Bosnanın Osmanlı Devletinin İçindeki Yeri ve Avrupanın Bosnaya Karşı Olan Tutumu » Boşnak HaberBoşnak Haber

28 Mart 2024 - 23:14

Bosnanın Osmanlı Devletinin İçindeki Yeri ve Avrupanın Bosnaya Karşı Olan Tutumu

Bosnanın Osmanlı Devletinin İçindeki Yeri ve Avrupanın Bosnaya Karşı Olan Tutumu
Son Güncelleme :

30 Ağustos 2016 - 2:58

Bosnanın Osmanlı Devletinin İçindeki Yeri ve Avrupanın Bosnaya Karşı Olan Tutumu
Prof.Dr.Mustafa Kahramanyol[1]
Osmanlı Döneminden Önceki Bosna-Hersek Tarihine Bakış
Balkanların kalbinde yer alan, kültür ve dinlerin kesişme noktasında bulunan, birçok defa dünya tarihinin akışını önemli biçimde etkileyen ve Bosna-Hersek olarak adlandırılan bölgenin tarih içindeki gelişimi hakkında bilgi vermek, diğer gelişmeleri anlayabilmek açısından önemlidir. Bosnanın tarihinde yer alan en önemli hadise, içerideki halklar arasındaki çatışmalar ile dış güçlerin sürekli müdahalesidir. Bosna’nın kadîm tarihinin dikkatle incelenmesi sonucunda, mevcut durumun, Bosna’nın ilk zamanlarından bugüne devam eden ve bölgeyi bir salgın gibi saran devamlı savaşlar, şiddet, ayırımcılık ve ayrılıkçılık, zulüm ve göçler gibi felâketlerin varlığına bağlı olduğu söylenebilir.
Milâttan önceki dönemlerden başlayarak, Boşnakların yaşadığı topraklar, İlir, Kelt, Got, Pers, Hun, Avar, Peçenek, Sılav ve Türk boyları gibi birçok farklı soya, geçici veya kalıcı olarak ev sahipliği yapmıştır. Bu topraklar, siyasî olarak, Roma İmparatorluğu, Bosna-Hersek Kırallığı (1377-1463), Osmanlı Devleti (1463-1878), Avusturya-Macaristan Devleti (1878-1918), Yugoslavya Kırallığı (1918-1945), Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti (1945-1992) ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti (1992-1995) ve Deytın Antlaşmasından sonra oluşan çok karmaşık bir siyasî yapının yönetimlerinde kalmıştır. Tarih açısından bakıldığında, Bosnada, mahallî bir devlet olarak ota çağdan bu güne kadar, sürekli olarak var olmuştur.[2]
Bosna adıyla bilinen toprakları, Roma hâkimiyeti altında iken, kısmen Dalmatia, kısmen Pannonia vilayetlerin dâhilindeydi. Roma işgâlinden evvel, bölgede hem Kelt, hem İliryalı kavimlerin yaşadığı söylenmektedir.[3]
M.S. 395 yılında, Büyük Teodosiusun ölümüyle, Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı olmak üzere, iki kısma ayrılmıştır. Başlangıçta, imparatorluğun bütünlüğü savunulmuşsa da siyasî olaylar ve kültür gelişmeleri bu ayrılışı pekiştirmiştir. Bosna, bu paylaşımda, imparatorluğun batı kısmında ve zaman içinde de Lâtin-Katolik etkisinin altında kalmıştır.
Kavimler göçü sırasındaki Bosnanın halk ve kültür yapısı hakkında kesin bilgiler mevcut değildir. Bosna tarihi ile ilgili en eski kaynaklar, Sılav kavimlerinin Balkanlara inişi döneminden itibaren yazılmıştır.[4] Kavimler göçü sırasında, Cermen kavimlerden olan Gotlar, M.S. 3. yüzyılda Balkanları istilâ etmiş ve ancak uzun süren savaşlardan sonra Romalılar tarafından geri püskürtebilinmiştir. İlirya eyaleti, İmparator Justinianus tarafından 6. yüzyılın ilk yarısında Doğu Roma İmparatorluğuna eklenince, Bosna Ortodoks kültür çevresinde yer almıştır
Hıristiyanlık, M.S. 1. yüzyılından itibaren Bosna bölgesine girmeğe başlamıştır. Yine de, bölgenin nisbeten ana ticaret yollarından uzak olması, güçlü bir kilise teşkilâtının kurulamamasına sebep olmuştur.
Sılavlar, Avarlarla beraber gelip, bölgeye MS 550 yıllarından itibaren yerleşmeye başlamışlardır. Sılavların ne zaman Avarların etkisinden uzaklaşıp kendi siyasî teşkilâtını kurduğunu söylemek pek zordur. Avar devletinin karakteri göz önüne alındığında, kesin bir ayrılıktan bahsetmek zaten mantıklı gelmemektedir. Bu konfederasyonda, askerî yeteneklerinden dolayı, Avarlar üst sınıfı teşkil etmiş ve hem Sılavlarla beraber, hem de müstakil olarak Bosnaya yerleşmişlerdir. Bâzı yer adlarından (Obri, Obruk, Obrobas) hareket ederek, Avarların uzun müddet için Bosnada varlıklarını koruduğu anlaşılmaktadır[5] Bu durum, Hunlardan sonra Bosnaya gelen ve yerleşen ikinci büyük Türk kavminin Avarlar olduğu anlamına gelmektedir. Günümüzde, Avarların Bosnadaki sanı, Türk-Avar kökenli olan yer adlarının sayesinde muhafaza edilmektedir.[6]
Sılavların Kafkaslardan ve Karadenizden gelerek, MS 550–650 yılları arasında Balkan yarımadasının bütününe yerleştikleri ve sayı bakımından, Sılavların Avarlardan çok daha kalabalık oldukları söylenmektedir. Sılavlarda Sırplar ve Hırvatlar, eş zamanlı olarak yeni memleketlerine yerleşip, Balkanlar ve bizzat Bosna-Hersek tarihi için etkili bir siyasî ve içtimaî oyuncu rolünü üstlenmişlerdir. Her iki halk, ortak bir geçmişe sahiptir. Dil bakımından benzer özelliklere sahip olmalarına rağmen, bugünkü Sırpça ve Hırvatça dilleri birbirinden oldukça farklıdır.[7] Sılavlar genellikle tarım ve hayvancılıkla meşgul olmuşlardır. Yöre halkının, yâni kısmen Romalılaşmış olan İliryalı kavimlerin âkıbeti hakkında çeşitli varsayımlar mevcuttur ve umumî olarak kabûl edilen görüşe göre, onlar zamanla Sılavlarla kaynaşıp asimile olmuşlardır.[8]
Arnavutça ve Makedoncanın aksine, Boşnak dilinde, bu eski yöre halkının dil kalıntıları mevcut görünmemekle beraber, tende dövme gibi bâzı folklorik âdetlerde eski yerleşimcilerin örf ve âdetlerinin kısmen de olsa devam ettiği söylenebilir.[9]
Nasıl olursa olsun, Sırplar ve Hırvatlar, eski yurtları olan Kafkaslardan hareket edip, kavimler göçü sırasında, başka Sılav unsurlarla beraber, Balkanlara indikten sonra, Bosnayı mekân olarak tutmuşlardır. Sırp kavimleri, bugünkü Sırbistan, Karadağ ve Hersek bölgelerine yerleşirken, Hırvatlar Dırina vadisinin doğusunda olmak üzere, Bosnaya ve Hırvatistana yerleşmişlerdir. Yerleşim yerlerinin, gerek bölge ve gerekse de birim itibarıyla, kesin olarak birbirlerinden ayrılmadığı bilinmelidir. Yâni, Bosnada saf Hırvat, ya da saf Sırp bölgelerden söz etmek mümkün değildir. Üstelik, yerleşim süreci sırasında, eski İliryalıların, Romalılaşmış unsurların, Avarların, Ulahların ve başka unsurlarının da yavaşça yeni nüfusla kaynaşma ihtimal ve imkânının yüksek olması gerektiği göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla da, Bosna halkının bir bütün olarak sadece Sılavlardan ibaret olduğunu söylemek çok yanlış olur. Daha evvel putperest olan Bosna halkı, Bizans misyonerlik faaliyetlerin bir sonucu olarak, yüzeyden de olsa, 9. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığı benimsemeye başlamışlardır. Demek ki, Hıristiyanlığın, Bosnadaki coğrafi şartlardan dolayı, gecikmeli de olsa, 9. ve 10. yüzyılda yaygınlaştığı söylenebilir.[10] Yalnız, daha çok siyasî sebeplerden ve saiklerden ötürü, Hırvatlar ekseriyette Katolik mezhebini, Sırplar ise Ortodoks mezhebini seçmişlerdir. Bir kısım halk ise Bogomil mezhebini tercih etmiştir. Bu durum, hem o zamanki, hem de günümüzdeki itilâfların temel sebebi olmuştur.
