnaklar birlikte hareket ediyordu. Zaman içinde bu birliktelik bozuldu, Hırvatlar da Boşnaklar’a saldırmaya başladı. Büyük bölümünü yakalayıp tutukladılar. Bunun üzerine Mostar’daki zengin Boşnaklar bir araya geldiler. Sırplar’la işbirliği yapmak için aralarında para topladılar. O günlerde bölgede paranın yaptıramayacağı iş yoktu. Bu iş için görevlendirilen Boşnak komutan S.Ç, Sırplar’la irtibata geçti. Para karşılığı Hırvatlar’ı vurmaları için pazarlık yaptı. Sonunda anlaşma sağlandı… Sırp topçusu, namlusunu Hırvat bölgesine çevirecek, mevzilerini dövecekti. Her bir mermi için de kendisine 10 D.M ödenecekti. İlk etapta Hırvat mevzilerine 1.000 top mermisi atılacaktı. Üç gün üç gece, Sırp topçusu Hırvat mevzilerini dövdü. Ertesi sabah, Boşnak komutan S.Ç, ödeme yapmak için Sırpların yanına gitti. Önceden belirlendiği gibi 10.000 Alman Markı’nı ellerine saydı. Ödemenin ardından, Boşnak komutan S.Ç, Sırplar’a sordu: – Biz sizinle 1.000 mermi atılması için pazarlık yapmıştık. Ben saydım, siz toplam 1.100 mermi attınız. Sırplar “doğru” cevabını verdiler: – Üstü de bizim size kahve ikramımız olsun! Para gerçekten de çok önemliydi. Sayı ve silâhça geride olan ve iki ateş arasında kalan Boşnaklar, sık sık paranın gücünü kullandılar. Sırplar ve Hırvatlar içinden satın aldıkları kişileri kullanarak, yok edilmeyip ayakta kalabilmeyi başarabildiler. O günlerde, Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar arasında silâh kaçakçılığı yapan da çoktu. Romanya’dan 200 dolara alınan Kaleşnikof tüfekler, bölgede 2.500 dolara satılıyordu. Üstelik, peynir ekmek gibi gidiyordu. Herkes bireysel olarak silâhlanıyor, bütün varlığını silâha yatırıyordu.

‘Haydi yiğitler vatan imdadına’

Osmanlı, Çanakkale’ye gönüllü toplamak için Makedonya’ya elçiler göndererek, cuma hutbelerinde çağrı yaptırdı ‘Düşman saldırdı, haydi yiğitler’ çığlığını duyan binlerce Boşnak, Arnavut, Pomak, Türk Balkanlar’dan Çanakkale’ye aktıAvusturya Macaristan Veliahtı Arşidük Ferdinand’ın 1914’de Saray Bosna’da öldürülmesiyle başlayan olaylar, Birinci Dünya Savaşı’nın fitilini ateşledi. Osmanlı’nın da bu savaşa dahil olması üzerine, Yedi Düvel Çanakkale’ye yığıldı. Mehmet Akif Ersoy’un deyimiyle Avrupalılar ve Avustralyalılarla birlikte Hindu da Yamyam da saldırmaya başladı. Osmanlı, bunun üzerine Balkanlar’dan gönüllü toplamak istedi. O günlerde Balkanlar’a hükmeden Avusturya Macaristan ile Bulgaristan’ın kapısı çalındı. Her iki devlet de Osmanlı’ya istenen izni verdi. İzin verilmişti, ama pratikte Balkanlar’dan gönüllü toplamak hayli zordu. Müslümanların çoğu Avusturya Macaristan ve Bulgaristan ordularında görev yapıyorlardı. Bosna’da tamamı Boşnaklardan oluşan bir Müslüman tugayı bile vardı. Bu tugay, İtalyanlar karşısında büyük başarılar kazandı. Hem de tek kurşun bile atmadan! Boşnak Tugayı, İtalyanların üzerine “Allah, Allah” nidaları ile saldırıya geçtiğinde, İtalyanlar onları Osmanlı Ordusu’nun öncü kuvvetleri sandılar. “El Turco” diye bağıra bağıra geri çekildiler. Boşnak Tugayı hiç çarpışmadan kilometrelerce ilerledi.

