Hollywood'u reddeden Boşnak oyuncu » Boşnak HaberBoşnak Haber

23 Nisan 2024 - 12:01

Hollywood’u reddeden Boşnak oyuncu

Hollywood’u reddeden Boşnak oyuncu
Son Güncelleme :

08 Şubat 2017 - 20:44

Zeynep Işıl Hamziç. Reshad Strik, Bosna asıllı Avustralyalı oyuncunun İstanbul’a geliş hikayesi maceralarla dolu. Strik’in kariyeri Sydney’de başlıyor, Los Angeles’a uzanıyor. Bosna Hersek’te tanıştığı eşi hayatını değiştiriyor ve İstanbul’da bir yaşam kuruyorlar ve TRT’de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizisinde rol alıyor.

Reshad Strik’le buluşmak üzere Üsküdar’a doğru yola çıkıyoruz. Strik burayı tercih ediyor çünkü 2 çocuğu ve eşiyle yaşadığı semt Üsküdar. Oyuncu Strik Avustralyalı, eski bir sörfçü. Röportaj yapacağımız cafeye, kucağında 1 yaşını doldurmamış bebeği, 4 yaşındaki kızı ve Bosnalı eşiyle geliyor.

Tipik bir Türk ailesi gibiler ama değiller! Türk kahvelerimizi ısmarlayıp Reshad Strik’in her detayıyla beni şaşırtan hikayesini dinlemeye… Reshad, 22 Haziran 1981 yılında Müslüman Boşnak baba ve Avustralyalı bir annenin 4. ve son çocuğu olarak Kanberra’da dünyaya gelmiş… Katolik annesi yıllar içinde İslamiyeti öğrenip benimseyince Müslüman olmaya karar veriyor. 

Öyle ki tüm dünyayı ekrana kilitleyen Spartaküs adlı dizide, başrol öneriliyor ama o çıplak sahneler nedeniyle bu rolü reddediyor.

Avustralya, Los Angeles, Saraybosna ve İstanbul’a uzanan bu ilginç hayat hikayesini baş kahramının cümleleriyle aktaralım…

– Ailenizin hikayesini dinleyerek başlayalım. Sizi bugünlere getiren detaylar barındırıyor onların hikayesi….

– Babam Bosnalı boşanmış bir ailenin çocuğu… Babaannem boşanınca Avustralya’ya yerleşmiş, babam da peşinden… Annemin babası ise o zamanlar Avustralya’da çok önemli bir hakim, klasik Avustralyalı bir aile. Babam ise Müslüman ismine sahip bir göçmen.

Annemle dört yıl arkadaş olmuş, sonra evlenmişler… Annem epey katı bir Katolik okulunda okumuştu ve hayatı bu inançla geçmişti. Ama Kuran’ı okuyunca kafasındaki soru işaretlerine cevaplar bulmuş ve babama “Müslüman olmak istiyorum” demiş. Müslümanlığı öğrenmek için okula gitmeye başlamış. Bizi de bu kurslara gönderdi ve İslamiyeti öğrenerek sevdi.

– Siz nasıl yetiştirildiniz?
– Biz şehre bir buçuk saatlik uzaklıkta bir sahil kasabasında büyüdük. Herkesin Anglosakson olduğu bir bölgeydi, ne Türk, ne Bosnalı, ne de başka milletten insanlar vardı. Bizim isimlerimiz bu bölgedeki insanlara farklı geliyordu, Keylib, Beyder, Cemal ve ben… Birlikte sörf yapardık, rugby, futbol oynardık…

– Oyunculuk nasıl girdi hayatınıza?
– 16 yaşımda okulda Shakespeare performansımla ödül alınca benim için farklı bir yol açıldı. Lise bitince ben de Sydney’e taşındım. Ve Mel Gibson, Hugh Jackman, Cate Blanchett ve Geoffrey Rush gibi ünlü aktörlerin eğitim aldığı hocalardan, The Australian Academy of Dramatic Art’ta dersler alarak drama eğitimini tamamladım.

– Avustralya’da oyunculuk adına bir kariyer yaptınız mı?
– Avustralya’nın en meşhur dizilerinden biri olan Blue Heelers‘da oynadım. Ardından, Headland isimli dizide Rachael Taylor ile birlikte 70 bölüm ana karakterlerden birisi olarak oyunculuk yaptım.