Boşnakların bir kısmı, bir yandan Hıristiyanlığı benimserken, öbür yandan da putperestlikten kalma örf ve âdetlerinin bir kısmını da muhafaza etmişlerdir. Hatta, Bogomil ve Pataren inançlarına değer vermelerinin temelinde, bu örf ve âdetler de yatıyor olabilir. Öyle ki, bu örf ve âdetlerin, İslâmiyetin kabûlünden sonra dahî, tamamen ortadan kalkmadığı söylenebilir. Bu örf ve âdetler ise, Orta Asya örf ve âdetleri ile çok benzerlikler göstermekte olduğundan, işbu Bogomil taifesinin Hun-Avar-Peçenek-Kuman kökenli olma ihtimali zayıf değildir. At mezarları, büyük ve süslü mezar taşları, Gusle adı verilen ve at kılından tel ve yay ile çalınan bir tür kopuzun mevcudiyeti gibi unsurlar bunun işaretlerindendir. Gusle adı verilen çalgı âleti, hem yapı, hem de kullanılış tarzı itibarıyla Orta Asyada kullanılmakta olan ve atlı kavim kültürünün önemli bir unsuru olan Kopuza çok benzemektedir. Bu bakımından, üzerinde ciddiyetle durulmasında fayda vardır.
Bosna adı konusunda birçok varsayım vardır. Bu adın Türklükle ilgisinin olması da muhtemeldir ve Divan-ı Lügat-ı Türkte de “zırhı olmayan savaşçı anlamına gelen “Başnak er” diye bir tâbir vardır.[11]
Bosna toprakları, bir müddet Avarların hâkimiyeti altında kaldıktan sonra, Sılav kavimlerinin bu bölgede gittikçe daha güçlü bir konum kazandığı bilinmektedir. Fıranklar, meşhur hükümdarları I.Karlın önderliğinde (Şarlman), MS 805 yılında Avarları yenilgiye uğratıp, doğu ve güney doğu hudutlarındaki bölgeleri de kontrol eder hâle gelmişlerdir. Ras, Dukle ve Hersek civarlarında ise, Sırp “jupanları” diye bilinen kabile reisleri hâkimiyet kurmuşlardır. Öte yandan, MS 928 yılında ölen ve ilk defa bir Hırvat krallığı oluşturmuş olan Kıral Tomislav da Bosnanın bâzı kısımlarına sahip olmuştur. Daha sonra ise, Bosna, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Bizansın üst hâkimiyetini olarak tanımış olan Sırp kırallığının idaresi altına kısmen girmiştir. “Bosna” adının tarihî kayıtlarda kullanılışı o döneme denk gelmektedir.[12].
Bosna, MS 960 yıllarından itibaren, yine Hırvat hâkimiyeti altına girmişse de, kimi zaman Sırp, kimi zaman da Hırvat beylerinin hâkimiyeti altında olmuştur. Bu arada, Macarların da Bosnaya hâkim oldukları dönemler olmuştur. Genel olarak, Bosna erken Ortaçağ sırasında, Bizans kültürünün ve siyasetinin etkisi altında kalmıştır.[13]
Bosnanın bir devlet olarak anılması, Ban Kulin ile başlar (1180-1204). Ban Stefan Kotromanoviç (1322-1353) ve Kıral Stefan Tıvırtko (1353-1359), Bosna devletini genişleten ve güçlendiren başbuğlar olmuşlardır. [14]
Bosna halkının en eski dininin putperestlik ve şamanlık olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlık gelmeden, halkın açık arazide ve tercihan dağ başlarında günde beş defa Göktanrıya taptıkları yazılmaktadır.[15] Hıristiyan öğretisi, dokuzuncu yüzyılda, doğu ve batı olmak üzere Bosnaya iki koldan nüfuz etmeğe başladığına göre, Katolik ve Ortodoks çatışmasının kaçınılmazlığı ortadadır. Çünkü o tarihte, bu iki mezhep, hem temelleri itibarıyla kurumlaşmış, hem de belirli siyasî güçlerle kaynaşmış bulunuyordu. Üstelik de, her iki öğreti, halkın alışmış olduğu Tanrı anlayışına ve ibadet şekline aykırı idi. Bu yüzden olacak, Bogomillik, Maniheizim ve Patarenlik Bosnada yaygın kabûl görebilmişlerdir. Bu mezhepler, zaman-zaman yöneticiler tarafından destek görmüş ise de, bâzan da baskı altına alınmış ve mensupları zulüm görmüştür.[16] Baskılar, çoklukla, Vatikan ve Macaristan kaynaklı olmuştur. Meselâ, 1459’da Kıral Tomaş Katolik olmağa karar verdikten sonra, sözüm ona sapkın papazları huzuruna toplamış ve kendisine katılmalarını istemiştir. Kaynaklara göre, iki bin papaz mezhep değiştirmeği kabûl etmiş, ama kırk papaz bunu kabûl etmeyerek, Hersek dağlarına sığınmıştır.[17]Bogomiller ve Patarenler, Eski Ahdi, haçı, ikonaları, kilise âyinini ve azizlere ait günleri reddederler, kilise binalarını kullanmazlar, şarap içmezler ve et yemezlerdi[18]
Bosnada halk, toprağa bağlı köylüler ve seçkinler olmak üzere, ikiye ayrılırdı. Köylüler, bir öşür mukabilinde, toprak işler veya hayvan beslerlerdi. Birtakım işler de savaş esirlerine veya satın alınmış olan kölelere gördürülürdü. İlginçtir, Bosnalıların kendileri de köle olarak Venedik, Floransa, Cenova, Sicilya, İspanya ve Fransa gibi ülkelere satılırdı[19] Ulahlar, dağlarda göçebe olarak yaşayan ve hayvan besleyerek geçinen Bosnalı bir halk idi. Diğer insanlardan çok ayrı olmuş olmaları sebebiyle, bunlar çok fazla eritilememiş ver günümüze kadar varlıklarını kısmen koruyabilmişlerdir.[20]
Bosnanın tabiî kaynakları zengindir. Ormanları, Roma, Venedik, Raguza ve Osmanlı donanmalarına gereken kerestenin temininde çok değerli bir kaynak olmuştur. Ulahların beslediği sürülerden deri, yün, yağ ve peynir üretilir ve en çok Raguza pazarında satılırdı. Kreşevoda ve Foynisada bakır ve gümüş, Olovoda kurşun, Zıvornikte altın, gümüş ve kurşun, Sırebrenisada gümüş çıkarılırdı. Madenciliğin, Ortaçağlardan itibaren Sakson madenci aileleri tarafından icra edildiği bilinmektedir.[21].
Bosnada, öteden beri, mahallî toprak sahipleri yarı bağımsız derebeyleri olmuş ve kıraliyet tacının sahibini tayin edebilmişlerdir. Bosnanın dağlık, ormanlık ve coşkun sularla bölünmüş tabiatının bu yapıda tayin edici bir etkide bulunduğu şüphesizdir. Kırallık saraylarına Macar, Cermen, Bulgar, Sırp, Leh ve Rum kökenli prenseslerin geldiği de bilinmektedir.[22]
Bosnada yazı işleri, rahipler ve özellikle Fransisken rahipleri tarafından yürütülmüştür. Metinler Sılavca veya Latince yazılırdı. Sılavca yazılar, önceleri sadece eski Kiril yazısı ile yazılırken, daha sonraları Kiril yazısının “Bosançisa” denen türü ile kullanılmıştır.[23]
Osmanlı dönemi
Bosna üzerine ilk Osmanlı akını 1386’da olmuştur. Bosnanın fethi, doğu ve güney bölgelerinin 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından alınması ile başlamış ve 1592’de Bihaçın alınmasıyla tamamlanmıştır. Bosna fethinin tamamlanması ile birlikte, İslâmlaşma süreci de başlamıştır. Bosna-Hersek’in İslâmlaşmasıyla ilgili gelişmelerin, oradaki içtimaî ve siyasî şartlara bağlı olarak kendisine has bir şekilde cereyan etmiş olduğu yazılmaktadır.[24] Saffet Beg Başagiçe göre, Fatih Sultan Mehmet Bosnayı fethettiği zamanda, Bogomil Bosna Kilisesinin mensupları kitle hâlinde İslâmı kabûl etmişler ve Yayçe ovasında, Fâtih Sultan Mehmedin huzurunda 36.000 kişi kelimeyi şahadet getirmiştir.[25]
Bosnanın fethinden önceki yıllarda Bogomillere karşı işlenen zulümler Katolik ya da Ortodoks inancına döndürme girişimleri, köylüye karşı şiddeti ve halk arasında bunaltıcı bir karmaşa doğurmuştur. Bu durum, Osmanlı fâtihlerinin işine yaramıştır. Zirâ, köylüler onların kişiliğinde bir korunma umudunu ve imkânını bulabilmişlerdir. Papa II. Pius’a gönderdiği bir mektupta, Bosna kıralı Sıtefan Tomaşeviç (1461-1463) şunları yazmaktaydı: “Türkler benim kırallığımda birkaç kale inşa ettiler ve köylülere dostça davrandılar. Onlara katılan her köylünün özgür olacağına dair söz verdiler… Ve köylüler tarafından terk edilen derebeyleri de kalelerinde uzun süre kalamadılar.” Köylülerin, özellikle Bogomil toplumlarından olanların, çağlardır çektikleri acılardan sonra, kaybedecek bir şeyleri yoktu ve bundan dolayı fâtihlerin işgâlini ve İslâmın girişini kolaylaştırmışlardır.[26]