CAMİDE ÇANAKKALE HUTBESİ

Çanakkale için gönüllü toplamak isteyen Osmanlı, çaresiz Avusturya Macaristan ve Bulgaristan orduları dışında hiçbir askeri eğitimi olmayan Müslümanlara yöneldi. Avusturya Macaristan idaresindeki Kosova ve Sancak ile Bulgarların elindeki Makedonya’ya elçiler gönderildi. Çanakkale için Cuma hutbelerinde çağrılar yapıldı: – Düşman, Padişah Efendimizi esir ve payitahtımızı yok etmek için Çanakkale’ye saldırdı. Haydi yiğitler, vatan imdadına!.. Balkanlardaki bütün Müslümanlar ayağa kalktı. Cuma namazı bittiğinde camilerin önünde o bölgede “Cürünliye” adı verilen gönüllüler toplandı. Namaz için köylerden gelenler, evlerine dahi dönüp helalleşmeden yollara koyuldular. Balkanlardan binlerce Boşnak, Arnavut, Pomak ve Türk, Çanakkale’ye aktı. Sayıları 20 bin kadar vardı. Çanakkale’de düşman mermilerine vücutlarını siper ettiler. Bunların tamamına yakını bir daha memleketlerine geri dönemedi.

CUMHURİYET OKUTTU

Sancak’ta büyük toprakları bulunan Boşnak Hacı Bayram Ağa’nın üç çocuğu birden “cürünliye” olmuştu. Diğer Boşnaklar gibi, onlar da Çanakkale’ye doğru yola çıkmışlardı. Bu üç kardeşten ikisi Çanakkale’de şehit düştü. Sadece Hasan sağ kaldı. Ancak, bir daha memleketine geri dönmedi. Osmanlı’nın yıkılması ve Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte, Hasan’a sahip çıkıldı. Genç Türkiye Cumhuriyeti, Hasan’ı okuttu. Hasan Efendi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde profesörlüğe kadar yükseldi. Hasan Efendi’nin bir oğlu, bir de kızı oldu. EGO Genel Müdürlüğü görevine kadar yükselen oğlu Kemal, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bir akrabası ile evlendi. Kızı Mualla ise, Yunanistan Mübadili Hüsrev Ekincioğlu ile hayatını birleştirdi. Bursa’daki Altınova Oteli’nin sahibi Tevfik Altınova’nın iki ağabeyi de Sancak’tan Çanakkale’ye savaşmak için gelenler arasındaydı. Ancak, her ikisi de şehit düştü ve oracıkta defnedildi. ÇETECİ BOŞNAKLAR Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Ordusu’nun içinde çok miktarda Boşnak subay vardı. Savaşın bitmesi ile birlikte bir bölümü kendi vatanlarına gitti. Bazıları siyasete atıldı; bazıları da çete kurup dağlara çıktı. Bu subaylar, Sırplara karşı 15 seneye yakın gerilla savaşı verdiler. İkinci Dünya Savaşı sarısında da Balkanlar’da Osmanlı izleri etkili oldu. Yenipazar’da Türk, Arnavut ve Boşnaklardan oluşan bir “Müslüman koalisyonu” kuruldu. Bu koalisyon, kendi milis gücünü de oluşturdu. Bu milis gücünün başında, yine Osmanlı Ordusu’nda yetişen subaylar vardı.