ŞANSIM YAVER GİTTİ

– Los Angeles’a nasıl düştü yolunuz?
– Los Angeles’ta Tom Cruise, Brad Pitt, George Coleney gibi isimlerin kayıtlı olduğu CAA ajansı teklif getirdi… İlk işim The Hills Have Eyes 2 filmiydi. Jessica Simpson’ın A Public Affair klibinde başrol oynadım. Fruit Chan’in 2009 yılında yönettiği Don’t Look Up filminde başrol olarak yer aldım.

– Spartacus dizisinden teklif almışsınız ve reddetmişsiniz. Neden?
– Spartacus için altı deneme çekimi yaptım. O zamanlar saçlarım uzundu. Hergün boks yapıyordum ve fittim. 2008 yılıydı. Spartacus’ü oynayan kişi hayatını kaybetmişti. Para harikaydı, rol Spartacus, her şey çok güzeldi. Ama avukat rol için tam anlamıyla çıplaklık gerektiğini söyledi. Annem aklıma geldi, o çok iyi bir kadın ve onu utandırmak istemedim. Rolün detaylarını anlattılar, tamamıyla çıplaklıktan söz ediyorlardı. Bir hafta konuşmalar ve ikna çabaları sürdü. Ben de uzun uzun düşündüm ama çıplak oynamak istemediğime karar verdim.

– Kariyerinizin zirvesindeyken, neden yolunuz Bosna Hersek’e düştü?
– Her gün çalışıyordum ve ara vermek istedim. İlk olarak 17 yaşımdayken gitmiştim Bosna’ya, savaştan bir yıl sonra. Ve inanamamıştım. Film seti gibiydi. Ama herkes mutluydu. Bosna inanılmaz bir yer ve hayatımı değiştirdi. Kim olduğumu, nereden geldiğimi idrak ettim… 2009 yılında hayatım, değer verdiğim şeyler değişti.

– Hayatınızın dönüm noktalarından biri de eşiniz Sabina ile tanışmak sanırım…
– Evet kısa bir tatil için gittiğim Bosna’da karımla tanıştım ve beni büyüledi, Los Angeles’a dönemedim.

– Nasıl tanıştınız?
– Saraybosna’da meşhur Gazi Hüsrev Bey Camii vardır… Orada gördüm Sabina’yı. Arkadaşım vesilesiyle tanıştık. Bir kahve içmek için buluştuk… Sabina’nın başı kapalı değildi o zamanlar… Güzel bir sohbetti… Etkilendim ondan ve dönüş uçağımı iptal ettim. Bir ay Bosna’da kaldım. Birbirimizi tanımaya başladık. Ama onun ailesi benimle ilgili biraz endişeliydi. Çünkü oyuncu olmam onları tedirgin ediyordu. Bir yıl sonra evlendik. İki yıl Bosna’da yaşadık. Orada birkaç filmde rol aldım. Reklam filmi, belgesel ve klip çektim. Kızım Meryem orada doğdu. Sonra bir süre Avustralya’da yaşadık… Tatil için İstanbul’a geldiğimizde, Bosna’da tanıştığım bir Türk oyuncu direktörü vardı, onu aradım… Burada kalmam için ısrar etti. Açıkcası o zamanlar yani iki yıl önce Türkiye, dışardan bakan biri için cazibe merkeziydi. Herkes gibi bende bu büyülü ülkeye hayran kaldım.