Fâtih Sultan Mehmet, Bosnayı aldığı zaman, Bosnalı Fransiskocu rahiplere özel korunma ve imtiyazlar tanıyan bir ahitname vermiştir. İşbu ahitname hâlen korunmaktadır. Bununla, Müslümanları devlet idaresinde üstün tutmakla beraber, bütün Hıristiyanlara şefkatle muamele edilmesi gerektiğini açık bir şekilde ifade etmiş oluyordu. Fâtih, sadece Katoliklere değil, Bogomil mezhebindeki Bosna Hıristiyanlarına da çok müsamaha göstermiş ve onların devlet hizmetine alınıp yetişmelerini sağlamıştır.[27] Hz. İsa’yı Allah’ın kulu olarak kabul etmeleri ve Hz. Muhammed’i teselli edici olarak tanımalarından dolayı Bogomiller, bir çok bakımdan Müslümanlara yakın idiler.[28] Türklerin vicdan hürriyetine hürmet göstermeleri, Türk âdetleri ile Boşnak âdetlerinin uyması, Bogomillerin Katolik kilisesinin ve Macarların zulmüne uğramış olmaları gibi etmenler, Bosna Bogomillerinin toplu olarak İslâmiyeti kabûl etmelerine sebep olmuştur.[29]
Bogomil mezhebine bağlı Boşnaklar, savaş kabiliyetleri, Macarları iyi tanımaları ve Papalığa karşı derin bir husumet beslemeleri sebebiyle, Macaristan ile yapılan savaşlarda etkin ve çok başarılı bir unsur olarak temayüz etmişlerdir. Boşnaklar, Osmanlı Devletinin kuzeybatı hududunu çoklukla yalnız başlarına müdafaa etmişlerdir. Serdarların emrindeki sipahilik teşkilâtına bağlı bulunan Boşnak askerleri ile Bosnadaki Yeniçeriler, Türk hâkimiyeti devam ettiği müddetçe, esas itibarıyla, sadakat ve fedakârlıkla saltanat makamına tâbi kalmış ve Bosna, Osmanlı Devletinin bir kalesi olmuştur.[30]
Osmanlıların Bosnayı fethetmelerinden hemen sonra, Bosnada kendilerine has bir düzen oluşturmuşlardır. Osmanlılar, fethedilen bölgelerde birer askerî-idarî birim olan sancak teşkilatını kurmuşlardır.[31] İlk önce, Bosna Sancağı(1463), sonra da sırasıyla Hersek Sancağı, Zıvornik Sancağı, Yenipazar Sancağı ve Kilis Sancağı kurulmuştur.[32]
Osmanlı Devleti, Bosnada kendi klâsik idarî ve siyasî yapısını oluşturmakla beraber, mahallî şartları da göz önüne alarak, ilâve yapıların oluşumuna izin vermiştir. Ana yapı itibarıyla, Bosna başlı başına bir beylerbeylik olarak teşkilâtlanmış ve başına üç tuğlu bir vezir getirilmeye başlanmıştır. Bunun altında, beş adet sancak teşkil edilmiş (Bosna, Hersek, Zıvornik, Yeni Pazar ve Kilis) ve başlarına merkezden gönderilen paşa rütbesinde birer sancak beyi konur olmuştur. Toprak da, tımar ve zeamet biçiminde hem Müslümanların, hem de Hıristiyanların işletmesine verilmiştir. Ancak, 18.yüzyılda bu düzen bozulmaya ve devlet arazisi, ileri gelen Boşnaklara “çiftlik” olarak verilmeye başlanmıştır.[33]
Tımar düzeni, bir yandan askerlik teşkilâtını güçlendirirken, diğer taraftan da üretimin artmasına vesile olmuştur. Hayvancılıkla uğraşan Eflak (Vılah-Ulah) adlı göçebeler ayrı bir düzene konmuş ve askerlik itibarıyla Voynuk sınıfına konulmuşlardır. Bu Ulahlar ve Hersek bölgesinde hayvancılıkla uğraşan diğer unsurlar boş topraklara yerleştirilerek bu alandaki üretim de arttırılmaya gayret edilmiştir.[34]
Zaman içerisinde, ayânlar ve kaptanlar gibi yerli ileri gelenlerden oluşan idarecilerin çıkmasına izin verilmiş ve bunlardan faydalanılma yoluna gidilmiştir.[35] Bu bağlamda, Osmanlı devleti, Bosnada, Kal’ay-ı Hakaniye Kaptanları adı verilen idarî bir düzen de kurmuştur. Kaptanlıklar, esas etibarıyla, hudut boylarında kurulur olmuştur. İlk kaptanlık, 1558’de Gıradişkada, ve en son kaptanlık da 1802’de Hutovoda kurulmuştur. Her kaptanlık belirli bir araziye sahipti ve arazi dâhilinde bulunan en büyük kalenin adına göre adlandırılırdı. Kaptanlar, başlangıçta, Sancak beyi veya beylerbeyi makamında oturan şahsın iradesi ile yerli halkın ileri gelenleri arasından seçilirken, daha sonra bu gibi kimselerin makamları, yetkileri ve toprakları aile içersindeki erkek çocuklarına verilmeye başlanmış ve mahallî zadegânın oluşumuna hizmet etmiştir.[36] Kaptanların vazifeleri arasında, hudutları muhafaza etmek, bölge çevresindeki yolları emniyet altında bulundurmak, kalelere silâh ve cephane temin etmek gibi işler sayılabilir.[37]
Fâtih Sultan Mehmet Bosna Sarayı şehrine bâzı yönetim ve vergi imtiyazlarını bağışlayan bir “maufname” vermişti. Zaman içerisinde, özellikle esnaf loncaları ve yeniçeriler tarafından kuvvetle desteklenen mahallilik talebi işte bu muafnameye dayandırılmıştır. Merkezî idare de, bunu tanımış ve şehrin baş yöneticisinin ahali tarafından seçilmesine izin vermiştir. Buna göre, şehrin ayanı olmak için şehirli herhangi bir vatandaş aday olabilir idi ise de, elbette ki Boşnak ileri gelenleri bu mevkiyi kimseye kaptırmamışlardır. Zamanla Mostarda da aynı türde bir yapılanma oluşmuştur. Ancak, bu mevki daima yerli toprak sahiplerinin elinde kalmıştır. Ne var ki, seçkinler arasında bu konuda bir seçim de söz konusu olmuştur.[38] Bosnanın bir serhat ülkesi olmasından ve kendisine has şartlarından doğan yapısından dolayı, oradaki ulema, esnaf, asker, halk, ve hatta devlete çok yararlı hizmetler etmiş bulunan kaptanlar ve ayanlar, devletle sıklıkla çatışmışlardır. Meselâ, merkez tarafından gönderilen bazı paşalar, makamlarına oturmaya fırsat bulamadan geri gönderilebilmişlerdir (1827 yılında, Hacı Mustafa Paşa ve Abdurrahman Paşa).[39] Öte yandan, 1771 yılında yapılan vergi artışlarına karşı Bosnada toplu bir direniş olmuş ve bu direnişin başını Saray Bosna esnafı çekmiştir.[40] Mostarda ise, 1768, 1796 ve 1814 yıllarında ciddi Müslüman direnişleri yaşanmıştır.[41]
Osmanlıların 1463’te Bosnayı fethetmesiyle birlikte, Bosna Sarayı, Foça, Mostar, Tıravnik ve Yeni Pazar gibi Osmanlı tarzı şehirler kurulmuş ve bu şehirlerde zenaat, sanayi, sanat, edebiyat ve ilim gelişmiştir.[42]
Osmanlı Bosnasında, memleket çapındaki ilk eğitim, mahalle mektebleri (Sübyan Mektebi) şeklinde düzenlenmişti. İlkokula sadece mekteb de denirdi. İlkokulun gayesi, okuyup yazmak, hesap, hat, Kur’an okumak, lüzumlu din ve Kur’an bilgilerini verebilmekten ibaretti. Çocuk 4 ilâ 6 yaşında mektebe verilirdi. Tahsil dört yıl sürerdi. Tek tür mektep yoktu. Zîrâ, mahalleye, şahsa veya vakıflara ait bir çok mektep vardı. Devlet, resmen bu işleri üstlenmemiştir. Birçok okulda çocuklara yiyecek, içecek, giyecek ve harçlık verilirdi.[43] İlköğretim medrese sisteminin dışındadır. Kur’an kursları, her mahallenin bağımsız olarak yürüttüğü ve çoklukla mahalle camisinde icra edilen bir faaliyet olmuştur.
Medrese ise, 19.yy başlarına kadar, Osmanlı devletinin diğer yerlerinde olduğu gibi, Bosnada da esas eğitim müessesesi olarak kalmıştır.[44] Her şehirde, hatta bâzı büyükçe kasabalarda bulunan medreseler, ortaöğretim veren müesseselerdir.[45] Yüksek medreseler ise Istanbul, Edine, Bursa gibi mahdut şehirlerde bulunuyordu.
Temel eğitimde dil, tercihan Türkçe olmakla beraber, mahallin şartlarına ve icaplarına göre değişirdi. Ancak, medreselerde eğitim Türkçe, Farsça ve Arapça olmak zaruretinde idi. Zirâ, büyük ve köklü bir kültürü icâb ettirdiği için, ilmiye ve kalemiye sınıfları, ülkenin her yerinde aynı şekilde eğitilirlerdi.[46]
Ülkede, Padişahtan sonra, en etkili güç ulema sınıfının elinde idi. Bosnadaki ulema, Osmanlının her yerinde olduğu gibi, Hıristiyan dinindeki ruhban gibi olmamıştır. Hâkimler ve profesörler hey’etini teşkil etmiştir. Bunlar idam edilemezler ve azlolunamazlardı.[47] Ulema da, tedris, kazâ ve meşihat olarak ikiye ayrılmıştı. Tedrisi müderrisler, meşihatı müftüler ve kazâyı kadılar yürütürdü. Bunlar, muhakkak Türkçe konuşur ve kayıtlar Türkçe tutulurdu.
