Osmanlı;  gücünün zirvesinde olduğu 16. ve 17. Asırlarda,  40 eyalet ve 350 sancak’tan oluşan  devasa bir coğrafyaya hükmediyordu. O asırlarda dünyanın bu süper gücünün merkezi ve en büyük şehri  İstanbul idi. İstanbul’un fethinin, balkanlardaki büyümeden sonra gerçekleştiğini bir kere daha hatırlamakta fayda var.  Osmanlı’yı, İstanbul’u fethe götüren devletin temelleri  Rumeli’de atıldı. Bu oluşumu doğru anlamadan, Osmanlı devletinin asırlar süren gücünün nereden beslendiğini  anlamanın mümkün olamayacağını düşünüyorum. XIV. Asır sonlarında, kalıcı hale geldikten sonra, önce  bölgenin, sonra da dünyanın süper   gücü olarak insanlık  tarihine  damga vuran Osmanlı’nın, Balkanlar coğrafyasında doğup büyüdüğü   konusunda, tarihçiler ittifak halindedir.

1389 yılında birleşik haçlı ordusuna karşı kazanılan Kosova Meydan Muharebesinden sonra, balkan coğrafyasının kapıları,  Osmanlılara sonuna kadar açıldı. Devam eden yıllarda  fetih ve imar faaliyetleri paralel bir şekilde yürümüştür. Fatih Sultan Mehmed’in  Vakfiyesinde yer alan   “ HÜNER; BİR ŞEHİR BÜNYAN ETMEKTİR,  REAYA KALBİN ABAD ETMEKTİR “ vecizesi ile gösterdiği hedefin, geniş çapta ilk uygulama alanı bulduğu  coğrafyanın,  balkanlar olduğunu söyleyebiliriz.

Fatih Döneminin  akıncı beylerinden biri olan İSHAKOĞLU  GAZİ İSA BEY  Kosova zaferinden sonra Üsküp, Yeni Pazar ve Saraybosna şehirlerinin temellerini atmış,  ondan sonra gelen nesiller bu şehirleri anıtsal eserlerle süsleyerek  günümüze kadar gelmelerini sağlamışlardır.  Bölgede yaşayan farklı din, etnik ve kültürel yapılara mensup toplumlar için çok yeni bir model olan Osmanlı Millet sistemi, özellikle Hırıstiyan milletler tarafından kabul görmüş hatta benimsenmiş  ve asırlar sürecek barış sürecinin temelini oluşturmuştur. Bizans devlet otoritesinin zayıflaması sonucunda, birbirleri ile sürekli didişen, çatışan toplumlar Osmanlı’nın  insan haklarına esas alan  istikrarlı idaresi sayesinde,  bölgede ticaret ve üretim  artmış, yaşayanlar huzur ve  refaha kavuşmuştur.  Takip eden asırlarda balkanlarda yeni  bir çok  şehir kurulup imar edilmiştir. Osmanlı kendinden önceki bazı devletler gibi idaresi altındaki toplumların mal ve canına haksız ve keyfi tasarruflarda bulunmamış, aksine uygulamaya koyduğu toprak sistemi ile vergilendirmeyi üretim üzerinden (ÖŞÜR)  yapmıştır. Batıdaki feodalizmden farklı olan bu orijinal ve yeni idare ile Osmanlı, asırlar boyunca kalıcı olmayı başarmıştır.

Dağlık Balkan coğrafyasının sakinleri, zorlu doğal şartlarla boğuşmak zorunda olan, genelde fakir, farklı diller konuşan çeşitli din ve mezheplere mensup milletlerden oluşur. Bu milletler kendilerine  kimin hükmettiğinden ziyade, başlarındaki devletin,  ne kadar vergi topladığı  ile ilgilidir. Kaldı ki Osmanlı devleti, kurduğu istikrarlı idaresi sayesinde, yüksek  olmayan  makul vergileri çarçur etmemiş,  kurdurduğu vakıflar eliyle, yollar köprüler hanlar ve ibadethaneler inşa ederek, idaresi altındaki insanlar arasında  ayırım yapmadan, refahı dengeli  bir şekilde dağıtmıştır. Doğudan batıya giden,  İstanbul bağlantılı  kervan  yolları sürekli açık ve güven altında tutularak ticari hayat teşvik edilmiştir.  Dubrovnik’le sağlanan diplomatik ilişkilerin tarihine baktığınızda, Osmanlı yönetimlerinin ticarete ne kadar önem verdiği  ve desteklediği açıkça görülebilir.

