Türkiye'de Boşnak Dernek ve Vakıfları Değerini Anlamak İstemediler.Ama o. Bosna ve Sancak'ta Değer Gördü.. » Boşnak HaberBoşnak Haber

24 Nisan 2024 - 02:52

Türkiye’de Boşnak Dernek ve Vakıfları Değerini Anlamak İstemediler.Ama o. Bosna ve Sancak’ta Değer Gördü..

Türkiye’de Boşnak Dernek ve  Vakıfları Değerini  Anlamak İstemediler.Ama o. Bosna ve Sancak’ta Değer Gördü..
Son Güncelleme :

18 Kasım 2021 - 20:22

TÜRKİYE’DE BOSNA-SANCAK DERNEK VE VAKIFLARIMIZIN DEĞERİNİ ANLAMAK İSTEMEDİKLERİ SAFFET ATALAY, BOSNA HERSEK VE SANCAK EDEBİYATÇI VE AYDINLARI ARASINDA DEĞERLİ BİR ÇEVİRMEN OLARAK SAYGI GÖRÜYOR.
40’tan fazla kitabın Boşnakça veya Türkçe çevirisini yapan Saffet Atalay:
“UMARIM İNSANLARIMIZDA BOŞNAK KÜLTÜR VE TARİH KONUSUNDA YAZILMIŞ OLAN KİTAPLARA KARŞI İLGİ VE ONLARI OKUMA BİLİNCİ OLUŞUR.”
SAFFET ATALAY (LJAJIĆ)
 
Bir Numaralı Kültür Gönüllüsü.
 
YAŞAMAKTA OLDUĞUM ZAMANDAN BİR GÖNÜL KAHRAMANININ PORTRESİ:
SAFFET ATALAY (LJAJIĆ), – 1. Numaralı kültür elçisi
BİZİM İNSANIMIZDA KİTAPLARIMIZIN ÖNEMİNİN BİLİNCİNİN UYANACAĞINI UMUT EDİYORUM
 
Röportajı hazırlayan: Dr. Bisera Suljić-Boškailo
 
27. Aralık 2019.
SAFFET ATALAY(LJAJIĆ):
“Bizim insanımızda kitaplarımızın öneminin bilincinin sonunda uyanacağını ve derneklerimizin bir gün bu kitapları kendi kütüphanelerine dahil edeceklerini umut ediyorum!”
YAŞAMIMIN İÇERİSİNDE YER ALAN KAHRAMAN BİR BOŞNAK’IN PORTRESİ:
Onun gibi kendine özgü özelliğe sahip bir adam için yeni bir terim aradım ve sadece onu tanımlayabilecek o deyimi buldum – 1. Numaralı kültür elçisi.
Saffet (Ljajić) Atalay 26.04.1951 tarihinde Yeni Pazar’da dünyaya geldi. Babası, diğer birçok Sancaklı ve Bosnalı aile gibi yeni vatana göç etmek için 1959 yılının Şubat ayında Türkiye’ye doğru yola koyuluyor. Bu yolculuk uzun, ağır ve belirsizliklerle dolu (kısaca bahsedeceğiz) bir yolculuk. Türkiye’ye göç etmek için gereken “belgeler” temin edilirken Saffet, Makedonya’da Türkçe eğitim veren ilkokulun birici sınıfına yazılıyor ki bu dili öğrenmiş olması Türkiye’ye çıkılacak uzun yolculukta ailesinin işine çok yaramış olacak. Türk hududuna geldiklerinde, babası, annesi ve ablası tek kelime Türkçe bilmezken Saffet, gümrükçülerle konuşmaya başlayınca şaşıran insanlar: sakın bu çocuk kaçırılmış olmasın, diye yorum yapıyorlar. Saffet Türkiye’de sırasıyla, ilkokul, ortaokul ve liseyi bitiriyor. Dönemin Türkiye’si hayal edileni ve beklenileni verememiş olduğu için babası, ailesini geçindirebilmek adına Almanya’ya işçi olarak gidiyor ve vefat ettiği 1973 yılına kadar orada kalıyor. Babasının ölümü üzerine Saffet, ailesiyle yakından ilgilenmek adına, okumakta olduğu Sarayevo İktisat Fakültesindeki eğitimine ara veriyor.