Mahkemede resmî dil Türkçe idi. Gerektiğinde tercüman kullanılırdı. Mahkeme celseleri mutlak bir şekilde umuma açık, alenî olurdu. Kadılar aynı zamanda çok selâhiyetli birer belediye başkanı ve zabıtanın en yüksek âmiri oldukları için, askerî ve mülkî sınıf gibi kavuk giyerlerdi.[48] Kadı, belirli bir suçu olmadıkça azlolunamaz, ancak daha yüksek bir kazâya tâyin edilmek üzere, bulunduğu kazâdan alınabilirdi. Ticaret yapması yasaktı. Borç alıp veremez, hediye kabûl edemez, umumî zıyafetlerde bulunamazdı. Kadı, halîfe olan padişahın vekili olarak, onun adına adâlet tevzî ettiği için, kendisini sadrâzama tâbi saymazdı. Sadrâzam, kadının kazâya, adâlete ait işlerine, hüküm veriş şekline karışamazdı. İslâm dininde, doğrulukla hüküm vermek, Allaha inanmaktan sonraki en büyük inanç ve ibadet sayıldığı için, kadınınhükmü, her şeyin üzerinde telâkki edilirdi. Görev ve yetkileri itibarıyla, beylerbeyi, kadıyı ne azledebilmekte, ne de verdiği hükmü değiştirebilmektedir. Ancak, o da her vatandaş gibi, bir kadıyı şikâyet etmek için sadece Dîvana başvurabilmektedir.
Devletin her yerinde, ilmiyye sınıfından olan kadılar hâkimdir ve devleti onlar temsil etmektedirler. Zâbıta tamamen kadının emrindedir. Her kasaba ve şehirde, zâbıtanın başında askerî yetkilerle donatılmış subaşı ve onun emrinde asesbaşı ve asesler vardır. Ne var ki, zaman içerisinde, kadının belediye başkalığıı yetkilerini kaptanların ve âyânın ele geçirdikleri görülmektedir.
Osmanlı döneminde Bosnada meydana gelen en çarpıcı gelişme, Bosna Sarayı gibi yoktan kurulan ve olağanüstü gelişme gösteren şehirlerin ortaya çıkmasıdır. Meselâ, 1660 yılında Bosnayı ziyaret eden Evliya Çelebi, bu şehirde 17 bin hanenin, (80 bin 100 bin nüfusa tekabül eder) 104 caminin, 169 çeşmenin ve 1080 dükkanı ihtiva eden bir kapalı çarşının bulunduğunu ifade etmektedir. Kapalı çarşıda Hindistan, Arabistan, İran ve Bohemya’dan gelen mallar satılıyordu. Eviya Çelebi, ahalinin de güçlü ve sağlıklı olduğunu ve havanın da iyiliği sebebiyle al yanaklı olduğunu ilaveten belirtmektedir.[49]
Boşnaklarda sanat, Istanbulu taklid ederek gelişmiş ve hatta rekabet bile ederek yüksek bir klâsik çizgiyi 1888’e kadar muhafaza etmiştir. Yerli halkın, istisnasız olarak Boşnakça konuşuyor olmalarına rağmen, her türlü edebiyat Türkçe, Farsça veya Arapça ile yazılarak gelişmiştir. Bu zenginlik, günümüzdeki Saraybosna kütüphanelerine bir göz atmakla kolaylıkla teyid edilebilir. Meselâ, Sırpların şehri yakmağa başlamalarından kısa bir süre öncesine kadar, 1992 yılındaki tasnife göre, Osmanlı Bosnası döneminin eserlerinden, Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesinde 5000 adet, Şarkiyat Kurumunda 1762 adet ve Mllî Kütüphanede 478 adet mevcut idi. Bu kurumların Sırp topçusunun ateşiyle tahrib edilmesiyle işbu eserlerden kaçının yok edildiğini zaman gösterecektir. Bosnanın diğer şehirlerinde ve Istanbul, Kahire gibi büyük merkezlerde bulunanlar hakkında kesin bir bilgimiz olmamakla beraber, bunları sayısının yüksek olduğu tahmin edilmektedir.[50]
Bosananın yetiştirmiş olduğu sanatçıların ileri gelenleri, gerçekten birer zirve teşkil etmektedirler. Bunlar, devletin İslâm-Türk kültürüne önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bunlardan, Ahmed Sudi el Bosnevî (ö1598) Türkçe ve Farsça şiirler yazmış olduğu gibi, Şirazlı Sadinin Gülistan adlı eserini de Türkçe olarak şerh etmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, İslâmın Bosnaya gelmesinden yüz yıl gibi nisbeten kısa bir süre sonra, oralı bir şairin, Gülistanı şerh edecek kadar yüksek bir derecede Türkçe, Farsça ve Arapça dillerinin yanı sıra bunların kültür müktesebatını öğrenebilmesi ve serbestçe kullanabilmesidir.
Bosnalı seçkin sanatçılardan örnekler sıralayacak olursak, şu zirveleri görürüz: Hasan Efendi Pruşçak (ö1616) Miratül Hükema yazarı, Abdi el Bosnevi (ö1644) Türkçe ilâhiler yazarı, İbrahim Alaybegoviç Peçevi (ö1651) Türkçe Tarih yazarı, Mehmed Havaî Uskufî (ö1651) şair ve Boşnakça-Türkçe lûgat yazarı, Derviş Paşa el Bosnavi (ö1603) Farsçadan Türkçeye şiir çevirilerinin sahibi, Ahmed el Mostari Rüşdü (1699) şair ve divan sahibi, Mustafa Akhisarî (ö1755) itikadî ve ahlakî risaleler ile kahve üzerine bir risalenin sahibi, Mustafa el Mostari Eyuboviç, (Şeyh Yuyo, öl.1707) mantık, dilbilgisi ve kelâm üzerine 30 adet risalenin yazarı, Molla Mustafa Şevki Başeskiya (ö1809) Türkçe hatırat sahibi olan kişilerdir. Bunlar arasında, sanat dışında da önemli uğraşları olanlar vardır. Meselâ, İbrahim Peçevî, Macaristan eyeletinde görev yapan yüksek bir devlet memurudur, Derviş Paşa Bosna Beylerbeyidir, Şeyh Yuyo Mostar müftüsüdür, Mustafa Başeskiya Yeniçeri ocağında yüksek rütbeli bir subaydır. Mehmed Havaînin yazmış olduğu Boşnakça-Türkçe lûgat, Sılav dilleri üzerine yazılmış en eski lûgat olsa gerektir.[51]
Başnakların geliştirmiş olduğu aşk şarkıları (sevdalinka), ağıtlar, ilâhiler, kahramanlık hikâyeleri ve destanlar, İslâm-Türk-Boşnak kültür ortamının yüksek eserlerinden sayılmaktadır.
Hat, çini ve minyatür sanatları da Bosnada yaygın kabûl ve kullanım alanı bulmuştur. Bosna evlerine, camilerine, medreselerine, sebillerine, köprülerine, imaretlerine vs mimarî eserlerine bakarken, bugün bile, insan kendisini Bursada veya Istanbulda hissedebilmektedir. Bu eserlerdeki zarafet ve nefaset ise, hiç şüphe yoktur ki, Istanbuldakilerle yarışacak seviyededir.
Bosna, taa başlangıçtan beri, Sünnî ve Maturidî İslâmın bir yuvası ve kalesi olmuştur. Bu vasfı, bugün de devam etmektedir. İslâmın bir kolu olarak, tasavvuf ve tarikatlar da Bosnada kendilerine yer bulmuşlardır. Bu bağlamda, Nakşî ve Halvetî tekkeler halk arasında kabûl görürken, vahdetivücüt düşüncesinin bir taşıyıcısı olmasından ötürü, Bektaşilik pek hoş karşılanmamıştır. Hamzavî anlayışı da aynı sebeple itibar kazanamamıştır.
Yukarıdan beri anlatılanların ışığında hadiseye bakıldığında, fetihten sonra, Bosnada kişilerin ruhunda ve toplumun yapısında gerçek ve gönüllü bir ihtilâlin yaşanmış olduğu ve bunun sonucu olarak da İslâm-Türk-Boşnak hayat tarzının ortaya çıkmış olduğu anlaşılacaktır.