 

1683  TARİHLİ   BAŞARISIZ  II. VİYANA  SEFERİ  SONRASI

Ancak 1683 Viyana bozgunu ile genişleme ve  fetih dönemi son bulmuş, mevcut sınırları koruma gayretine düşen Osmanlı’nın gidişatı,  XIX. Asır başlarında, iç problemler  sebebiyle  sıkıntılı bir döneme girmiştir. Batılı devletler coğrafi keşiflerle uzak doğuda ve yeni dünya Amerika’da sömürge gelirleri ile zenginleşirken, Osmanlı benzer gelirlere sahip olmadığı için fakirleşmiş, hatta  geleneksel devlet yapısını  korumada bile  zorlanmaya başlamıştır. Gerileme asrı olan olarak anılan dönem, I. Dünya savaşı sonunda Osmanlı idaresinin dağılması ile sonuçlanmıştır.

YÜKSELEN  BATI   DÜNYAYA  HAKİM  OLUYOR

XIX ve XX. Asırlar dünyada devrimler ve savaşlarla anılır. Önce Fransa’da Monarşiyi halk hareketi yolu ile alaşağı eden halk hareketi,  sadece  Avrupa’yı değil, tüm dünyayı  derinden etkilemiştir.  XIX Asırla birlikte  batılı ülkelerin (İngiltere, Fransa v.d.) tekelinde,  coğrafi keşiflerle başlayan ve sömürge edinme ile devam eden, zenginleşme, ilmi, teknik ve toplumsal hayatta boy gösteren ve günlük hayatı kökten değiştiren yeniliklere şahit olduk.  Buhar gücünün gemilerde  kullanılması  ile başlayan icat ve yenilikler, telgrafın, ardından demiryolu, elektrik ve  içten yanmalı motorun, yani otomobilin seri üretimi ile zirveye çıktı. Sanayi devrimi olarak adlandırılan bu dönüşüm, dünyadaki geleneksel üretim sistemlerini  kökten değiştirmiştir. Bu icatlarla paralel olarak reform ile kilise karşıtı, rasyonalist, materyalist, pozitivist ve seküler fikir akımları batının düşünce dünyasına silinmez damga vurmuştur. Kilisenin devletler üzerindeki etkisi azalmış, laik devlet yapıları öne çıkmıştır. Sömürgecilikle desteklenen, Liberalizm, demokrasi ve serbest piyasa ekonomi uygulamaları, batılı ülkeleri, her alanda  dünyanın egemen güçleri haline getirdi.  Birbirini takip eden yeni icatlarla, sanayileşme, ve hızla kurulan  fabrikalar sonucunda, şehirde yaşayan nüfus arttı, Londra, Paris, Berlin ve New York gibi  şehirler, milyonlara varan nufusu barındıran metropollere dönüştü.

Fotoğraf, sinema, aylık,  haftalık daha sonra da günlük baskı yapan gazeteler ve kitaplar eliyle, insanoğlunun siyasi ve fikri dünyasının  hızla  şekillendirilmesi mümkün hale geldi. Yayın hayatındaki bu radikal değişikliğe paralel olarak,  sanat ve edebiyat anlayışında yeni bir çağın başladığı söylenebilir.

İLK    BOŞNAK  DİRENİŞİ     1878  DE   AVUSTURYA- MACARİSTAN’A  KARŞI  VERİLDİ

Osmanlı devleti ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 3 asra yakın bir süre  sınır komşuluğu yapmış ve çok  sayıda  küçük ve büyük savaş ve çatışma yaşamışlardır.  Yani denebilir ki Hırıstiyan batı ile Müslüman doğu, bu iki büyük devlet eliyle mücadelelerine devam etmişlerdir. Bu iki devletin arasındaki  sınırın, 3 asra yakın bir zaman boyunca Bugünkü Bosna-Hırvatistan sınırları boyunca olduğunu ifade edelim. Bu sebeple Avusturya ile yapılan savaşların tamamında,   Osmanlı ordusunda Boşnak askerlerin önemli roller oynadığına değinmek isterim. Boşnak edebiyatında bu savaşlarla ilgili manzum bir sürü destan vardır. Müslüman Boşnak milletinin bölgedeki Katolik ve Ortodoks hırıstiyanlarla savaş tarihi çok eskilere, Bosna’nın Fatih Sultan Mehmed tarafından fethi yıllarına kadar gider.