BOSNA’DA MÜCAHİDİN TABURU

1990’lı yıllarda, yardım ve “gönüllü” trafiği tersine döndü. Bu defa, Anadolu’dan Balkanlar’a “gönüllü” aktı. Sırplar ve Hırvatlar, Batılı bütün ülkelerden ciddi destek alıyorlardı. Ayrıca, yanlarında Rus ve Yunan gönüllüler de vardı. Katliâmlar ise, her geçen gün daha da artarak devam ediyordu. Boşnakların feryadı, dört bir yanda yankılanıyor, İslâm Dünyası’nda büyük tepkiler ortaya çıkıyordu. Bu tepki, zaman içinde fiili harekete dönüştü. Yer kürenin her yerinden “gönüllüler” ortaya çıktı ve Bosna’ya doğru harekete geçtiler. Hepsi, Bosnalı kardeşlerinin yanında savaşmak istiyordu. Bir yolunu bulan Bosna Ordusu’na katıldı. Türkiye’den, İran’dan, Arap ülkelerinden ve Pakistan’dan gelen gençler, Sırplara karşı savaşmaya başladılar. Bu sayı zaman içinde o kadar arttı ki, 500’ün üzerine çıktı. Bunun üzerine, Güney Bosna’da bir “mücahidin tabunu” oluşturuldu. İçlerinde son derece varlıklı ailelerin çocukları da vardı. Bu gençler, ailelerinden aldıkları, ülkelerinden topladıkları paraları götürüp Bosnalı Müslümanlara teslim ediyorlar, ardından silâhı kapıp, cepheye koşuyorlardı. “Mücahidin Taburu” savaşta büyük başarılar gösterdi. Korkusuzdular, çünkü askerlerinin her biri oraya “şehit olmak” için gitmişti. Hiç biri gözünü budaktan sakınmıyordu. Sırpların korkulu rüyası oldular. Bu tabur, 60’a yakın kayıp verdi. Şimdi, Bosnalı kardeşlerinin yanında yatıyorlar. İlginçtir, Sırpların Boşnaklara karşı başlattığı “yok etme” saldırıları devam ederken, Bosna Ordusunun içinde Sırp generaller de vardı. Onlar da son güne kadar Müslüman Boşnakların yanında bütün güçlerini ortaya koyarak savaştılar.

BOŞNAKLARA MÜSTEMLEKE VALİSİ

Balkanlar’daki çatışmalar, Dayton Antlaşması ile son buldu. Bu anlaşma ile kaba çizgiler çizilmiş, ancak Bosna’nın nasıl yönetileceğine dair ayrıntılar ortaya çıkmamıştı. Kendisini dünyanın sahibi olarak gören ve dünyayı yönlendirmeye soyunan Batı Dünyası, ipin ucunu kaçırmamak için hemen bir konferans düzenledi. Paris yakınlarındaki Rambuillet Şatosu’nda önemli kararlar alındı. Toplantıya, Sırbistan adına Slobodan Miloşeviç, Hırvatistan’ı temsilen Franyo Tucman ve Bosna Cumhurbaşkanı Aliye İzetbegoviç katıldı. Ancak, kararları onlar değil, Amerikan ve AB temsilcileri verdi… Bosna’ya bir AB Yüksek Temsilcisi atanacaktı! İlk başta yetkileri kısıtlıydı. Daha doğrusu bu temsilcinin ne yapacağı, ne ile ilgileneceği bile belli değildi. Yüksek Temsilcilik, daha sonra adım adım “Müstemleke Valiliğine” dönüştürüldü! Konferanslar birbirini izlemeye başladı… Viyana’da yapılan konferansta, Yüksek Temsilcinin yetkileri biraz daha artırıldı. Nihayet, Lizbon Toplantısı’nda diktatörlük yetkileri ile donatıldı. Artık, halkın oyları ile seçilen Saray Bosna’daki yöneticilerin hiçbir işlevi kalmamıştı. Bütün yetkiler, Batının seçtiği Yüksek Temsilciye verilmişti. Bosna Bayrağı’nı onlar belirlediler. Milli Marşı onlar seçtiler. Bosna’nın nasıl yönetileceğine de onlar karar verdiler. Geçmişte, İngiltere’nin Hindistan’a atadığı sömürge valileri bile bu kadar büyük yetkilere sahip değildi! Yönetimin başında yer alan “Yüksek Temsilci” aslında bir “Müstemleke Valisi” idi.