Yabancı dilleri öğrenme yeteneğine sahip olan Saffet, döndüğü Türkiye’de yeminli tercüman ve turist rehberi olarak çalışmaya başlıyor. Fakat acımasız hayat; yaşanan çok ağır bir trafik kazasıyla annesini ve birinci eşini ondan koparıyor. Emekli olan Saffet için artık yaşamında yeni bir dönem başlıyor. Saffet, sevdiği tercüme işine devam ediyor; ama belinde oluşan dayanılması güç fıtıklara rağmen daktilosunun (daha sonra bilgisayarının) başından ayrılamıyor. Artık yanında olan ikinci eşi hayat arkadaşı, gerçek dostu, ona sabırla yardımcı oluyor.
Saffet’in, Boşnakça ve Sırpçadan 36 kitap tercüme etmiş olması önemsenmemiş olsa da; asıl önemli olan yaptığı bu işten neredeyse hiç ücret talep etmemiş olması! Çevirdiği binlerce satır, mensubu olduğu halkına ve doğduğu yere ait bir vakıf kabul edilebilir; çünkü Boşnak kültürünün unutulmaması, dolayısıyla Türk halkının bizim kültürümüzle tanışması adına oluşturulmuş bir vakıf. Zaten kendi kültürüne sahip olan ve onu destekleyen kişi geleceğe sahiptir.
Ne yazık ki Boşnaklar, kültürleri için çok verici değiller. Villalarımız ve harika evlerimizin içinde neredeyse hiçbir kitap bulunamayacağı gibi, hele bir de tercüme edilmiş bir kitabı okumak için zaman ayıracaklarını sanmıyorum. Biz Sancaklılar sadece paraya tapıyor gibiyiz. Yakın zamanda Almanya’da çok başarılı Sancaklı bir iş adamıyla karşılaştım. Konuşmasında, “sahip olduğu milyonlardan” bozuk paradan bahsediyormuş gibi davranıyordu. Ona yaklaştım ve halkının kültürü adına küçük de olsa maddi destekte bulunması, Sancak’ın köylerinden birisinde hiç olmazsa bir kütüphane veya mevcut okullardan birisinin içinde internet sınıfı açması için ikna etmeye çalışırken, gerekli kitapları kendim sağlayacağımı söyledim. Hem böylece çocuklar sıcacık ortamda kitap okuma alışkanlığı edinirler ve severler; çünkü kitabın içinde kültür ve geleceğe dair güzellikler saklıdır, derken bana, “çıldırmışım” gibi şaşkın şaşkın bakıyordu. Sahip olduğu zenginliğin küçücük bir kısmının bu iş için ne kadar gerekli olduğunu idrak edememiş olmalıydı ki Sancak’ta yolsuzluğa tevessül eden siyasetçileri kötülemeye, Syeniçe’deki çocuk yuvasına birkaç sıra hediye ettiğini anlatmaya başladı; hatta facebook’taki paylaşımında ister inanın ister inanmayın yaptığı bu hayır için yılın kişisi ödülünün kendisine verilmesini istediğini görmüştüm. Aman Allah’ım! Her ne kadar kendi vatanı için pek fazla bir şey yapmamış (kendi cebini düşünerek) ise de biz o ödülü ona veririz de! Ne yazık ki biz sadece böylelerine hayranlık duyuyor, onları destekliyor ve gururlanıyoruz. Peki neden? Bunun Toplumumuza ne yararı var? Bizim birliğimize, halkımıza ne faydası var?
Koca bir hiç! Sonra, bu başarılı iş adamına Tanrı, Saffet’in sahip olduğu bilginin, yürekliliğin ve ruh güzelliğinin küçük bir parçasını vermiş olsaydı, bizim ücra kalmış köşelerimizde yetişen çocuklarımız eğitilir, bilimsel bilinç zenginliğine kavuşabilirlerdi, diye düşünmeden kendimi alamıyorum; ama bu bizde her nedense yürümüyor. Herkes Sancak köylerinde düzenlenen bir eğlencede çıkarıp bin euroyu kolayca verecekken kitap için tek bir kuruş vermekten kaçınır. Peki ya bu kişiler, kitabı elinde tutanların bütün dünyaya hükmettiklerini acaba biliyorlar mı? Gözle görülür şekilde bilmedikleri ortada olmasına rağmen ne yazık ki bunu bilmek istemiyorlar… Bu nedenlerden dolayı Saffet, Boşnakların ayrıcalıklı kişisidir.
