Alija İzetbegovic 'i Anlamak ( Makale ) » Boşnak HaberBoşnak Haber

17 Nisan 2024 - 00:39

Alija İzetbegovic ‘i Anlamak ( Makale )

Alija İzetbegovic ‘i Anlamak ( Makale )
Son Güncelleme :

29 Kasım 2022 - 18:52

Neredeyse beş asırdır farklı bölgelerden, renklerden, inançlardan, milletlerden insanları birleştiren Osmanlıların mirası Mostar Köprüsü’nün yıkılması… Yıkılan nice hayaller, yapılar, insanlar… Binlerce hanenin darmaduman olması… İnsanların açlıktan, soğuktan, barınacak yer bulamamaktan hayatını kaybetmesi, farklı farklı memleketlere göç etmesi… Srebrenitsa’da sayısı binleri bulan insanların kâh boğazlanarak, kâh derisi yüzülerek, kâh kurşunlanarak canice öldürülmesi… Bosna Savaşı kanımca yakın tarih içerisinde ‘insanlığın’ hangi durumlara düşebileceğini, ‘insanların’ neler neler için bu denli ‘alçalabileceğini’ ve de bilhassa ‘umut’ ile ‘dayanışma’ kavramlarının anlama bakımından bilhassa kıymetlidir. Bu savaş içerisinde hâli hazırda bir tarih ile millet bilinci olan Boşnaklar bu bilinci diğer milletlere de örnek olacak şekilde pekiştirmişler ve de yok olmaları, tarihten silinmeleri mevzu bahis iken deyim yerindeyse bir daha doğmuştur! Böyle bir süreç içerisinde Boşnakların sesi olan, onlara önderlik eden Aliya İzzetbegoviç gerek birliği, hoşgörüyü, beraber yaşamayı, özgürlüğü ifham eden konuşmaları, gerek toplumu yeniden doğma uğruna yüreklendirmesi, gerek bizzat cephede askeriyle mücadele etmesinden mütevellit bilhassa önemlidir. İsmi memleketimizde pek çok kamu kurumuna verilerek yaşatılan ‘Bilge Kral’ Aliya İzzetbegoviç’in kendisi, milleti ile insanlığı ifham etmesinin ardında pek mühim bir fikir insanı olması yatmaktadır. Sekiz ayrı eseri (Bosna Büyük Bir Sır, Soğuk ve Acı Barış Günleri, Köle Olmayacağız, Tarihe Tanıklığım, Özgürlüğe Kaçışım, İslami Yeniden Doğuşun Meseleleri, Doğu Batı Arasında, İslam Deklarasyonu ve Tarihe Tanıklığım) Boşnak lisanından doğrudan Türk lisanına çevrilmiş ve Ketebe Yayınevi tarafından neşredilmiştir (Bu hususta kedd gösteren Ketebe Yayınevi ile bu kitapları dilimize kazandıran mütercimlere ayriyeten teşekkür etmek her birimizin vazifesi olmalıdır.). Dürüst olmak gerekirse, Doğu Batı Arasında İslam ile Özgürlüğe Kaçışım’ın yeri bende pek ayrıdır… Özgürlüğe Kaçışım isimli kitabı Aliya’nın verdiği hürriyet mücadelesinden li-zalik mahpusa girmesiyle neticelenen çetrefilli ve bir o kadar da yozlaştırıcı süreçte tuttuğu nazizmden tutun ahlaka çeşitli meselelere dair notlarını ihtiva etmektedir. Sarahaten, bu notları okumadan, kavramadan, özümsemeden Aliya ile adîm-ün nazîr fikriyatının tam olarak anlaşılamayacağı düşüncesindeyim. Bu yüzden, sizlere Aliya’nın bu eserinden türlü meselelere dair çeşitli notlarını paylaşmaktan gurur duyarım…