SÜRÜM SÜRÜM SÜRÜNÜYORLAR

AB Yüksek Temsilcileri, işi gücü bıraktılar, Avrupa’nın Bosna’da işlediği suçların izlerini silmek için çalıştılar. Mostar Köprüsü’nün Türkiye tarafından onarılmasına da bu yüzden izin verdiler. Özellikle de çatışmalar sırasında Bosna’yı savunanlara dünyayı dar ettiler. Şehit aileleri ile malüllerin maaşlarını ödetmediler. Aylıklarını gülünç miktarlara indirdiler. Onları süründürmek için ellerinden geleni yaptılar. Bir başka fasıldan para aktarıp, Bosna kahramanlarının maaşlarını ödediği için, Başbakanlar mahkemeye verildi. Nihayet iş öyle bir noktaya geldi ki… Bosna Başbakanı Ethem Biçakçiç, AB Yüksek Komiseri tarafından görevden aldı. Suçu da özelleştirmeler sırasında yapılan yanlışlara karşı çıkmaktı. AB Yüksek Komiseri, Bosna’nın kâr eden hidroelektrik santrallerini Avrupalı şirketlere satmak için harekete geçti. Buna karşılık, zarar eden termik santrallerin devlet tarafından işletilmeye devam edilmesini istedi. Elektrik Yüksek Mühendisi olan Başbakan Biçakçiç, Bosna’nın ekonomik menfaatlerini korumak için direnince de görevinden alındı. Sonuç: Dayton Anlaşması ile Bosna’nın içinde gayri meşru bir Sırp Devleti kuruldu ve Avrupa tarafından resmen tanındı. Bosnalı Müslümanlar da AB Yüksek Komiserliği ile kilisenin insafına terk edildi. Boşnakların, kanları ile yazdıkları bir destanın üzeri çamurla sıvandı. O büyük kahramanlık, hazin bir sonuca dönüştü!

Ankara’da sürek avı

Aliya İzzetbegoviç’in en güvendiği isimlerden Dr. Uglanin, Başkent Ankara’ya geldi. Sırplar, Dr. Uglanin’in öldürülmesi için bir ekibi Türkiye’ye gönderdi. Günlerce suikast için birçok plan yapan militanlar, amacına ulaşamadan geri döndü…

Dr. Süleyman Uglanin, Bosna’daki SDA Partisi’nin kurucularındandı. Aliya İzetbegoviç’in de en güvendiği isimlerden biriydi. Boşnaklar’ın Sancak’ta organizasyonu olmadığı için orayı teşkilâtlandırmak üzere Sancak’a gitti. Sırplar, Süleyman Uglanin’i adım adım takip ediyorlardı. Uglanin de durumun farkındaydı. Tam tutuklanacakken, Sancak’ı terk edip Türkiye’ye geldi. Uglanin, Boşnaklar için önemli bir isimdi. Dönemin Başkanı Süleyman Demirel’in bilgisi dâhilinde Ankara’da kendisine bir ev tutuldu ve meşru siyasî faaliyetini 3 yıl süreyle Ankara’da sürdürdü. Dayton Anlaşması’nın ardından da Sancak’a geri döndü. Sırplar, Uglanin’in Ankara’daki faaliyetlerinden oldukça rahatsızdılar. Ayrıca, Başbakanlık Balkan İşleri Koordinatörü Prof. Dr. Mustafa Kahramanyol’a da diş biliyorlardı. Uglanin ile birlikte Kahramanyol’u da “millî düşman” ilân ettiler. Doğal olarak “milli düşman” ilan etmenin bir de sonucunun bulunması gerekirdi. Miloseviç yönetimi, her iki isim için de “vur emri” çıkardı.

ÇETNİKLER YOLA ÇIKTI

Vur emri’nin ardından, suikast konusunda özel eğitimli iki çetnik militan, büyük bir gizlilik içinde Ankara’ya doğru yola çıktı. Önce, Uglanin ve Kahramanyol’un bulundukları yerler tespit edilecek, ardından suikast gerçekleştirilecekti. Suikastçılar, günlerce Ankara’da kaldılar. Prof.Mustafa Kahramanyol’un evi askeri garnizon içindeydi. Süleyman Uglanin ise, son derece gizli bir yerde kalıyordu. Bulunduğu yeri bilen insan sayısı bir elin parmakları kadar azdı. Üstelik, dışarı çıkmıyor ve özel olarak korunuyordu. Çentikler, her iki hedefe de ulaşamadı. Suikastı gerçekleştiremeden Sırbistan’a geri dönmek zorunda kaldılar.