Öte yandan, doğan işbu yeni Bosna, Osmanlı devleti için önemli bir tarım, hayvancılık, ormancılık ve sanayi ülkesi olmuştur. Bosnada, tarım Hıristiyan ve Müslüman köylüler tarafından, hayvancılık çoklukla Ulahlar tarafından yürütülmüştür. İklimin, suların ve toprağın çok müsait olması sebebiyle de her iki uğraşının sonucunda elde edilen verim yüksek olmaktaydı. Bosnalı tüccarlar, deri, kürk, meyve, erik kurusu, tahıl, içki ve çeşitli madenler cinsinden olan mallarını Layipzik ve Viyana şehirlerine kadar götürüyor ve buna mukâbil dokuma ithâl ediyorlardı.[52] Her ne kadar Bosnanın madenleri daha fetihten önce bu dönemde hemen, hemen tükenmiş bir durumda idi ise de, Vareşteki demir madeni zenginliği itibarıyla önem ifade ediyordu.[53] Bosna, kereste başta olmak üzere, orman ürünleri de ihraç ediyor ve önemli bir gelir temin ediyordu.[54]
Gustav Tomele (Gustav Theommel) göre, Bosnanın 1864 yılındaki ihracatı 10 milyon altın lira ve ithalatı 8 milyon altın lira civarındadır.[55] Kalayın tespitlerine göre de, 1872 yılında, Bosnada 700.000-800.000 hektarölçüsünde ormanlık arazi mevcut idi.[56]
Boşnaklar, Osmanlı devletini kendi yurtları saymış ve bu devletin içinde Türklerle beraber ve iç içe yaşayıp hizmet etmişlerdir. Bosnaya yerleşen Türkler, muhtemelen asker, ulema, idare, ticaret, zanaat, sanat sınıflarına mensup idiler. Bunlar zaman içinde Boşnaklaşmışlardır. Bu gibilerden Çengiç, Mirâlem, Atlagiç, Ulamapaşiç, Skenderpaşiç, Lakişiç, Malkoç, Dugaliç, Burceviç ve Çaviç aileleri türemiştir.[57] Çengiç ve Burceviç aileleri çarpıcı özellikler taşır: Çengiçler baba tarafından Akkoyunlu hanedanına, baba tarafından Osmanlı hanedanına mensupturlar[58]; Burceviçler ise Türk Burçoğulları boyuna mensuptur ve bu itibarla Mısır Memlûkları ile de akraba olurlar.
Boşnaklar, Bosnada, Hersekte, Dalmaçyada, Hırvatistanda çoklukla kendi başlarına kaleler ve topraklar almışlar, kaleler ve şehirler kurarak devleti güçlendirmişlerdir. Birer kahramanlık destanı şeklinde cereyan etmiş olan bu seferlerin bâzısı çok büyük kayıplara mâl olmuştur.[59]
Boşnak ordusu, Osmanlı devletinin hemen, hemen bütün harplerine de iştirak etmiş, şehit vermiştir ve zaferlere ortak olmuştur. Bu bağlamda İran, Mısır, Kırım, Buğdan, Lehistan ve Erdel harpleri zikredilebilir. İran harbinde 5000, Özü savunmasında 9000 Boşnak şehit olmuştur. Boşnak ordusu, Belgrad, Böğürdelen, Semendire, Fethülislâm, Osiyek, Sisak, Vukovar, İstolni Belgrad, Buda, Eğri, Peçuy, Kanije, Estergon, Zigetvar, Siklos, Uyvar kalelerinin fethide, Viyana kuşatmalarında, Mohaç meydan muharebesinde canla ve şanla hizmet etmiştir.[60]
1463ten itibaren, Bosna, Osmanlı devletinin uç bölgesi olmakla, Sava bölgesinde Avusturyanın ve Dalmaçya bölgesinde Venediğin ve Fransanın hedefi olmuş ve birçok defa yakılıp yıkılmıştır. Bu mücadele boyunca, Avusturya orduları, bir çok defa Bosnaya saldırmıştır. Meselâ, bu seferlerde, 1697 yılında Saraybosna şehrini yakmış, 1736 yılında Banya Luka şehrini kuşatmış, 1790 yılında Dubçe kalesini düşürmüştür.[61] Bu savaşlarda Boşnakların kayıpları on binlerle sayılmaktadır. Herseg Novi ve Kilis kaleleri için Boşnaklar Venedikle birçok defa savaşmışlar ve kale bir çok defa el değiştirmiştir. Napolyon döneminde, Venedik Fransa tarafından ortadan kaldırılınca, Dalmaçya Fransa tarafından işgâl edilmiş ve Bosna içlerine seferler edilmiştir.[62]
Devlet, Boşnakların Hırvatistan, Macaristan ve kuzey Sırbistan bölgelerine yerleşmelerini teşvik etmiştir. Bu sebeple Macaristandaki zaimleri hepsi Boşnak idi ve orada Boşnakça konuşulurdu. Macaristandaki Osmanlı erkânı Boşnakça konuşurdu.[63] Budim, zamanın Boşnakça konuşulan en büyük şehri sayılmıştır.[64] Bu yüzden, oralar elden çıkınca, Boşnaklar, Macaristanda ve Sırbistanda büyük katliama uğramışlar ve kitleler hâlinde Bosnaya sığınmak zorunda kalmışlardır. 1686 yılından sonra, Macaristandan ve Slavonyadan 130.000 Boşnak muhacirin Bosnaya iltica etmiş olduğu yazılmaktadır.[65] Kaç kişinin öldürülmüş, kaç kişinin de Katolik yapıldığı belli değildir.
Gerek Osmanlı develetinin fetih döneminde, gerekse de çekilme döneminde, Frenklerin Boşnaklara karşı olan şaşmaz uygulaması, zulüm, işkence, yağma, zorla din değiştirme ve kitle hâlinde öldürme olmuştur. Meselâ, 1702 yılında, yılbaşı yortusunun gecesinde, Karadağdaki bütün Müslümanlar öldürülmüştür.[66]
Nihayet, Berlin Barış Toplantısında Bansa-Hersek vilâyeti Avusturya-Macaristan devletinin idaresine terk edilmiştir. Ancak, Boşnaklar buna direndiği için Avusturya ordusunun Bosnaya girişi kanlı olmuş, ciddî kayıplara yol açmıştır. Bu tarihten itibaren, Boşnaklar kitle hâlinde Türkiyeye göç etmeğe başlamışlardır. Bu vesile ile Boşnaklar, Edirne, Kırklareli, Çanakkale, Çorlu, Istanbul, Kocaeli, Sakarya, Bolu, Eskişehir, Bursa, Balıkesir, İzmir, Manisa, Aydın, Ankara, Konya, Malatya, Adana, Antalya, Kars, Erzurum, Hopa, Samsun, Suriye, Lübnan, Arabistan, Mısır ve Trablus vs bölgelere yerleştirilmişlerdir. Bu vesileyle 100.000 ile 300.000 arasında bir muhacirin Türkiyeye gittiği yazılmaktadır.[67] 1910-1921 döneminde ise, 300.000 kişinin ülkeyi terk etmek zorunda bırakılmış olduğu belirtilmektedir.[68]
Balkan savaşı ile 1. ve 2. Dünya savaşları sırasında Boşnaklar, Türklerle akraba olmalarından ötürü her türlü zulme tâbi tutulmuşlar ve kitle hâlinde öldürülmüşlerdir. Bu yüzden de yine Türkiyeye sığınmak zaruretinde kalmışlardır.
1992-1995 Bosna İç Savaşı
Nihayet, 1990 yılında Komünist Yugoslavyada düzen zayıflamağa ve bozulmağa başlayınca, eskiden beri Bosna ile hesabı olan bâzı devletler ülke içindeki tezatları kaşımağa ve kanatmağa, kendilerine hizmet eden kişiler ve kuruluşlar yolu ile karmaşa ve kargaşa oluşturmağa, çeşitli yollardan Slovenyaya ve Hırvatistana silâh ve mühimmat vermeğe başlamışlardır. Tarihe bakılacak olunursa bunların kim olduğu kolaylıkla teşhis edilecektir. Yugoslavya ordusu ise tamamen Sırpların ve Karadağlıların yönetiminde idi. Ortada, teşkilâtsız ve silâhsız olan sadece Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar ve Türkler gibi Müslümanlar vardı. Konum itibarıyla da Boşnaklar, her türlü imkâna sahip olan Sırplarla Hırvatların arasında kalmışlardı. Eski rekabetler ve husumetler Batı tarafından iyice sivriltilmiş olduğu ve Müslüman düşmanlığı yeniden hortladığı için nefret hastalığına tutulmuş dünkü komşular, biden bire Müslümanlara saldırmağa ve öldürmeğe, yağmalamağa ve yakmağa başladılar.
1992-1995 döneminde Bosna-Hersekte yaşanmış olan facia, Avrupanın korkunç yüzünü bir kere daha gün ışığına çıkarmıştır. Orada yaşanmış bulunan vahşet, Avrupalı güçlerin gözleri önünde ve açıktan işlenmiştir. Bu vahşet yaşanırken, Avrupalı güçler sadece nüfuz bölgelerindeki çıkarlarının peşinde hareket etmişler, insanlıktan ne kadar yoksun olduklarını ortaya koymuşlardır. Bir konuda haklarını yememek lâzım: münasip bir zamanda, Sırplar, Hırvatlar veya Yunanistan gibi ülkelerden gelmiş olan psikopat milis birlikleri tarafından işkence ile boğazlanmak üzere Boşnakları besledikleri ve ülkelerini savunmak yerine, kaçmak isteyen Boşnaklara sığınabilecekleri yer sağladıkları bir vakıadır. Bu arada, sadece savunmasız Boşnaklara etkili olacak bir silâh ambargosu koymayı da ihmâl etmemişlerdir. Elbette ki, Avrupalı güçlerin vahşeti, Bosna ile sınırlı değildir; Yukarı Karabağ gibi bölgelerde de aynı vahşet işlenmektedir. Bu savaşta 200.000 bin Boşnağın öldürülmüş, binlerce evin yakılmış, Boşnaklar toplama kaplarında açığa ve zulme uğramış, binlerce kadına tecavüz edilmiştir.