-Yaşama nedenlerimi kaybettiğimde öleceğim.
-Hayatın kendi içinde ve kendi başına bir amacı var. Hayat gençlik, güzellik, sağlık, özgürlük gibi her türlü haricî anlamını yitirdiğinde bu amaç açıkça ortaya çıkar. O zaman hayatın anlamının bu arzu edilen fakat geçici değerlerde değil, bizzat kendisinde olduğuna şahitlik ederiz.
-İki gerçek var: şairane gerçek ve bilimsel gerçek. Şair için yıldızlar ya titrek ve hüzünlüdür ya da bize gökyüzünden bakar ve sonsuzluğu anlatır; ay göğün lambasıdır ve aşıkların dostudur; dere şırıldar ve bir hikâye anlatır; meşe ağacı sır tutar; gökyüzü ya güler ya da öfkeyle gürler; göğün maviliğinde uzaklarda bir yerde beliren dağ zirveleri yine tabiatın sonsuzluğundan ve insani hallerin faniliğinden dem vurur. Bilim, tabiatı çok daha farklı görür. Bilim için tabiat kayıtsızdır; uzay bir boşluktan ibarettir ve uzaydaki her şey bilinçsiz ve şahsiyetsiz güçler oyunudur. Ay, karanlık mekanda milyonlarca yıldır bilinmeyen ve ulaşılamaz bir amaç üzere hareket eden boş ve soğuk bir gök cismidir. Şairin gerçek dışılığının bize bilimin gerçeklerinden neden daha yakın ve daha gerçek geldiği sorusuna verilebilecek kesin bir cevap, bizlere kendi hakkımızda çok şey söyleyebilirdi. Belki kim olduğumuz ve nereden geldiğimiz, tabitamız ve kökenimiz ile ilgili cevaplar da burada gizlidir.
-Her hakiki sanatçının eserinin özünde otobiyografik olduğunu söylediğimizde, elbette kahramanlarının başına gelen maceraların yazarın kendi hayatından olaylar olduğunu kastetmeyiz. Kastettiğimiz şey ruh hali tasvirlerinin, özellikle de ikilemlerin, şüphe ve acıların öz hayatın tasvirleri olduğudur. Zira, hiç kimse bir başkasının acısını tarif etmemiştir ve bu mümkün de değildir. Yazarın tarif ettiği acılar bizzat ona aittir, geçmişte veya şimdiki zamandadır fakat bir başkasının değil, onundur. Bu açıdan baktığımızda her roman, özü itibariyle otobiyografiktir.
-Cevabı yalnızca soran bulur.
-Tüm bunlara dayanmamın bir sebebi var. Bu, tek ama yeterli bir sebep: mecburum.
-Özgürlüğün ayrıcalığı, kendi dışında bir şey üzerinden kanıtlanmak zorunda olmaması. Özgürlüğü temin eden şey özgürlükten başkası değildir.
-Aptal bir köylüden bahsetmek mümkün mü bilmiyorum. Aptallığa daha çok, entelektüel embesil denen kişilerde rastlanmaktadır. Bu, aptallığın en itici ve en bariz halidir. Sahte bilgelik, aptallığı örtmekten ziyade daha fazla ortaya çıkarır. Aptallık burada aleni bir şekilde ortadadır. Bu türden aptallığı köylülerde hiç görmedim.
-Dünyadaki şeyler arasında sebep-sonuç ilişkisinden ziyade bağıntı var. Her şeyi sebep sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirmek yerine bağıntı içinde incelemek gerekir.
-Dünya iyilik ve kötülüklerden mi ibarettir ve insanın kendisi de bu ikisi arasında mı bölünmüştür? ‘Romantikler’ ile ‘realistler’ arasındaki farkın burada yattığına inanıyorum. Romantikler, dünyayı bir kısmının iyi diğerlerinin kötü olduğu insanlar arasında mücadele meydanı olarak görürler. Realistler, aynı çatışmayı her şeyden önce insanın kendisinin içinde görürler. Bu ikinci grubun gerçeğe daha yakın olduğunu düşünüyorum.
-Kral Lear trajedisibde Shakespare, Lear’ın ancak delirdiğinde hayatı anlayabildiğini, Gloster’ın ise ancak kör olarak hayatı ‘görebildiğini’ gösterir. Çoğu kez akıl ve göz göremez. Anlayan ve gören kalptir.
-Eğer dostlarımla özgürce konuşamayacaksam -ki konuşamayacağım, kararnameyi okuyun- her türlü özelim kaldırılmışsa, o halde bu bir toplama kampıdır. Bu sıradan bir şiddet değil, özel alanın tamamen imhasıdır -ki bu, toplama kampının özelliklerinden biridir.
-Ruhun var olup olmadığına dair deliller yoktur; ta ki cevabı olmayan kimi sorularımız bize bunu gösterene kadar. Bu sorulardan biri de şu: Neden şiir bize insanın ruhu hakkında bugüne kadarki bütün psikoloji biliminden çok daha fazla şey söyler? Neden psikologlar değil de şairler bize ruhu ifşa eder; neden Freud veya Jung değil de Shakespare? Bu tür sorulardan ikincisi şöyle formüle edilebilir: Daha büyük refah içerisinde yaşadıkça neden daha memnuniyetsiz oluruz? Pesimist felsefe neden refah seviyesinin daha yüksek olduğu bölgelerde ortaya çıkar? Konforun insana olan etkisi neden olumsuzdur?