LAHEY’DE ORTAYA ÇIKTI

Ne Uglanin, ne de Kahramanyol, o günlerde böyle bir gelişmeden haberdar değildi. Sırbistan tarafından özel olarak görevlendirilen iki çetnik militanın kendilerini öldürmek için Ankara’ya geldiğini bilmiyorlardı. Aradan yıllar geçti… Lahey’de mahkeme kuruldu. Savaş suçlularının yargılanmasına başlandı. Olay, Lahey Adalet Divanı’na verilen ifadeler sırasında ortaya çıktı. Sırplar, gerçekten bu iki ismin ortadan kaldırılmasına büyük önem veriyorlardı.Boşnaklar’a pek çok konuda onlar tarafından yardım edildiğini düşünüyorlar, ortadan kaldırılmaları ile birlikte Aliya İzetbegoviç yönetiminin sıkıntıya gireceğini düşünüyorlardı. Bu iki ismin ortadan kaldırılmasına bu kadar önem vermelerine rağmen, Ankara’da gerçekleştirmeyi planladıkları suikastı hayata geçiremediler. Suikast gerçekleşmedi, ama… Sırpların Lahey’deki suç dosyalarına Ankara Suikastı da sınır ötesinde işlenmesi planlanan bir suç olarak eklendi. Boşnakları yok etmeye kararlı Sırplar, Türkiye’ye diş biliyorlardı. Türkiye, belki Boşnaklar’a ciddi bir para yardımı yapmamıştı, ama büyük organizasyonlara girişmiş, ciddi imkânlar sağlamıştı.

TÜRKİYE’NİN ETKİSİ

Bosna’ya gönderilmek üzere Türkiye’de para toplanması alabildiğine kolaylaştırıldı. Gönüllü kuruluşların Bosna”ya yardımda bulunmalarına izin verildi. Devlet, bu organizasyonların hiç birini kontrol etmedi. Boşnak subay ve astsubaylar, Türkiye’de eğitildi. Binlerce Boşnak ailenin Türkiye’de ikamet etmesi için her türlü kolaylık sağlandı. Boşnakların kalmaları için özel misafirhaneler oluşturuldu. Ayrıca, BM nezdinde ambargonun kaldırılması için diplomatik olarak bütün yollar denendi. Bunlar bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşen ve görünen faaliyetlerdi. Türkiye üzerinden gerçekleştirilen ve batılı istihbarat güçlerinin de pek fazla çözemediği faaliyetler ise, Sırplar’ın canını sıkan asıl konuydu!

ÇİLLER’İN 10 BİN DOLARLIK ‘ÇEK’ AYIBI

Süleyman Demirel’in ardından Başbakanlık Koltuğu’na oturan Tansu Çiller de Bosna’ya yönelik olarak propaganda değeri yüksek işler yaptı… Sırp saldırıları bütün hızıyla devam ederken, Tansu Çiller, Türkiye’deki bazı çevreler tarafından Bosna’ya gitmeye ikna edildi. Ardından Pakistan’ın Bayan Başbakanı Benazir Butto ile irtibata geçildi.Bosna’ya gitme fikri kendisine aktarıldığında Benazir Butto tarafından da son derece olumlu karşılandı. İslâm ülkelerinin başında bulunan iki bayan başbakan Saraybosna’ya gidecek, orada bütün dünyanın gözleri önünde Sırp katillerin durdurulması çağrısını yapacaktı. İki bayan Başbakan Hırvatistan üzerinden Bosna’ya geçeceklerdi. Önce, ziyaretin planlamasını yapmak üzere bir teknik heyet Hırvatistan’a gitti. Türkiye’nin Zagrep Büyükelçiliği’nde Hırvat ve Pakistan’dan gelen yetkililerle gezinin ayrıntılarını görüşmek için toplandılar. BM yetkilileri, bu geziyi engellemek için ellerinden geleni yapıyorlardı.