Hazırlamış olduğum bu yazı metnimde siz okuyucularıma, insancıl kişiliğe sahip bir Boşnak’ı gerçek yaşam hikâyesiyle size, onu olduğu gibi takdim etmek, buralara nasıl ve neden geldiğini bunca emeğe değip değmediğini anlatırken; okuyucuya bunu kendine göre değerlendirme fırsatı vermiş oluyorum. Saffet ile çıktığım karanlıkta kalmış bu söyleşi yolunu aydınlatmak ve insana ait fantezilerin bölümlerini ortaya koymak istiyorum. Her iyi kitap insana hediye edilmiş yeni bir yaşamdır; böylece kişi, kitap sayesinde geniş görüşlülüğe sahip olma imkânının yakalamış olur ki böylece dünyanın diğer bölgelerini de tanıma fırsatını bulur. Kitap bize Tanrının bir lütfüdür – çünkü her iyi kitap bizim hayallerimizin içinde yeni bir dünya yaratır. Ya hayal, bir gerçeğe daha ulaşmak isteği değil midir…? Saffet’in, ders alınabilecek hikâyesini okuyan kişilerin, mantıklı düşünme yetisine sahip olabileceklerini ümit ediyorum.
Bisera: Saffet bey, büyük bir nehrin bir kıyısından diğer kıyısına geçerken, bizim manevi güzelliklerimizi diğer bir ülkenin kıyısında yaşayan kişilerin gözlerinin önüne sermeye, yani demem o ki: kitaplarımızı tercüme etmeye nasıl ve neden başladınız?
SAFFET ATALAY: Bakınız, Türkiye’de Boşnak, Yugoslavya’da iken bize Türk deniliyordu? Hâlbuki biz aynı millet değil miyiz? Bu hep benim kafamı çok karıştırmıştır!? Bu nedenle araştırıp soruşturmaya başladım. Önce ebeveynlerime, sonra yaşlılarımıza (Türkiye’ye daha önce göç etmiş kişilere) biz kimiz? Diye sorduğumda aldığım cevaplar beni tatmin etmemişti! Bu nedenle elime geçen kitapları okumaya, araştırmalar yapmaya sonra da tercümeler yapmaya başladım!
Maksadım, bizden sonra gelen nesillere, bize ait yazılı bir şeyler bırakıp unutulmamasını sağlamaktı!
Benim bu uğurda ilk tercüme ettiği kitap Çamil Siyariç’in meşhur eseri “Bihorlular” idi.
Ne yazık ki bu kitap basılıp yayımlanamadı. İkinci kitap ünlü yazarımız Halit Ziya Uşaklıgil’in 1900’lü yılların başında tefrikalar halinde Bosna’da yayımlanmış „Saliha Hanım“ başlıklı romanıydı. Aynı şekilde bu kitap da basılıp yayımlanamadı. Daha sonra Osman Haciç’in “Bez Nade-Umutsuzca” başlıklı kitabını da tercüme ettim. Bu üç kitabı da annemin çeyiz sandığında bulmuştum ki bu üç kitabın kahramanlarından birisine göre annem benim adımı vermiş. Uzun araştırmalarıma rağmen, bu kitapları basabilecek bir yayın evi bulamamıştım. Daha sonra tercüme ettiği kitapları da bastırabilecek yayım evlerine ulaşamamış olsam da tercüme yapmayı sürdürdüm.
Bisera: Çok kimse, belki de herkes, “boşa giden” bu çabalardan vaz geçerdi. Peki, siz neden tercüme etmeye devam ediyorsunuz?