-Görkemli bir yapıya bakın: onu, içine yerleştirilen bağlayıcı malzemenin veya demirin ayakta tuttuğu doğrudur; fakat asıl gerçek onun denge ve bağlarının temelinde yer alan düşünce sayesinde ayakta kaldığıdır.
-Bir paradoks var. Gece olmasaydı biz yıldızlı göğün muhteşem manzarasından mahrum kalacaktık. Buna göre, ışık bizi bir çeşit ‘görme’den alıkoyarken karanlık bir şeyleri ‘görmemize’ yardımcı olur.
-Söz, gerçeği ortaya çıkarır; ama gerçeği saklamaya da hizmet edebilir.
-Taklit etmek, kabul etmenin en bariz biçimidir.
-İnsan beyninin şu ana kadar kendi kendine sorduğu en derin ve en önemli soru şudur: Neden hiç değil de bir şey vardır? Veya: Neden bir şey vardır? Bu benim için ontolojinin en temel sorusudur.
-Bir atasözü der ki: ‘Zeki bir şeytan ile uğraşmak iyi kalpli bir budalayla uğraşmaktan iyidir.’ Sanırım bunun nedeni zeki kötünün çıkarı doğrultusunda hareket etmesinden mütevellit, iyi niyetli budalanın aksine, öngörülebilir olmasıdır. Ne umabileceğini bilirsin.
-Tarih bazen bizimle ve tüm iyi niyetlerimizle dalga geçer.
-Üzüntü ile kayıtsızlık arasında üzüntüyü tercih ederim.
-Çirkin gerçekten daha çirkin bir şey varsa, o da yalandır.
-Eşler birbirine benzedikleri ölçüde değil, birbirlerinden ayrıldıkları noktalar itibariyle çift olurlar.
-Bir şeyin karizması varsa, o da acıdır (‘acının karizması’).
-Gerçek insanlar önem verdikleri insanlar veya en sevdikleri şeyler hakkında en sert konuşanlardır.
-Hayat mutlu sonla bitebilir mi? Siz bunu nasıl görüyorsunuz? Oysa her insan ziyanda değil midir? (Kuran-ı Kerim, Asr suresi).
-Ünlü bir sinema yönetmeni şöyle diyor: ‘Bir insanın çok okuyabilmesi için ya çok zengin ya da çok fakir olması gerekir.’ Ben şunu da ilave ederdim: ya da (benim gibi) hapishanede olması.
-Esaretim sırasında hayat sevincimde düşüş gözlemlemedim; fakat gittikçe sıklaşan aralıklarla yeterince yaşlı olduğum ve ölümün uzak olmadığı gerçeğinde büyük bir umut hissederken yakalıyordum kendimi. Bu düşünce beni rahatlatmıyordu. Büyük bir sır gibi saklıyordum onu.
-Realistler insan hakkında düşündüklerimizin veya konuştuklarımızın gerçek olmadığı, abartılı şekilde idealize ettiğimiz yönünde bizi eleştiriyorlar. Evet, insan hakkında değil de dilediğimiz insan hakkında konuşuyor, insanın ne olduğu değil de ne olması gerektiğinden bahsediyor olabiliriz. Bu belki de doğrudur. Ancan insanla ilgili bu güzel hayal, her şeye rağmen bizi insan yapan asıl şeydir. ‘Gerçek’ ya da ‘gerçeklik’ adına bu düşünceyi bir hayal ve yanılgı olarak tamamen terk ettiğimiz vakit, hayatlarımızı hâlâ dayanılır kılan her şey yok olacak ve insanoğlunun meyilli olduğu bütün alçaklıklara ve gaddarlıklara hazır hale geleceğiz. Maalesef, insanın aslında olmadığı ‘gerçeği’ adına başlatan bu şeylerden bir kısmı, dünyanın büyük bölümünde gerçekleştirilmektedir.
-Bizzat ulaşmadan hiçbir şekilde tecrübe edemeyeceğimiz kimi bilgiler vardır. O dereceye acı çekerek ulaşmak, görmek ve şahitlik etmek gerekir. Bunun başka bir yolu yoktur.
-Şu son derece akıllı ve maneviyatı kuvvetli insanlar muazzam derecede sevinmeyi ve bir o kadar da acı çekmeyi bilirler. Bu uç tecrübeler bu tür insanların karakteristik özelliklerindendir.
-İnsanın ‘bildiği’, ‘hissettiği’ veya ‘yaşadığı’ en derin, en kapsamlı hikmet bile dile geldiğinde düşünceye dönüşür, düşünceye indirgenir. Düşünce ise tanımı itibariyle tek boyutludur. Kaçınılmaz insani sınırlar ya da idrakin, beyanın ve insan iletişiminin sınırlarıdır bunlar.
-Gerçek şair, hakiki sanatçı, bunu istemediğinde bile bir ‘davanın’ parçasıdır. Onun sanatı -şayet gerçekse- her zaman yalana karşı bir tanıklıktır. Sanatçının kaçınılmaz olarak ‘dava insanı’ olması bundandır.
-Şahsiyetimiz eş zamanlı olarak hem basit hem de çeşitlidir, yani çokludur.
-Başıma ne geldiği (ya da neler geldiği) önemlidir ama ondan da önemlisi neden geldiğidir.
-İnsan hayatında ölümün düşüncesinin bile bir arzuyu uyandırdığı, ruhu büsbütün bir durgunluk halinden çıkararak harekete geçirdiği durumlar mevcuttur.

Bu paylaşmış olduğum notlar, kitabın yalnızca ilk kısmının ilk sayfalarındandır. Bunları paylaşmaktaki maksadım hem Aliya’nın fikriyatını kavrama hususunda sizlere yardımcı olmak hem de kendi fikriyatımızı bir nebze olsun kuvvetlendirmek idi. Velhasıl kelam, sizlerin bu kitabı edinmesini, kavramasını ve özümsemesini en içten şekilde öneririm…
-Sadık Enes AVŞAR
28.11.2022

YORUM YAP