BENAZİR BUTTO’NUN RESTİ

Toplantı devam ederken, Hırvatlar kendilerine ulaşan bir bilgiyi aktardılar: – Sayın Başbakanları Zagrep’ten Saray Bosna’ya götürecek uçakların pilotları, can güvenlikleri olmadığı için uçmak istemiyor. Aslında böyle bir durum yoktu. Bütün amaç, dünyada büyük yankı uyandıracak bu geziyi engellemekti. İlginçtir, Türkiye’den gelen bazı yetkililer de teslim olmuş gibiydi. Onlar da ortaya çıkan bu şartlarda gezinin iptâl edilmesinden yanaydı. Dışişleri memurları “iyi o zaman” dediler: Tansu Hanım gelmesin.Başbakanlık Balkan İşleri Koordinatörü Prof.Mustafa Kahramanyol tam bu sırada Pakistan’ın Zagrep Büyükelçisi’ne döndü: – Acaba Benazir Hanım’la irtibata geçseniz, kendi uçağı ile Saray Bosna’ya gelme fikrine nasıl bakar? Hemen ardından ekledi: – Sırplar, Pakistan Başbakanı’nın uçağını düşünmeye cesaret edemezler. Türkiye’nin Saray Bosna Büyükelçisi Şükrü Tufan da bu fikri destekledi. Ardından, Pakistan’la irtibat kuruldu. Benazir Butto’ya durum aktarıldı ve geziyi kendi uçağı ile gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği soruldu. Benazir Butto, “tamam” dedi. Kendi uçağı ile geziyi gerçekleştirme fikrine olumlu yaklaştığını bildirdi. Bu kadarla da kalmadı, telefonu çevirip, Başbakan Tansu Çiller’le irtibata geçti: – Ben gidiyorum, istersen sen de gel. Çiller teklifi kabul edince, BM yetkileri, iki bayan Başbakan’ı Saray Bosna’ya götürmeyi kabûl etmek zorunda kaldılar. İlginçtir, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, bu geziye başından beri sıcak bakmıyordu. Çiller, Saray Bosna’ya geldiğinde, tecrit etmek ve diğer Türk yetkililerle görüştürmemek için ellerinden geleni yapıyorlardı.

‘KİMSE BİR ŞEY YAPAMAZ’

Buna rağmen, Boşnakların desteği ile kendisini Başbakanlık Binası önünde ilk karşılayan Prof. Mustafa Kahramanyol oldu. BM yetkilileri, güvenlik gerekçesiyle Çiller’in başına miğfer geçirmişler, ayrıca çelik yelek giydirmişlerdi. Bu kıyafetlerle oldukça komik görünüyordu. Kahramanyol, “Hoş geldiniz Sayın Başbakanım” dedi: – Bence bu üzerinizdekileri çıkarmalısınız. Siz Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanısınız. Sırp katiller bile Türkiye Başbakanı’na bir şey yapmaya cesaret edemez. Çiller de üzerindekilerden sıkılmış olacak ki, bu tavsiyeye uydu. Başından miğferi, sırtından çelik yeleği çıkarıp attı. Pakistan Başbakanı Butto da aynısını yaptı. Çiller ve Butto’nun Saray Bosna’ya gelişleri, bütün dünyada büyük yankı uyandırdı. Boşnak yönetimine de büyük moral verdi. Gezi sırasında gerçekten de hiçbir Sırp tetiğe basamadı. Türkiye ve Pakistan başbakanlarına karşı harekete geçmeye kimse cesaret edemedi. Çiller’in bu büyük cesareti, gezinin sonunda tam bir skandala dönüştü. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, cebinden bir çek çıkardı ve Bosna Cumhurbaşkanı Aliya İzetbegoviç’e verdi. Çekin üzerinde de sadece 10.000 dolar yazıyordu. İzzetbegoviç, çekin üzerindeki komik rakamı görmesine rağmen, teşekkür etti ve Çiller’in Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatı ile kendisine verdiği 10.000 dolarlık yardım çekini cebine koydu.Koskoca Türkiye Başbakanı’nın yaptığı bu yardım, tek kelime ile komikti. Çünkü, Türkiye, Boşnaklar’a direk para vermemesine rağmen, gerçekten büyük masraflar etmişti. Denizi başarı ile geçmiş, ancak Saray Bosna’da derede boğulmuştu. Buna rağmen, Boşnaklar tarafından Çiller’in verdiği çekin üzerinde yazan miktar dünya ve Türkiye basınından gizlendi. Böylece, Türkiye ve İslâm Dünyası’nın büyük bir skandalla çalkalanmasının önüne geçildi. Çiller’in Butto ile birlikte gerçekleştirdiği bu gezi, bütün dünyada büyük yankı uyandırdı. Zulüm altında inleyen Boşnakların seslerinin bütün dünya tarafından daha gür duyulmasını sağladı.