SAFFET ATALAY: Neden? 1981 yılında rahmetli Eyup Muşoviç ile tanıştığımda bana: „Etnički procesi i etnička sturktura stanovništva Novog Pazara-Yeni Pazar Nüfusunun etnik oluşumu ve etnik yapısı“ başlıklı kitabını hediye etti. Bu değerli kitabı okur okumaz hemen tercüme etmeye başladım. Bir gün (80 yılının ikinci yarısı) bu kitabı koltuğumun altına sıkıştırarak, bizim yaşlı ağabeylerimizin, günlerini kâğıt oynayarak ve muhabbet ederek geçirdikleri Pendik’teki (İstanbul) o kahveye gittim.
Tanıdıklarımın oturduğu (Bişevolular ve Yeni Pazarlılar) masaya yanaşıp ” beyler ben bu harika kitabı tercüme etmek istiyorum”  dedim! Şaşırmışlardı, bazıları beni destekleyeceklerini söylerken, içlerinden iki kişi ” sen kim oluyorsun, hem de bu kitabı tercüme edeceksin “diyerek beni şiddetle protesto ettiler!?
Onların o negatif enerjisi benim içimde, yeni bir tercümeye başlamam için pozitif bir enerjiye dönüştü. Asıl ilginç olan ise, aynı kahvehaneye gidip kitabın bitmiş tercümesini göstermem oldu.
Gördüklerine inanamadıkları için hepsi tam anlamıyla çok şaşkındılar. Eh, şimdi sıra kitabın basılmasına gelmiş olduğundan maddi kaynak bulmam gerekiyordu. Bana yardımda bulunacaklarına dair söz vermiş olan kişiler saklanmaya başladılar. Kitabın tercümesini naylon bir torbaya sıkıştırarak, uzun süre basılmayı bekleyeceği dolabımın içine yerleştirdim. Tercüme 2004 yılının eylül ayına kadar burada beklemek zorunda kalacaktı. O vakte kadar hemşerilerimiz bu kitabın basılması için gerekli maddi desteği vermek niyetinde değillerdi. Ayrıca kitabın yayımlanması için Rahmetli Eyup Muşoviç’in varislerine telif hakkı ödemem (bugünkü değerlere göre 800 euro) gerekiyordu. Şansım varmış ki o dönemde sonradan çok yakın dostluk kuracağım iş adamı Mustafa Turan (Türk) ile tanıştım. 2000 yılında Makedonyalılarla ticaret yapan Mustafa, Üsküp’ten müşterileri geldiğinde beni sık sık yardıma çağırıyordu. Tercüme ettiğim kitabımın bir türlü gün yüzüne çıkamadığını bilen Mustafa, bir gün beni çağırıp, al şu parayı ve o kitabı artık bastır, dedi. Işık görünmüş zafere ulaşmam yaklaşmıştım.
Bisera: Bahsetmiş olduğunuz o üç kitap: „Bihorci-Bihorlular“, „Saliha Hanı“ ve „Bez nede-Umutsuzca” basılamadı öyle mi?
SAFFET ATALAY: Basılamadı. Elle kâğıtların üzerine yazarak yaptığım tercümeler öylece kaldı. Ben yeminli tercümanlık yapıyor turist rehberliğimi devam ettiriyorum. 2010 yılında Sarayevolu Velid Bayramoviç (Altın Zambak beratına sahip savaş gazisi) beni arayıp: „Srebrenica na kraj srca-Yüreğimin en derin yerindeki Srebrenica“ ve „Oskar za sporednu ulogu-Yardımcı rol için Oskar“ başlıklı iki kitabımı tercüme eder misin? Diye sordu. Hemen bu iki kitabın tercümesini yaptım. Hiçbir talepte bulunmamama rağmen Velid bana 150 euro gönderdi. Daha sonra beni yeniden arayan Velid bu sefer diğer dört kitabının tercümesini istedi: „Pokošeni populjci-Biçilmiş Goncalar“, „Dnopolje-Gizemli Vadi“, „Špalir-Ölüm Kokusunun Hissedildiği Kortej“ ve „Nečujni vrisci-İşitilemeyen Çığlıklar“.
Bisera: Karşılık beklemeden çok sayıda kitap tercüme etmiş olan çevirmenin evindeki yeni gelişmeler nedir?
