TUFO
Boşnaklar, Sancak’ta 600 yıl önce İslâm dini ile tanışıp, Bogumil inancını terk edip Müslüman olmaya başlayınca Türk, Fars ve Arap isimlerini almışlardı. Ancak, aldıkları bu isimleri kendi kültürleri içinde harmanlamış ve telaffuzlarını değiştirmişlerdi. Ahmet için Ahmo, Mehmet için Meho, Yusuf için Yuso, Mustafa için Muyo, Hamdi için Hamdo, Halit için Halko, Lutfi için Lutvo ve Tevfik için Tufo gibi ...
Halko benim rahmetli babam, Hamdo, Lutvo ve Tufo da benim rahmetli amcalarımın memleket isimleri idi. Rahmetli annemin Müslüman ismi Hatice ama, Boşnak ismi Hata idi. Kız kardeşimin Fatma isminin Fata olduğu gibi.
Böyledir Boşnaklar; zamana göre kendilerinin dışındaki dil, kültür ve inançları alır ama, aldığı o dili, kültürü ve inancı özünü bozmadan kendine has bir şekle sokar böylece kendi kimliğini korumuş, yaşatmış olur !
Nitekim Boşnaklar, bölgelere göre ortalama 500 yıl kadar Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun Avrupa’daki önde gelen vatandaşları olmalarına rağmen başta Türkçe, Arapça hatta Farsça da konuşmuş olmalarına rağmen kendi dilleri olan Boşnakça’yı hiç terk etmemişler, tam tersi Türkçe, Arapça ve Farsça’dan kelime ve deyimler alarak kendi dilleri içinde harmanlamış ve kendi dillerini daha da zenginleştirmişlerdi.
Rahmetli Tufo amcam çok güçlü biri idi. Büyük Boşnak pikniklerinde (Teferiç) yapılan taş, kargı atma yarışmalarında Sancak’ın Sjenica şehri, Rajdaginya köyü ve civarında adeta rakipsiz idi (yıl 1960).
Türkiye’de mesleği olan inşaat ustalığında da bu gücünü göstermiş ve tek bir amele ile o zamanlar 3-4 katlı binaları tek başına yapardı.
Rahmeti Tufo ile ilgili 1960 öncesi aynı konuda ama, iki ayrı yerde; biri Sancak diğeri Makedonya’da geçen anılarımı paylaşmak istiyorum.
Dördüncü yaşımı bitirmiş beş yaşıma girdiğim soğuk, dondurucu Sancak bölgesi, Peşter platosu kışında Rahmeti Babaannemin evinde kalıyorduk. Bir sabah Tufo, elinde bir kova, bir kürek ve demirden bir kargı ile biz çocukları toplayıp Rajdaginya köyünün donmuş deresine götürdü. Derenin üzerindeki buz kalınlığı, Tufo ve biz dört çocuğu taşıyacak kadar kalın idi. Tufo, kargı (çuskiya) ile buzu kırarak, oldukça geniş bir çukur açtı. Buzun altından akan tertemiz dere suyuna eğilip baktığımızda alabalıkların açılan çukurun ağızına doğru yüzdüklerini hayretle gördük.
Tufo getirdiği ağızı derin küreği çukura, suya batırıp hızla dışarı salladığında, her seferinde küreğe yakılan 4-5 alabalık buzun üzerine dağılıyor ve biz çocuklar onları tutup kovaya atıyorduk. 5-10 dakikada kova doldu. Tufo; “Hayte detso vraçamo se/haydi çocuklar dönüyoruz” dedi. Eline kargı ile bir kova dolusu balığı, bizden biri küreği aldı ve yola koyulduk.
Yolda küçükler karda yürümekte zorlanınca Tufo durdu ve kargıyı en büyük olanımıza, küçüklerden birini boynuna diğerini de bir kolunun altına, diğer kolu ile kovayı alarak eve doğru yürümeye devam ettik. Bana da kürek kalmıştı.
O gün babaanem ve annelerimiz, o alabalıkları kuzinede (şporet) tereyağında pişirdi ve sofraya koydu. Balıkların tadı hala damağımda.
Karalar eriyince, biz ailece Türkiye’ye gelebilmek için Türkiye ile Yugoslavya arasında yapılan antlaşma gereği Sırbistan federal devlet sınırları içindeki Sancak’tan Makedonya’ya geçtik.
Sırası ile Orizari, Desovo, Crkvine köylerinde kısa sürelerle kaldıktan sonra en son Borino köyüne yerleştik.
Orada amcamlara da ev satın aldıktan sonra bir kış günü amcamlarım da Borina’ya geldiler.
O kış yine Tufo ile birlikte Borino köyünün içinden geçen donmuş dereye gittik ve Tufo yine aynı şekilde alabalık avladı. Sancak’taki alabalıklar ile Makedonya’daki alabalıklar arasında hem sayı hem de irilik açasında fark vardı.
Tutulan alabalıklar yine tereyağında yine odun ateşinde pişirildi ve sofraya geldi. Afiyetle hepsini yedik. Tadı hala damağımda.
Ama, iki tad arasında bir fark vardı. Sancak’ta balıklar inek sütünden yapılan tereyağında, Makedonya’da ise Manda sütünden yapılan tereyağında pişirilmişti. Sancak’ın balık eti, Makedonya’nın tereyağı daha lezzetli idi …
55 yıl sonra Sancak’a köyüme gittiğimde yazın bir taş köprü önündeki oldukça geniş bir doğal havuzunda yüzdüğümüz, kışın ise donmuş suyunda alabalıkların adeta elle avladığımız o dereyi görmeye gittim. Haziran ayı idi ve derede nerde ise kurumuş, alabalıklar yoktu !
Hamdo, Halko, Lutvo ve Tufo bu dünyadan güzel izler bırakarak göçüp gittiler, tıpkı iklim değişikliği sonucu ip gibi akan Rejdaginya deresindeki o alabalıkların doğadan yok olup tükendikleri gibi …
NUSRET SANCAKLI