Korkutan silahlar

BM Barış Gücü, Boşnak Komutan Alagiç,’e, ‘Vılahoviç Dağı’nı işgal edemezsiniz. Kaybeden siz olursunuz” dedi. Ancak Alagiç, elindeki en büyük silah olan ‘YÜREKLİ ASKERLER’e inandı ve zafer kazandı…Bosna’da şartlar giderek değişiyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Aradan geçen zaman içinde Boşnaklar da iyice silâhlanmışlar ve hatırı sayılır askerî başarıların altına imza atmaya başlamışlardı… 1995 yılının Ocak-Şubat aylarıydı. Orta Bosna’da Boşnak ordusu hızla Banya Luka’ya (Sırpların Bosna’daki başkenti) doğru ilerlemeye başladı. Önlerindeki tek engel Vılahoviç Dağı’ydı. Bu dağı aşmaları halinde Banya Luka’ya girmeleri işten bile değildi. Ancak, sarp bir arazi yapısına sahip bulunan Vılahoviç Dağı, çok iyi tahkim edilmiş, aşılacak gibi değildi. Tepede Sırplar mükemmel bir şekilde mevzilenmişlerdi. Önlerinde de yüzlerce metrelik mayın tarlaları vardı. Burayı ele geçirmenin tek yolu hava hârekatıydı. Boşnaklar’da ise savaş uçağı ve helikopteri yoktu. Boşnak Ordusu, bir yolunu bulup o dağı aşmak istiyordu. Sırplar da Amerikalılar da bunu biliyordu.

KURBAN OLAYIM TİPİYE

Bu gelişmeler olurken, Amerikalı üst düzey komutanlar, BM Barış Gücü çerçevesinde o bölgede incelemeler yaptılar. Gördükleri manzara karşısında, Vılahoviç Dağı’nın askeri bir harekâtla ele geçirilmesinin mümkün olmadığı kanaatine vardılar, Bu görüşlerini bölgedeki Bosna Ordusu Komutanı General Mehmet Alagiç’e de aktardılar: – Uzun süreden beri Vılahoviç Dağı’nı ele geçirmek için planlar yapıyormuşsun. Gittik ve orayı bizzat gördük. Bizden sana tavsiye, sakın böyle bir adım atma. Vılahoviç Dağı’na yapacağın bir saldırı, Boşnak Ordusu için intihar olur. Bu sözler, Mehmet Alagiç’in bir kulağından girip, diğerinden çıktı. O, Vılahoviç Dağı’nı ele geçirip, Banya Luka’ya girmeyi kafasına koymuştu. Hani, halk arasında “Kurban olayım tipiye, eski getirdi kapıya” denir ya, Orta Bosna’da yoğun bir kar yağışı başladı. Ardından, olağanüstü dondurucu bir soğuk bütün bölgeyi etkisi altına aldı.

HAYDİ ASLANLAR GÖREVE

Boşnak Ordusu için beklenen an gelmişti… General Alagiç, “Allah bizimle” dedi: – Haydi aslanlar göreve! Alagiç’in “aslanlarından” Zaim, göreve koşar adımla gitmeden önce Alagiç Paşa’ya döndü: – Generalim, ben şehit olmaya gidiyorum. Sizden aileme bakacağınıza dair bir söz işitmeye ihtiyacım var. Alagiç, Zaim’i kucakladı, ancak tek bir kelime etmedi. Zaim, beklediği cevabı aldı ve Vılahoviç Dağı’nda şehit oldu. Boşnak Ordusu’nun komandoları, o soğukta Vılahoviç Dağı’nın yalçın kayalıklarını dağcılık malzemeleri kullanarak tırmandı. Soğuktan büzüşmüş Sırplar böyle bir harekât beklemiyorlardı. Soğuktan sertleşen kar, yüzeyi tamamen dondurduğu için mayın tarlalarının da hiçbir önemi kalmamıştı. Boşnaklar, donmuş yüzeyden rahatça geçerek, Sırplar’a hiç beklemedikleri bir anda ani bir baskın gerçekleştirdiler. Sırplar gafil avlanmıştı… Tamamı o gece imha edildi. General Alagiç, daha sonra bu harekâtın görüntülerini kendisini “Böyle bir harekât intihar olur” diye uyaran Amerikalılara gönderdi. Kasetin üstüne de bir not yazdı: “İntihar mı, zafer mi?”