SAFFET ATALAY: Gidişat değişiveriyor. 2011 yılında çalan telefonda beni arayan Bekir Bayraktar (Bećir Redžović) kendi otobiyografisini içeren: „Od Biševa u Sandžaku do seobe u Tursku-Sancaktaki Bişevo’dan Türkiye’ye Göç Edene kadar“ başlıklı kitabını tercüme etmemi talep ederken, birkaç kişinin bu işe soyunduğunu ama tercümeleri beğenmediğini de hatırlatıyor. Benim tercümemi çok beğenen Bekir ağabey, ücret talep etmememe rağmen beni 1000 dolar ile ödüllendiriyor. Bu kitabın tanıtımı adına tertiplenen geceye misafir olarak; rahmetli Zaim Azemović, Aliya Cogović i Recep Şkriyel katılıyor.
Bu olaydan sonra Zaim Azemoviç’in yazdığı: „Šemsi pašina balkanska sudbina-Şemsi Paşanın Balkan Kaderi” adlı eserini tercüme etmem isteniyor. Görüldüğü üzere gelişmeler hızlanıveriyor.
Beni yeniden arayan Bekir ağabey, Bişovo’da iken okul arkadaşı olan Stoyana Magdeliniç’in „Olivera“ romanını tercüme etmemi rica ediyor. Başarılı tercümeler yaptığım duyulunca bu sefer de İstanbul’da faaliyet gösteren Arunas Yayın Evi, Jelena Bačić Alimpić’in: „Ringispil-Atlıkarınca“, başlıklı ünlü romanının tercümesini yapmam için teklif sundu ve bu kitap 2012 yılında yayımlandı.
Bisera: Ve hayatın içinde, ders niteliğinde gelişmelerle karşılaşıyoruz. Harcanan emeğin-akıtılan terin, şöyle ya da böyle elbet bir ödülü olacaktı, öyle değil mi?
SAFFET ATALAY: Evet, 2013 yılında gittiğim doktor, genel muayene sırasında içimde bir ur tespit etti. Hemen ameliyat için mutabık kaldık. Ameliyatın yaklaşık olarak 5.000 euroya mal olacağını söyleyen doktor, dönüp bana: ne iş yapıyorsun, maddi durumun ne durumda, diye sordu. Emekliyim, Boşnakça kitapların tercümeleri ile uğraşıyorum, diye yanıt verince hemen atıldı: eşim “Atlıkarınca” başlıklı bir romanı arayıp duruyor ama bulamıyor. Hafifçe gülümseyerek, o kitabı ben tercüme ettim deyince, şaşıran doktor, üzerinde ev adresinin bulunduğu kartını bana uzatarak: rica etsem o kitaptan bir tane bizim evin adresine gönderir misin? dedi. Tabii ki hemen gönderdim. Kitabı alan doktor, beni telefonla arayarak, ücret ödemeden ameliyat olacağımın müjdesini verdi. Öyle de oldu, içimdeki çevirmenlik duygusu sayesinde yüksek ücret ödemeden o illetten kurtulmuştum.
Bisera: Yüce Tanrı tercümeler için harcadığınız emeğin karşılığını ne de güzel armağan etmiş! Benim de harcadığım emeğin karşılığını alamadığım zamanlar oldu ama, Yüce Tanrı bir şekilde beni de ödüllendirmiştir!
Bu olay, harcanan emeğin mutlaka bir nafakasının olduğuna dair en güzel örneği değil mi? Peki ya sonra, çıktığınız çevirmenlik yolunda nasıl devam ediyorsunuz?
SAFFET ATALAY: 2014 yılı, Bekir ağabey beni yeniden aradı. Onun sayesinde Prof.Dr. Sait Kaçapor ile tanıştım. Sait bey, Türkiye’de yaşayan başarılı Boşnaklar hakkında kapsamlı bir araştırma yapacağını ve onların, Türkiye genelinde yaşadıkları yerleri ziyaret ederek bir kitap yazacağını anlattı. Üç yıl süren bu projenin Boşnakçasını Sait bey, Türkçesini benim hazırlamamı önerdiler. Tanrıya şükürler olsun ki her ikimiz de görevimizi layıkıyla yerine getirebildik. Bu kitabın tanıtımı ile ilgili düzenlene geceye Bosna’dan Smail Çekiç, Tutin’in Belediye Başkanı rahmetli Šemsudin Kučević, Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla Aydıner ve bizim seçkin  doktorlarımız, sporcularımız, iş adamlarımız ve entelektüellerimiz iştirak ettiler.