SIRP KOMŞUMUZ SAYESİNDE SAVAŞTAN KAÇABİLDİK

Reshad Strik’in kendi hayat hikayesi kadar, Bosnalı eşi Sabina’nın ki de film gibi… Sabina, Bosna Hersek ile Sırbistan arasındaki savaş sırasında yedi yaşındaymış ve ailesinin yaşadıklarını hiç unutmamış… – Bosna Savaşı sırasında küçücük bir çocukmuşsunuz. Savaş denince aklınıza ilk ne geliyor?
– 1985 yılında, yani Bosna Savaşı’ından yedi yıl önce Saraybosna’da doğdum. Hayat benim için olağan seyrinde akıyordu ta ki anne ve babam bodrum katına inmek zorunda olduğumuzu söyleyene kadar… Sokak yerine, sığınak olarak kullanmaya başladığımız bodrum katındaki koridorlarda diğer ailelerin çocuklarıyla koşup oynamaya başlamıştık. Savaşın kötü bir şey olduğunu idrak etmiştim ama tam olarak nasıl bir durumun içinde olduğumuzu anlamamıştım. Okul, dersler, ödevler yoktu artık. Benim için bir oyun gibiydi bodrum katında yaşadıklarımız. Yaklaşık bir buçuk ay boyunca babam geceleri, evimizin kapısının önünde nöbet tuttu, diğer erkekler gibi. Biz gece uyurken bizi koruduklarını söylüyorlardı. Belediyede otobüs şoförü olarak çalışan komşumuz savaş başladığında kullandığı otobüsü apartmanın önüne park etmişti. Ülkeye her yoldan resmi olarak giriş çıkışlar kapandığından, büyüklerin aklına bu otobüsle kadın ve çocukları ülke dışına çıkarmak gelmiş. Bir din savaşı yaşanıyormuş ama bir otobüs dolusu Sırp, Hırvat ve Boşnak yola koyulduk. Annem ve üç yaşındaki erkek kardeşimle, ben de o otobüsteydik…

– Epey korkmuş olmalısınız…
– Bir gece yarısı yola çıktık. Komşumuz olan Sırp şoför ve rehberle bindiğimiz otobüste Müslümanlar azınlıktaydı. Sırpların hakimiyeti altında bulunan bölgelerden geçtik. Kontrol noktalarının birinde kimliklerimiz soruldu. Öne doğru uzatılan ilk kimliğin üzerinde bir Müslüman ismi yazıyor diye Sırp askeri çok sinirlendi. O sırada kardeşimin kulağına adının artık “Mirza” değil de “Miloş” olduğu fısıldadı annem. Bir başka Sırp kadına: “Eğer beni alırlarsa, çocuklarımın senin olduğunu söyle” dedi. O birkaç dakika gerçekten bir ömür gibiydi… Mucize eseri kimse ele verilmeden o kontrolden kurtulduk. Büyük tehlikeler atlatarak Belgrad’a geldik. Ertesi sabah İstanbul’a trenle gittik. Bu tren yolculuğunun sonunda İstanbul’da yaşayan halamıza ulaştık. Dört ay orada yaşadık sonra Ürdün’deki diğer halamıza gittik.

– Ürdün’e kolay alışabildiniz mi?
– Okul döneminin başında geldiğimiz için ben hemen okula başladım. Arapça bilmediğim için ilk aylarda çok zorlandım. Kısa süre sonra birçok Boşnak mülteci Amman’a geldi. Sabahları Arap okuluna, öğleden sonra ise mülteci Boşnaklar için açılan, Boşnakça eğitim veren okula gitmeye başladım. Babam bu sırada yanımızda değildi ve Bosna Polis Gücü’nde görev yapıyordu. Üç yılın sonunda zorla çıkmayı başarabildiği Bosna’dan Amman’a ziyarete geldi. Sonra Bosna’ya savaşa dönmek zorunda kaldı.

– Bosna’ya dönüşünüz nasıl oldu?
– Savaşın bitmesiyle Amman’ı ve bütün yaşadıklarımı geride bırakarak bir askeri kargo uçağıyla anavatana döndük. Başkent Saraybosna’da lise ve üniversiteyi bitirdim…

TÜRKİYE BENİ CEZBETTİ

– Şu anda Diriliş Ertuğrul dizisinde rol alıyorsunuz… Türkiye’deki kariyeriniz nasıl şekillendi?
– Tek kelime Türkçe bilmiyordum. Bir yıl boyunca Türkçe dersi aldım. Burada dizi sektörü çok hareketlenmişti. Bu beni cezbetti. Filinta dizisinin başrolü için sözleşme imzaladım. Ama Türkçem yeterli gelmediği için yönetmen rolü benim oynamamı istemedi. Sonra Filinta’da küçük bir rol üstlendim, ardından şimdiki rolüm geldi Diriliş Ertuğrul dizisinde Claudies karakterini canlandırıyorum…

Kaynak:Sabah-Sonat Bahar röportajı

YORUM YAP