Esasen, bu tutum nevzuhur değildir; hazretlerin eski huyudur, taa kadim zamanlardan kalan. İşbu katliam katliamlar ve kan içicilik, gerektiği zamanlarda, Aziz Bartelmi Yortusu, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları gibi zamanlarda olduğu üzere, kendi aralarında da revaç bulmuş idi. Daha da bulacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın. Avrupa’nın Osmanlı Devleti ile 1600’lü yollardan itibaren yürüttüğü mücadelede, Balkan milletlerine adam boğazlamayı, Müslümanları yağmalamayı, öldürmeyi ve sürgüne göndermeyi ve benzeri zulümler Avrupanın kurumları öğretmiştir. Çeşme, Navarin ve Sinop limanlarında demirli bulunan Osmanlı donanmalarının birer baskınla yakılması bu hilekâr zihniyetin birer iğrenç resmidir. Amerikalı yazar Jastın Mıkkarti ( Justin McCarty), 1820 ile 1920 yıları arasındaki yüz yıllık bir süre içerisinde, Balkanlarda ve Kafkasyada beş buçuk milyon Müslümanın ölmüş olduğunu ve milyondan fazlasının da Anadolu’ya kaçmak zorunda bırakılmış bulunduğunu yazmaktadır.[69]
Bosnadaki kurtuluş savaşı boyunca, meşru hükümetin başında rahmetli Aliya İzetbegoviç bulunmuş ve savunma için insan üstü çabalar sarf etmiştir. Bosnada zulüm ve vahçet işleyen soydaşları ile savaşmak üzere, Bosna Ordusuna katılmış olan Hırvatları ve Sırpları hayırla ve şükranla yâd etmek gerekir. Bu ordu, insan gücü ve her türlü donanım bakımından tam güçlü hâle geldiği ve tecavüzcülerin hadlerini bildirmeğe başladığı zaman, Batılı sömürgeciler her türlü oyunlarla ve tehditlerle ortaya fırlamış ve Bosna, Hırvatistan ve Sırbistan devlet başkanlarını ABDndeki bir askerî üsse kapatıp korkunç bir antlaşma dayatmışlardır. Sözüm ona işbu Deytın Barış Antlaşmasından on altı yıl geçmiş olmasına rağmen, ne uygulamanın yöntemi, ne de hedef değişmiştir: Boşnaklık ve Boşnaklar yok edilmek istenmektedir. Bu bağlamda, Boşnaklar işsiz bırakılmakta, evleri Sırp ve Hırvat denetimi altındaki bölgelerde bulunan Boşnaklar evlerine dönememekte, gençlik fuhuşa, içkiye ve uyuşturucuya alıştırılmakta, Boşnakların başka ülkelere göç etmeleri için kolaylıklar sağlanmakta, vatanlarını savunmak uğrunda sakat kalmış olan eski muharipler başta olmak üzere, bütün vatanseverler süründürülmekte ve analarından emdikleri süt burunlarından getirilmektedir. Cumhurbaşkanı sıfatını dahî taşıyanlar dâhil olmak üzere ( Meselâ, sayın Ethem Bıçakçiç hâdisesini hatırlamakta fayda vardır), devletin başında bulunan kimseler olmadık bahanelerle görevlerinden alınmakta ve mahkemelerde süründürülmekte, eğitim düzeninin içinde uygulanan müfredatla Boşnak kimliği yok edilmek ve savaşın zulmü unutturulmak istenmektedir. Meselâ, Hırvat topçusunun yıkmış olduğu Mostar Köprüsü, sırf bu amaçla tamir ettirilmiştir.
Avrupa ve şakirdleri, tam bir psikoterapiden geçip, düşünce kalıpları insanî esaslar üzerine oturtularak yeni bir psikososyal kişilik kazanmadıkça, Balkanlara ve hatta bütün Dünyaya huzurun gelmesi mümkün değildir.
Hâlen Avrupanın güdümünde olan sıkıntıların yakında bitmesi mümkün gözükmemekle beraber, insanlık idealinin büyük temsilcisi ve samimî uygulayıcısı olan Türklerin, kardeşleri olan Boşnakların elinden muhakkak tutacaklarından ve karşılık beklemeden her türlü yardımı sağlayacaklarından kimsenin şüphesi olmamalıdır. Türkiye Cumhuriyetinin eksik bırakmak zorunda kalmış olduğu işler, Türk Milleti tarafından ikmâl edilecektir. 1993 yılında Bayburtun Yukarı Üzengili Köyünde zelzelede hayatı kurtulan ve adını bilmediğim bir hanım kardeşimizin, yıkıntıların altından çıkar çıkmaz, “Allah, beni kurtardığı gibi Bosnayı da kurtarsın” sözleri, hem bir niyetin, hem de millî kararlılığın ifadesi olarak anlaşılmalıdır.
Bu felâket sırasında, Türkiye, birçok yardımı sorgusuz sualsiz ve anında yapmıştır. Meselâ, Türkiye, binlerce mülteciyi misafir etmiş, yüzlerce Boşnak gencine eğitim ve öğrenim imkânı sağlamış, Bosnaya gıda ve nakit para yardımında bulunmuş, BM koruma gücünün oluşumuna katkıda bulunmuş, Bosna Ordusuna mensup askerleri eğitmiş, hastaların ve yaralıların tedavisi için Boşnaklar için özel bir hastane tahsis etmiş, milletler arasındaki siyaset alanında Bosnayı dâima desteklemiş ve sahneye çıkıp haklarını savunmaları için Boşnak siyasetçilerini öne çıkarmıştır. Türklerin kişi olarak yaptıkları yardımları ve verdikleri desteği ise yalnızca Hâlik bilecektir. Bu uğurda emeği geçen siyasetçileri, askerleri, memurları, gönüllü kuruluşların yöneticilerini ve üyelerini ve sessizce yardımda bulunan necip milletimizin fertlerini şükranla ve hürmetle selâmlıyorum.
Burada, Bosna ve şerefi çiğnenen insanlık için savaşmış herkesi selâmlamaktan büyük bir şeref ve mutluluk duymaktayım. Bosnanın siyasetçileri ve Bosna Ordusunun başbuğları, aşağı yukarı iyi bilinmektedir. Yalınız, ilk Genel Kurmay Başkanı General Hasan Efendiç pek az tanınmaktadır. Bu general, daha önceleri kendisini sadece Yugoslav olarak tanımlarken, gelişen facianın etkisiyle, Boşnak köklerine sarılmış ve meşru hükümetin ordusunu kurmada ve silâh temin etmede büyük hizmetler etmiştir. Bildiğim kadarıyla, diyebilirim ki, Hasan Efendiç olmasaydı, Bosa Ordusu da olamazdı. Bu itibarla, burada kendisini şükranla anıyor ve selâmlıyorum. Allah, hayırlı ve Salih ömürler nasib eylesin. Yapılanı balık bilmiyebeilir, ama Hâlik elbette biliyordur. Esas, şükran ve selâm ise, adsız şehitlere olsa gerektir. Onları huzurunda hürmetle eğiliyorum!
 
[1] Prof.Dr.Mustafa Kahramanyol, TC Başbakanlık Baslkan İşleri Eski Koordinatörü, [email protected]
[2] Enver İmamoviç (Enver İmamovic), Porijeklo i Pripadnost Stanovniştva Bosne i Hercegovine, ART 7, Sarayevo, 1998, s. 5-30.
[3] Ami Boue, La Turquie d’Europe, Arthur Bertrand, Paris, 1840, s. 20.
[4] Vıladimir Çoroviç (Vladimir Corovič), İstorija Srpskog Naroda, C.1, Glas Srpski, Banja Luka, 1997, s. 30
[5] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia- A Short History-, Pan Boks, London, 2002,s.6
[6] A.g.e., s.6
[7] A.g.e., s.7. “Hırvat” adı efsanelere göre eski bir başbuğun adıydı, kökeni Slavca olmayıp Farsça bir kelimedir, ayrıca Sırp adının kökeni da muhtemelen İranlı dillerinde aranmalıdır. Bu durum, her iki halkın Slav olmadığı anlamına gelmez, muhtemelen Sarmatlar gibi İranlı kökenli kavimlerle beraber olmasından kaynaklanıyor.
[8] Vıladimir Çoroviç (Vladimir Corovič), İstorija Srpskog Naroda, C.1, Glas Srpski, Banja Luka, 1997, s. 84.
[9] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia- A Short History-, Pan Boks, London,2002, s.6.
[10]A.g.e., s. 8
[11] Divan-ı Lûgat-it Türk, Çeviren: Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2006, s.75
Öte yandan, bâzı yazarlar, Bosna adının “Besa” adlı bir kavimden kaynaklandığını ileri sürerken, başka araştırmacılar Bosna’nın ismini “bos” adlı bir İlirya sözcüğünden aldığını, bunun da “akan nehirlerin toprağı” anlamına geldiğini öne sürerler. Farklı bir teoriye göre de, Bosna, adını “Bistue Nova” adlı Travnik ile Zenice arasında bulunduğu zannedilen Romalı piskoposluk merkezinden almıştır. Bir basika düşünceye göre, Bosna,adını muhtemelen nehirlerin varlığından almıştır. Roma kaynakları da, “Bathinus flumen” veya İliryalı tabiriyle “Bassinus” nehrinden bahsetmektedirler ki bunun da anlamı gene “akan sular” demektir. Bkz.Mustafa İmamovič, Historija Bosnaka, 1. basım, Saraybosna: Preporod, 1998 s.24, İmamoviç, Porijeklo…, s. 31-32.
[12] Çoroviç, a.g.e., s. 186.