AMERİKA: BOMBALARIM

Vılahoviç Dağı, artık Boşnak Ordusu’nun elindeydi. Banya Luka’ya girmelerine ramak kalmıştı. Boşnak Ordusu, Aliya İzetbegoviç ve general Alagiç’ten, hareket için gelecek emri bekliyordu. Tam bu aşamada, sözde barış için arabuluculuk yapan ABD’nin Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke devreye girdi. Başta Aliya İzetbegoviç olmak üzere bütün hükümet üyeleri tehdit edildi: – Bosna Ordusu daha fazla ilerlerse, uçaklarımızla sizi havadan vururuz. Bosna’da Boşnaklar inim inim inlerken kılını kıpırdatmayan Holbrooke, Sırpların sıkıntıya girmesi ile birlikte aslan kesilmişti!Baskılar o kadar arttı ki, Aliya İzetbegoviç, Bosna Ordusu Komutanı general Alagiç’e “durun” demek zorunda kaldı: – Hârekat bitti, birlikleri geri çek. Artık, Bosna’da tersine bir süreç gelişiyordu. Boşnaklar iyice toparlanmış, yer yer Sırplara karşı üstünlük sağlamaya başlamışlardı. Hesap günü yaklaşıyordu! Üstelik, o günlerde Boşnaklar çok güçlü silâhlar da elde etmişlerdi. Bosna Ordusu, dünya üzerinde sadece ABD ve Çin gibi birkaç ülkede bulunan son derece gelişmiş, vuruş ve imha kabiliyeti yüksek bazı silâhlara kavuşmuştu.Tek mermi ile bir tankı eritip yok edecek güce ulaşmıştı. Bu mermilerde seyreltilmiş uranyum vardı. Bu mermiler, Sırpları ve Hırvatları caydırmak amacıyla ordunun kuruluş yıldönümünde sergilendi. Batılı istihbarat kuruluşları, ciddi araştırmalar yapsa da bu silâhların ne şekilde Boşnaklar’ın eline geçtiğini bulamadı. Kaynağı belli değildi, ama ortada bir gerçek vardı. Bu korkunç silâhlar Boşnakların elindeydi. Durum tersine dönüyordu ve artık bu savaşa “dur” denilmesi gerekiyordu.

ÇATIŞMA BİTMELİ

Amerika, artık Balkanlar’daki bu çatışmaların sona ermesi gerektiğine karar vermişti. Uzaması, Amerikan çıkarları açısından istenmeyen sonuçlar verebilirdi. Balkanlar’da arabuluculuğa soyunan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke, ateşkes ve barış anlaşması için bütün ağırlığını koydu. Miloşeviç, Tucman ve İzetbegoviç ABD’de bir araya getirildi. Bu, dünyada eşi ve benzeri görülmemiş bir buluşmaydı. Anlaşma, Dayton’da bir Amerikan askeri üssünde imzalanacaktı. İzetbegoviç, kendilerine dayatılan şartları son derece ağır buluyordu. Miloşeviç, çok daha fazla taviz elde etmek istiyordu. Tucman da önüne koyulan şartları beğenmemişti. Her üç lider de anlaşmayı imzalamak istemedi. Bunun üzerine tehditler devreye girdi… Liderlerin dünya ile ilişkileri kesildi. Hepsine askerî üste “tutuklu” muamelesi yapıldı. Daha da ileri gidildi, tehditler ve hakaretler yağdı. Başrolde ise, Richard Holbrooke vardı. Sonunda bir anlaşma ortaya çıktı. Özellikle de Boşnaklar’ın, Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan Sevr benzeri bir antlaşmanın altına imza atmaları sağlandı. Dayton’da, tehdit, hakaret ve küfürler arasında ortaya çıkan bu metnin adına da “Barış Antlaşması” denildi! Amerika, başta Almanlar olmak üzere Avrupa’nın Balkanlar’da giriştiği bu operasyondan rahatsız olmuştu. Hem de Boşnakların ellerine geçirdiği yeni silâhlarla ciddi kazanımlar elde etmesinden korkmuştu. Dayattığı barış planı ile “problemi” kendince kökünden çözdü.

(Emin Pazarcı / 20 – 28 Ekim)

 

Kaynak: https://www.facebook.com/notes/facebook-%C3%BClk%C3%BC-oca%C4%9F%C4%B1/bosna-sava%C5%9F%C4%B1n%C4%B1n-bilinmeyen-ayr%C4%B1nt%C4%B1lar%C4%B1-2/173238526026102

YORUM YAP