Ne yazık ki halkımızın ilgisizliği bu kitabın da başına geldi. Bu kitabın tercümesi için herhangi bir talep etmemiş olmama rağmen Nusret Sancaklı beni 3.000 lira ile ödüllendirdi. Bu kitap sayesinde tanıştığım Nusret ile aramızda çok büyük bir dostluk oluştu. Boşnak edebiyatının eserlerini Türkçeye kazandırma projesi oluşturduk, ben tercüme ediyor, Nusret, kendi bütçesinden kitapları bastırıp tanıtımlarını yapıyordu.
Bu projemiz altında basılan ilk kitap, İsnam Talyiç’in „Opet ćemo se vidjeti ispod crvene jabuke-Kızıl Elmanın altında Yeniden Görüşeceğiz“ kitabı oldu. Sonra Mevluda Melayac’ın „Đurumlija-Gönüllü“ adlı romanını yayımladık ve İzmir Bosna Sancak Derneğinde düzenlenen tanıtım gecesine, bayan yazar Mevluda Hanım ile kitabın yorumcusu Recep Şkriyel’i davet ettik. Bu tanıtım gecesinde bana ilk kez bir plaket verildi.
Daha sonra Mustafa Memiç’in „Bošnjaci muslimani Crne Gore-Karadağ Boşnak (Müslüman) Tarihi“ (şu sıralar ikinci baskısı hazırlanıyor) ve Safet Bašagić’in „Kratka uputa u prošlost Bosne i Hercegovine-Bosna Hersek Tarihi“ kitaplarını tercüme ettim, Nusret Sancaklı bu kitapların basımını üstlendi.
Bisera: Şimdiye kadar 36 kitabın tercümesini yapmışsınız. Bu çok büyük bir liste olduğu için hepsini burada yazmayalım. Hele çevrilmiş binlerce satır düşünüldüğünde, hiç pişman olduğunuz anlar oldu mu?
SAFFET ATALAY: Gerçekçi olmam gerekirse, daktilomu alıp çöpe atmak istediğim anlar olmadı değil. Bir keresinde tam da bunu yapacağım esnada telefon çaldı. Arayan, Rusçadan tercümeler yapan arkadaşım Fatoş’tu: “Saffet abi neredesin? Çok acil bir iş çıktı,” dedi. İstanbul’dayım yanıtını verince: “Ah çok iyi oldu, bir taksi tut ve havaalanına git, orada VIP girişinin önünde dünyanın hemen hemen her yerinde inşaatlar yapan “Kolin” firmasının sahibi Kemal bey ve grubu seni bekliyor olacaklar, ücretin iyi olacak,” dedi. Tam konu hakkında bir şeyler soracaktım ki telefon bağlantısı kesildi.
Kafamda soru işaretleri ile havaalanına gittim ve VIP girişinde Kemal bey ve onun grubuyla tanıştım. Kemal Bey: “Sizin çok iyi Sırpça bildiğinizi söylediler, Karadağ Başbakanı Milo Cukanoviç başkanlığında gelecek olan üst seviyede bir delegasyonu karşılayacağız,” diyordu ki VIP girişinde delegasyon üyeleri görünmeye başladılar.
Heyecanlandım ama çok çabuk toparlandım. İşbirliği konusunda konuşmalar yapıldı ben de simultane olarak tercüme ettim. Misafirlerin onuruna verilen akşam yemeğinde ben, Kemal Bey ile Başbakan Milo’nun arasında oturdum. Herkes bir şeyler yerken ben yemiyorum. Başbakan dönüp bana: “sen neden yemiyorsun, diye sorunca “tercüme yaparken yemek yemem doğru olmaz,” diye yanıt verince beni tebrik etti. Akşam yemeğinden sonra misafirleri uğurlarken gecenin ev sahipliğini yapan Kemal Beye misafirperverliğinden dolayı teşekkür ederlerken, hepsi sırayla elimi sıkıp beni tebrik ettiler. Kemal bey, bana teşekkür ederken bir zarf uzatarak yirmi gün kadar sonra bize Ankara’da yeniden lazım olacaksın, dedi.