Osmanlı’nın 1683 den beri süren toprak kayıpları 93 harbindeki yenilgi ile (1877-78 Osmanlı-Rus savaşı) ciddi boyutlara ulaştı. 1878 de yapılan Berlin Andlaşması ile asırlarca batıda Osmanlının serhad vilayeti olan Bosna, çoğunluk nüfusu oluşturan, Boşnakların iradesi yok sayılarak, Avusturya-Macaristan idaresine verildi. Batının süper güçlerinin aldığı bu kararı Osmanlı sultanı II. Abdülhamid  de istemeye istemeye tanımak zorunda kaldı. Bu karar Bosna’da yaşayan Boşnak milletini toptan ayağa kaldırdı. Bosna’nın muhtelif şehirlerinde ve Saraybosna’da organize olan Boşnak halkı, ülkeye giriş yapan Avusturya-Macaristan ordusuna karşı silahlı direnişe geçti. Yazımızın başlığı olan Boşnak direniş tarihini bu olayla başlatabiliriz.  Kolayca Bosna’ya gireceğini düşünen Avusturya ordusu aylarca direnen Boşnaklar karşısında ciddi kayıplarla ülkeye girebildi.  Aşağıdaki temsili resimde Saraybosna’daki  Ali paşa camii cıvarında yaşanan şiddetli çatışmaları temsil etmektedir.Avusturya- Macaristan ordusunun Bosna’yı bir anlaşma sonucunda olsa bile  silahlı güç kullanarak işgal etmesi Boşnak milletinin tarihindeki önemli kırılmalardan biridir. Müslüman Boşnak milleti Osmanlı bayrağı altında asırlar boyunca  savaş verdiği amansız bir düşman olan bir devletin hükümranlığı altına düşmesi, sıradan bir olay değildi. Boşnaklar bu iktidar değişimini, kabul edilmesi çok zor bir travma olarak algıladı. Bu travmanın altında batının uyguladığı zorla  hırıstiyanlaştırılma  korkusu yatıyordu.

Ancak yıllar geçtikçe tarafların birbirlerini anlama yönünde bir arayış hatta  çaba içine girdiklerine şahit oluyoruz. Boşnaklar Avusturya-Macaristan idaresi ile  yüzleşme ve kabullenme yönünde bir yaklaşım içine girerken, yeni idare de Boşnakları zorla hırıstiyanlaştırma gibi bir dayatmaya başvurmadı.  Yani,  yeni idare mesela camileri kapatma Müslümanların ibadetlerine karışma gibi bir teşebbüste bulunmadı. Boşnaklar günlük yaşamın farklı alanlarında da resmi manada, fazla bir müdahaleye maruz kalmadılar. Aslında günlük hayata müdahalenin olmaması,  Osmanlı millet sisteminin bir ölçüde  devam ettiği anlamına geldiği de bile söylenebilir. Bu karşılıklı etkileşim zaman içinde yumuşamaya ve birbirini kabullenme yönünde tarafları barışa doğru yol aldırdı.  Bu arada Müslüman Boşnak yeni nesil gençlerin  batıdaki ilmi ve toplumsal gelişmeleri anlama ve öğrenme yönünde çabalara girmeleri hatta bir kısmının, yüksek tahsil için Viyana’ya gitmeleri yumuşamayı iyice artırdı.  Tahsillerini bitirerek Saraybosna’ya dönen Boşnak gençlerin İslami kimliklerini kaybetmeden yeni yönetimle barış içinde yaşamanın yol ve yöntemleri kendiliğinden gelişmiş oldu. Başka bir ifade ile bu yaşanan değişim Boşnak milletinin batılılaşması idi.  Aslında Osmanlı gitti ama kurduğu  Osmanlı millet sisteminin bir ölçüde devam ettiğini söyleyebiliriz.  Geçen zaman içinde Osmanlı devlet memurlarının yerine Viyana’dan  memurlar  görev yapmaya başladı.   Osmanlı’nın asırlar önce kurduğu toprak düzeninin yeni gelen Avusturya tarafından bazı değişikliklerle muhafaza edildiğini söyleyelim. Avusturya-Mcaristan İmparatorluğu Osmanlı’nın % 10 olarak tahsil ettiği toprak vergisini % 8 e düşürerek Osmanlı toprak  düzenini  devam ettirmek zorunda kalmıştır.