[13] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia- A Short History-, Pan Boks, London,2002, s.10-11
[14] A.g.e. s.13
[15] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia- A Short History-, Pan Boks, London,2002, s. 27-39
[16] A.g.e., s.27-50
[17] A.g.e., s.23
[18] A.g.e., s.38
[19] A.g.e., s.25
[20] A.g.e.,s.25
[21] A.g.e.,s.26
[22] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia- A Short History-, Pan Boks, London,2002, s.26
[23] A.g.e., s.26
[24] Muhamed Hacıyahiç (M.Hadzijahic), ‘O Nestajanju Crkve Bosanske’. Pregled, C. LXV., 1975, ss. 11-12.
[25] Saffet Başagiç (S. Bašagic), Kratka Uputa u Prošlost Bosne i Hercegovine, Vlastita Naklada, Sarajevo, 1900, s.16.
[26] Enver İmamoviç (E. İmamović), Porijeklo i Pripadnost Stanovnistva Bosne i Hercegovine, ART 7, Sarayevo, 1998, s.127.
[27] Adem Hanciç (Adem Handžic), İslâmizacija Bosne i Hercegovine i Porijeklo Bosansko-Hercegovackih Muslimana, İslâmska Dionicarska Štamparija, Sarajevo, 1940, s.20-21; Bojić, a.g.e., 38.
[28] “Bunlar, İsa’nın son aksam yemegi esnasında havarilere gelisini müjdeledigi (teselli edici) Ruhu’l- Kuddüs’ün Muhammed oldugunu inanıyorlar. Keza paskalyadan elli gün sonra Ruh’ul Kuddüs’ün havarilerin üzerine inmesini de Muhammed’in zuhuruna bir alamet, bir haberci görmektedirler. İncil’de “Paraklitt” (teselli edici) tabirinin geçtigi her üç yerde onu, yeni peygamber olan Muhammed ile izah ediyorlar .” Tayyib Okiç, “Balkanlarda Bogomilizm Hareketi ve Bunun Bir Araştırıcısı, Aleksandar Vasilević-Solovyev”, İslamî Tetkikler Enstitüsü Dergisi. V/1-4. s.212.
[29] Adem Hanciç (Adem Handžic), İslâmizacija Bosne i Hercegovine i Porijeklo Bosansko-Hercegovackih Muslimana, İslâmska Dionicarska Štamparija, Sarajevo, 1940, s.20; İslam tarihi içerisinde ilk defa 36.000 bin kisi kendi istegiyle toplu olarak İslam’ı kabul etmistir. Hanciç, a.g.e., 21
[30] Suadin Sıtraşeviç (Suadin Straševıc), Verske Prilike u Srednjovjekovnoj Bosni i Prihvatanje İslâma na Njenom Tlu, DJL Europrint, Banovici, 1999, s.80; Ömer Bosnavî, Bosna Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1979, s.121, 21.
[31] Avdo Suceska, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bosna”, Prilozi,Orijentalnu Filologiju Vol. 30, Orijentalni İnstitut U Sarajevu, Sarajevo, 1991, s.435.
[32] Şenol Alparslan, Bosna’da Türk Kültürünün İzleri,Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2006, s.26.
[33] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia, a Short History, McMillan General Books, London, 1996, s. 93
[34] Branislav Curdev (Branislav Djurdev), “Bosna Hersek”.Diyanet İslâm Ansiklopedisi, TDV, İstanbul, 1992, s.298.
[35] A.g.e. s.90
[36] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1964,s.84
[37] www.zemljabosna.com.
[38] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia, a Short History, McMillan General Books, London, 1996, s.92
[39] A.g.e. s.120,121
[40] A.g.e. s.91, 92
[41] A.g.e. s.92
[42] Kadir Albayrak, Bogomilizm ve Bosna Kilisesi, Baki Kitabevi, Adana, 2004, s.202-203.
[43] Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi”, Ötüken Yayınevi, Istanbul, 1977, cilt 10, s. 308-309
[44] Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi”, Ötüken Yayınevi, Istanbul, 1977, cilt 10, s. 291-292
[45] A.g.e., cilt 10, s.291
[46] A.g.e., cilt 10, s.237
[47] A.a.g.e., cilt 10, s.237
[48] A..g.e, cilt 10, s.238
[49] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia, a Short History, McMillan General Books, London, 1996, s. 96
[50] A.g.e. s.101
[51] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia, a Short History, McMillan General Books, London, 1996, s. 102-104
[52] A.g.e. s.97
[53] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia, a Short History, McMillan General Books, London, 1996, s.97
[54]Tomislav Kıralâçaç ( Tomislav Kraljacac ), Kalajev rezim u Bosni i Hercegovini, 1882-1903, Biblioteka Kulturno Nasljede, Sarajevo, 1987, s.36
[55] A.g.e. s.36
[56] A.g.e. s.38
[57] Mustafa İmamoviç, Historija Boşnjaka, Boşnjacka Zajednica Kulture, Sarajevo, 1996, s.156
[58] Adil Zulfkârpaşiç (Adil Zulfikarpaşiç), The Bosniak, Hurst and Company, London, 1998,s.3
[59] Mustafa İmamoviç, Historija Boşnjaka, Boşnjacka Zajednica Kulture, Sarajevo, 1996, s.226-304
[60] A.g.e. s.229
[61] A.g.e.
[62] A.g.e.
[63] Halil İnalcık, Doğu Batı Makaleler 2, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2008, s.57
[64] Mustafa İmamoviç, Historija Boşnjaka, Boşnjacka Zajednica Kulture, Sarajevo, 1996, s.279
[65] Noel Malcolm, Bonsia A Short History, Macmillan General Books, London, 1996, s.83
[66] Mustafa İmamoviç, Historija Boşnjaka, Boşnjacka Zajednica Kulture, Sarajevo, 1996, s.291
[67] Noel Malcolm, Bonsia A Short History, Macmillan General Books, London, 1996, s.140
[68] A.g.e.,s.163
[69] Castın Mıkkarti (Justin McCarthy), Death and Exile, The Darwin Pres Inc., Princenton, 1996, s.1.

Bosnanın Osmanlı Devletinin İçindeki Yeri ve Avrupanın Bosnaya Karşı Olan Tutumu
Prof.Dr.Mustafa Kahramanyol[1]
Osmanlı Döneminden Önceki Bosna-Hersek Tarihine Bakış
Balkanların kalbinde yer alan, kültür ve dinlerin kesişme noktasında bulunan, birçok defa dünya tarihinin akışını önemli biçimde etkileyen ve Bosna-Hersek olarak adlandırılan bölgenin tarih içindeki gelişimi hakkında bilgi vermek, diğer gelişmeleri anlayabilmek açısından önemlidir. Bosnanın tarihinde yer alan en önemli hadise, içerideki halklar arasındaki çatışmalar ile dış güçlerin sürekli müdahalesidir. Bosna’nın kadîm tarihinin dikkatle incelenmesi sonucunda, mevcut durumun, Bosna’nın ilk zamanlarından bugüne devam eden ve bölgeyi bir salgın gibi saran devamlı savaşlar, şiddet, ayırımcılık ve ayrılıkçılık, zulüm ve göçler gibi felâketlerin varlığına bağlı olduğu söylenebilir.
Milâttan önceki dönemlerden başlayarak, Boşnakların yaşadığı topraklar, İlir, Kelt, Got, Pers, Hun, Avar, Peçenek, Sılav ve Türk boyları gibi birçok farklı soya, geçici veya kalıcı olarak ev sahipliği yapmıştır. Bu topraklar, siyasî olarak, Roma İmparatorluğu, Bosna-Hersek Kırallığı (1377-1463), Osmanlı Devleti (1463-1878), Avusturya-Macaristan Devleti (1878-1918), Yugoslavya Kırallığı (1918-1945), Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti (1945-1992) ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti (1992-1995) ve Deytın Antlaşmasından sonra oluşan çok karmaşık bir siyasî yapının yönetimlerinde kalmıştır. Tarih açısından bakıldığında, Bosnada, mahallî bir devlet olarak ota çağdan bu güne kadar, sürekli olarak var olmuştur.[2]
Bosna adıyla bilinen toprakları, Roma hâkimiyeti altında iken, kısmen Dalmatia, kısmen Pannonia vilayetlerin dâhilindeydi. Roma işgâlinden evvel, bölgede hem Kelt, hem İliryalı kavimlerin yaşadığı söylenmektedir.[3]
M.S. 395 yılında, Büyük Teodosiusun ölümüyle, Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı olmak üzere, iki kısma ayrılmıştır. Başlangıçta, imparatorluğun bütünlüğü savunulmuşsa da siyasî olaylar ve kültür gelişmeleri bu ayrılışı pekiştirmiştir. Bosna, bu paylaşımda, imparatorluğun batı kısmında ve zaman içinde de Lâtin-Katolik etkisinin altında kalmıştır.
Kavimler göçü sırasındaki Bosnanın halk ve kültür yapısı hakkında kesin bilgiler mevcut değildir. Bosna tarihi ile ilgili en eski kaynaklar, Sılav kavimlerinin Balkanlara inişi döneminden itibaren yazılmıştır.[4] Kavimler göçü sırasında, Cermen kavimlerden olan Gotlar, M.S. 3. yüzyılda Balkanları istilâ etmiş ve ancak uzun süren savaşlardan sonra Romalılar tarafından geri püskürtebilinmiştir. İlirya eyaleti, İmparator Justinianus tarafından 6. yüzyılın ilk yarısında Doğu Roma İmparatorluğuna eklenince, Bosna Ortodoks kültür çevresinde yer almıştır
Hıristiyanlık, M.S. 1. yüzyılından itibaren Bosna bölgesine girmeğe başlamıştır. Yine de, bölgenin nisbeten ana ticaret yollarından uzak olması, güçlü bir kilise teşkilâtının kurulamamasına sebep olmuştur.