Bisera: Yani çevirmenlik işini çöpe atmanız mümkün olmadı değil mi?
SAFFET ATALAY: Tam olarak öyle oldu. Yirmi gün sonra Ankara’ya gittim. Bu kez, Sırbistan’dan gelen bir delegasyon; Sırbistan’da, yolların, tünellerin, telekom ağı ile altyapılarının rehabilitasyonu için protokol imzalamaya gelmişlerdi. Önümde, Kiril alfabesiyle yazılmış olan yaklaşık olarak 1200 sayfalık çeşitli projeler duruyordu. Altı ay, günde 12 saat çalışarak tanrıma şükürler olsun bu işi de başarıyla bitirdim. Bu kez ücretin yanı sıra benim için çok değerli bir armağana, toshiba marka bir laptopa sahip oldum. Eh artık tercümelerimi çok daha kolaya yapabilecektim!
Bisera: Bu laptop size şans mı getirdi?
SAFFET ATALAY: Evet, öyle de denebilir! Şimdi telefonda çok sevdiğim ağabeyim General Mehmet Ali Erdoğan (Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında Türk birliğini Bosna-Zenica’ya götürmüş olan komutan)” Hemen Ankara’ya gel, Travnik (Bosna) kökenli rahmetli Hüseyin Avni Başman’ın (ellili yıllarda ilk Adnan Menderes kabinesinin ilk Milli Eğitim Bakanı) oto biyografisini bu sefer Türkçeden Boşnakçaya tercüme edeceksin,” dedi. Başka çare yoktu, Mehmet Ali Ağabeyimi kıramazdım. Prosvjetar i pisac Husein Avni Başman-Eğitimci Yazar Hüseyin Başman,“ başlığı altında 2015 yılında Sarayevo’da basılıp yayımlanan kitabı prof. Dr. Sait Kaçapor edite etmişti. İlk defa Türkiye’den birisinin Türkçeden Boşnakçaya tercüme edilmiş olan kitabın basılması benim için gerçekten gurur vericiydi.
Bisera: Benim, “Pešter” adlı romanımı, bana haber vermeden tercüme ettiniz. Beklenmedik bu durum bende şok etkisi yaratmıştı. Üstelik Türkiye’de bir de yayın evi buldunuz ve benden bir kuruş bile talep etmediniz. Bunu neden yaptınız?
SAFFET ATALAY: “Pešter” romanınız benim özel ilgimi çekti; çünkü dedelerim Peşter yaylasından Duga Poljana’ya -Uzun Ova’ya göç etmişler! Bel ve boyun fıtıklarımın verdiği dayanılmaz acılara rağmen bazı kitaplara karşı koyamıyorum. Kalbim hızla çarpmaya başlıyor ve: bu kitabı çevir diye bana uyarılarda bulunuyor! Ayrıca herhangi bir kitapçıya girip de raflarında yan yana dizilmiş; Sancak Tarihi, Bosna Tarihi, Karadağ Tarihi ve de sizin kitabınız Peşter’i görmek beni ziyadesiyle mutlu kılıyor, çünkü on yıl öncesine gidildiğinde bu kitapların, Türkiye kitapçılarında bulunması mümkün değildi!
Bisera: Son olarak siz, bizim okuyucumuz ve bizim insanımıza ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
SAFFET ATALAY: İnsanımızda, bize ait olan kitapların değerinin anlaşılacağını ve onları okuma bilincinin en sonunda uyanacağını umut ediyorum. Ayrıca bu kitapların bir gün derneklerimizin kitaplıklarındaki yerini alacağını da umut ediyorum! Daha ne kadar yaşarım bilmiyorum, şayet Allah bana sağlık ve ömür verirse tercümelerime imkânlar dâhilinde devam edeceğim. Sözlerime son vermeden önce beni destekleyen dostlarım; Mustafa Turan, rahmetli Bekir Bayraktar, Nusret Sancaklı ile sabrından ötürü eşim Nadire’ye teşekkür etmeyi borç biliyorum. Bakın, telefon yeniden çalıyor, yeni bir tercüme için mi aranıyorum ne dersiniz?
Kitabı seven herkese selam ve sevgilerimle.
 
NUSRET SANCAKLI’dan Alıntı

YORUM YAP