BOŞNAK  MİLLETİ  OSMANLI  MİLLET  SİSTEMİNİ  DEVAM  ETTİRİYOR

1899 tarihini taşıyan ve üzerinde  Saraybosna’dan selam yazan tebrik kartında Kiril, Latin ve Osmanlı alfabelerini ve Almanca dilini görebiliriz. Bu fotoğraftan Saraybosna şehrinde, Osmanlı-İslam kimliğinin aynen korunduğunu görmek mümkün. Bosna-Hersek’i kendi toprağı yapmak ve Müslüman Boşnakları muhtemelen asimile etmek amacıyla  gelen Avusturya-Macaristan idaresinin hedefine  ulaşamadığını, ancak oldukça etkilediğini, daha doğru bir ifade ile Boşnakları batılılaştırdığını, modernleştirdiğini söyleyebiliriz. Avusturya-Macaristan imparatorluğunun zamanla İslamı resmi din olarak kabul ettiğini belirtmek isterim.  1918 yılında, savaş kaybedip dağılıncaya kadar Avusturya-Macaristan idaresi Boşnaklar için ilk geldiği yılları bir kenara atarsak kötü bir dönem olarak anılmadığını söylemeliyim.

I.Dünya savaşından galip çıkan İngiltere-Fransa 1919 yılının ilk 6 ay süren Paris’te düzenledikleri konferansta tüm dünyaya şekil verdiler. Osmanlı’nın zengin  Ortadoğu  mirasını, Almanları tamamen dışlayarak, aralarında paylaştılar. Yanlarında savaşan  Sırbistan devletini mükafatlandırmak için daha önce Avusturya-Macaristan toprağı  olan Bosna, Hırvatistan ve Slovenya’yı Belgrad merkezli Sırp-Hırvat-Sloven krallığı adı altında bir devlete monte ettiler. Parlamenter bir monarşi olan bu yeni devlette Boşnaklar daha önce Avusturya-Macaristan karşısında yaşadıkları deneyim sebebiyle tecrübe sahibi  idiler.

Yeni devlet Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı sadece Boşnaklara değil, diğer Müslüman milletlere de ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaptı. Siyasi ve ekonomik anlamda dışlanan bir kesim Müslüman (Türk,  Boşnak, Arnavut vs.) nüfus Türkiye’ye göç etti. Kalanlar ise direnmeye  devam ettiler. 20 li yılların ortalarında uygulanan toprak reformu ile bir kısım Boşnak  ağa ve beylerinin toprakları ellerinden alındı. Ancak Osmanlı mirası eğitim kurumları ve vakıfların önemli bir kısmı varlıklarını sürdürdüler. Daha başka bir ifadeyle Boşnak Milleti direnişini Osmanlı mirası bu kurumlara sahip çıkarak devam ettirdi.

İKİNCİ  DÜNYA SAVAŞINDAN  GÜNÜMÜZE  BOŞNAK  DİRENİŞİ

Bütün dünyayı ateş topuna çeviren 60 milyona yakın insanın ölümüne yol açan ikinci dünya savaşı balkanları da kan gölüne çevirdi. 1941 den 1945 e kadar balkanlara hakim olan kaos yılları, felaket ve trajedilerle doludur. Yazının daha fazla uzamaması için bu dönemle ilgili konuları uzatmayacağım günümüze geleceğim. 1945 yılı başlarında Yugoslavya coğrafyasında kontrolu ele geçiren Yugoslavya Komünist Partisinin partizanları içinde sıcak çatışmalara kurtuluş mücadelesine   ciddi bir  katkı yapan  Boşnaklara  devlet kadrolarında yer verilmedi. Boşnak milli kimlikleri de yok sayıldığı için devletin iktidar organlarında temsil edilmediler. Barış sonrasında Osmanlı dönemlerini, esaret yılları ve gerici feodal çağdışı olarak niteleyen resmi sosyalist devlet söylemi sebebiyle, Boşnaklar  susmak ve içe kapanmak zorunda kaldılar. Okul kitaplarında “ülkenizde yaşamak istiyorsanız eskiden gelen gerici-çağdışı düşüncelerden kurtulmak zorundasınız “ telkinleri ile bir nesil yetiştirmek rejimin eğitim hedeflerinden biri  idi.  Okullardaki  bu kampanya yeterli görülmemiş olacak ki Yeni nesil, geçmişinden tamamen koparılmalıydı. Bu amaçla varlıklarını sürdürmeyi başaran Osmanlı mirası medrese vakıf ve camilerin bir kısmı kapatıldı. Vakıfların mallarına el kondu millileştirildi.    Stalin’in uygulamalarından ilham alan yeni Komünist rejim, kitleleri etkileme gücü olan itibarlı entelektüel nüfusun önde gelenlerinin önemli bir kısmını uydurma mahkemelerle idama veya cezaevlerine gönderdi. İki yalancı şahidin bir kişiyi idama gönderebildiği bu karanlık  yıllarda Saraybosna, Yeni Pazar, Üsküp gibi Müslümanların çoğunluk nüfusu oluşturduğu  şehirlerde ve köylerde baskı ve  tehditlere rağmen, camiler açık tutulmuş, ezan okunmuş ve cemaatle namaz kılınmıştır. Direniş, camileri açık tutarak cemaatle namaz kılarak  devam etmiştir. Komünist rejimin gücü namazı yasaklamaya yetmemiş ancak cemaati azalan camileri ihtiyaç olmadığı gerekçesi ile el koyarak istimlak edip yıktırmıştır. 6 yaşında bir çocuk iken bu baskı ve zulum hikayeleri ile büyüdüm. Akabinde bu zulumlere dayanamayan yüzbinlerce balkan müslümanı  arasında  çareyi Türkiye’ye gitmekte bulduk. Camilerini korumak için hayatlarını tehlikeye atarak cemaate devam eden ihlas sahibi mü’minler sayesinde bugün Saraybosna ve diğer şehirlerin Osmanlı Müslüman kimliğinden bahsedebiliyoruz.

DOKSANLI  YILLARDA   YAŞANAN  MUHTEŞEM   BOŞNAK  DİRENİŞİ

Osmanlı’nın bölgeyi terk ettiği 1878 yılından bu tarafa yaşanan direnişleri özetlemeye çalıştığım bu yazıda son bölüme geldik.  Boşnaklarla ilgili bir  yazı isteyen değerli dostum, gönül coğrafyamız  ile Saraybosna arasındaki münasebete vurgu yapmamı istemişti.   Yazdığım bu satırların amaca ne kadar hizmet ettiğini takdirlerinize bırakarak 4 yıl boyunca dünya gündeminden düşmeyen son direnişin öncekilerden farklarına değinmek istiyorum.  Aslında 1992-95 yılları arasında tüm dünyanın hayranlıkla izlediği Saraybosna direnişi önceki direnişlerin devamıdır. Boşnak milletinin şuuraltında var olan  direniş kültürünün açığa çıkmasından ibarettir. Ancak Boşnaklar  önceki direnişlerini,  komünist rejimin baskı ve tehditleri yüzünden kendi çocuklarına bile anlatamamıştı.

Son direnişi diğerlerinden ayıran en önemli fark lideri ve söylemidir. 1983 yılından 1989 a kadar  Komünist dikta rejimin zindanında yetişen Aliya İzetbegovic dünyaya örnek olacak bir  liderlik dersi vermiştir.  Hapse düşmeden yazımını bitirdiği DOĞU VE BATI ARASINDA İSLAM  ismini taşıyan kitabı, direnişin söylemini oluşturur mahiyettedir. İlk baskısı ABD’de yapılan bu kıymetli eser, 1987 yılında Türkçeye tercüme edilerek düşünce dünyamızdaki emsalsiz yerini almıştı. Türkiye’den sonra İslam dünyasında da ilgi gören bu eser dünyanın bir çok dillerine tercüme edilmiştir.

                    11.09. 2019                   

               DAVUT  NURİLER