Sılavlar, Avarlarla beraber gelip, bölgeye MS 550 yıllarından itibaren yerleşmeye başlamışlardır. Sılavların ne zaman Avarların etkisinden uzaklaşıp kendi siyasî teşkilâtını kurduğunu söylemek pek zordur. Avar devletinin karakteri göz önüne alındığında, kesin bir ayrılıktan bahsetmek zaten mantıklı gelmemektedir. Bu konfederasyonda, askerî yeteneklerinden dolayı, Avarlar üst sınıfı teşkil etmiş ve hem Sılavlarla beraber, hem de müstakil olarak Bosnaya yerleşmişlerdir. Bâzı yer adlarından (Obri, Obruk, Obrobas) hareket ederek, Avarların uzun müddet için Bosnada varlıklarını koruduğu anlaşılmaktadır[5] Bu durum, Hunlardan sonra Bosnaya gelen ve yerleşen ikinci büyük Türk kavminin Avarlar olduğu anlamına gelmektedir. Günümüzde, Avarların Bosnadaki sanı, Türk-Avar kökenli olan yer adlarının sayesinde muhafaza edilmektedir.[6]
Sılavların Kafkaslardan ve Karadenizden gelerek, MS 550–650 yılları arasında Balkan yarımadasının bütününe yerleştikleri ve sayı bakımından, Sılavların Avarlardan çok daha kalabalık oldukları söylenmektedir. Sılavlarda Sırplar ve Hırvatlar, eş zamanlı olarak yeni memleketlerine yerleşip, Balkanlar ve bizzat Bosna-Hersek tarihi için etkili bir siyasî ve içtimaî oyuncu rolünü üstlenmişlerdir. Her iki halk, ortak bir geçmişe sahiptir. Dil bakımından benzer özelliklere sahip olmalarına rağmen, bugünkü Sırpça ve Hırvatça dilleri birbirinden oldukça farklıdır.[7] Sılavlar genellikle tarım ve hayvancılıkla meşgul olmuşlardır. Yöre halkının, yâni kısmen Romalılaşmış olan İliryalı kavimlerin âkıbeti hakkında çeşitli varsayımlar mevcuttur ve umumî olarak kabûl edilen görüşe göre, onlar zamanla Sılavlarla kaynaşıp asimile olmuşlardır.[8]
Arnavutça ve Makedoncanın aksine, Boşnak dilinde, bu eski yöre halkının dil kalıntıları mevcut görünmemekle beraber, tende dövme gibi bâzı folklorik âdetlerde eski yerleşimcilerin örf ve âdetlerinin kısmen de olsa devam ettiği söylenebilir.[9]
Nasıl olursa olsun, Sırplar ve Hırvatlar, eski yurtları olan Kafkaslardan hareket edip, kavimler göçü sırasında, başka Sılav unsurlarla beraber, Balkanlara indikten sonra, Bosnayı mekân olarak tutmuşlardır. Sırp kavimleri, bugünkü Sırbistan, Karadağ ve Hersek bölgelerine yerleşirken, Hırvatlar Dırina vadisinin doğusunda olmak üzere, Bosnaya ve Hırvatistana yerleşmişlerdir. Yerleşim yerlerinin, gerek bölge ve gerekse de birim itibarıyla, kesin olarak birbirlerinden ayrılmadığı bilinmelidir. Yâni, Bosnada saf Hırvat, ya da saf Sırp bölgelerden söz etmek mümkün değildir. Üstelik, yerleşim süreci sırasında, eski İliryalıların, Romalılaşmış unsurların, Avarların, Ulahların ve başka unsurlarının da yavaşça yeni nüfusla kaynaşma ihtimal ve imkânının yüksek olması gerektiği göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla da, Bosna halkının bir bütün olarak sadece Sılavlardan ibaret olduğunu söylemek çok yanlış olur. Daha evvel putperest olan Bosna halkı, Bizans misyonerlik faaliyetlerin bir sonucu olarak, yüzeyden de olsa, 9. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlığı benimsemeye başlamışlardır. Demek ki, Hıristiyanlığın, Bosnadaki coğrafi şartlardan dolayı, gecikmeli de olsa, 9. ve 10. yüzyılda yaygınlaştığı söylenebilir.[10] Yalnız, daha çok siyasî sebeplerden ve saiklerden ötürü, Hırvatlar ekseriyette Katolik mezhebini, Sırplar ise Ortodoks mezhebini seçmişlerdir. Bir kısım halk ise Bogomil mezhebini tercih etmiştir. Bu durum, hem o zamanki, hem de günümüzdeki itilâfların temel sebebi olmuştur.
Boşnakların bir kısmı, bir yandan Hıristiyanlığı benimserken, öbür yandan da putperestlikten kalma örf ve âdetlerinin bir kısmını da muhafaza etmişlerdir. Hatta, Bogomil ve Pataren inançlarına değer vermelerinin temelinde, bu örf ve âdetler de yatıyor olabilir. Öyle ki, bu örf ve âdetlerin, İslâmiyetin kabûlünden sonra dahî, tamamen ortadan kalkmadığı söylenebilir. Bu örf ve âdetler ise, Orta Asya örf ve âdetleri ile çok benzerlikler göstermekte olduğundan, işbu Bogomil taifesinin Hun-Avar-Peçenek-Kuman kökenli olma ihtimali zayıf değildir. At mezarları, büyük ve süslü mezar taşları, Gusle adı verilen ve at kılından tel ve yay ile çalınan bir tür kopuzun mevcudiyeti gibi unsurlar bunun işaretlerindendir. Gusle adı verilen çalgı âleti, hem yapı, hem de kullanılış tarzı itibarıyla Orta Asyada kullanılmakta olan ve atlı kavim kültürünün önemli bir unsuru olan Kopuza çok benzemektedir. Bu bakımından, üzerinde ciddiyetle durulmasında fayda vardır.
Bosna adı konusunda birçok varsayım vardır. Bu adın Türklükle ilgisinin olması da muhtemeldir ve Divan-ı Lügat-ı Türkte de “zırhı olmayan savaşçı anlamına gelen “Başnak er” diye bir tâbir vardır.[11]
Bosna toprakları, bir müddet Avarların hâkimiyeti altında kaldıktan sonra, Sılav kavimlerinin bu bölgede gittikçe daha güçlü bir konum kazandığı bilinmektedir. Fıranklar, meşhur hükümdarları I.Karlın önderliğinde (Şarlman), MS 805 yılında Avarları yenilgiye uğratıp, doğu ve güney doğu hudutlarındaki bölgeleri de kontrol eder hâle gelmişlerdir. Ras, Dukle ve Hersek civarlarında ise, Sırp “jupanları” diye bilinen kabile reisleri hâkimiyet kurmuşlardır. Öte yandan, MS 928 yılında ölen ve ilk defa bir Hırvat krallığı oluşturmuş olan Kıral Tomislav da Bosnanın bâzı kısımlarına sahip olmuştur. Daha sonra ise, Bosna, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Bizansın üst hâkimiyetini olarak tanımış olan Sırp kırallığının idaresi altına kısmen girmiştir. “Bosna” adının tarihî kayıtlarda kullanılışı o döneme denk gelmektedir.[12].
Bosna, MS 960 yıllarından itibaren, yine Hırvat hâkimiyeti altına girmişse de, kimi zaman Sırp, kimi zaman da Hırvat beylerinin hâkimiyeti altında olmuştur. Bu arada, Macarların da Bosnaya hâkim oldukları dönemler olmuştur. Genel olarak, Bosna erken Ortaçağ sırasında, Bizans kültürünün ve siyasetinin etkisi altında kalmıştır.[13]
Bosnanın bir devlet olarak anılması, Ban Kulin ile başlar (1180-1204). Ban Stefan Kotromanoviç (1322-1353) ve Kıral Stefan Tıvırtko (1353-1359), Bosna devletini genişleten ve güçlendiren başbuğlar olmuşlardır. [14]
Bosna halkının en eski dininin putperestlik ve şamanlık olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlık gelmeden, halkın açık arazide ve tercihan dağ başlarında günde beş defa Göktanrıya taptıkları yazılmaktadır.[15] Hıristiyan öğretisi, dokuzuncu yüzyılda, doğu ve batı olmak üzere Bosnaya iki koldan nüfuz etmeğe başladığına göre, Katolik ve Ortodoks çatışmasının kaçınılmazlığı ortadadır. Çünkü o tarihte, bu iki mezhep, hem temelleri itibarıyla kurumlaşmış, hem de belirli siyasî güçlerle kaynaşmış bulunuyordu. Üstelik de, her iki öğreti, halkın alışmış olduğu Tanrı anlayışına ve ibadet şekline aykırı idi. Bu yüzden olacak, Bogomillik, Maniheizim ve Patarenlik Bosnada yaygın kabûl görebilmişlerdir. Bu mezhepler, zaman-zaman yöneticiler tarafından destek görmüş ise de, bâzan da baskı altına alınmış ve mensupları zulüm görmüştür.[16] Baskılar, çoklukla, Vatikan ve Macaristan kaynaklı olmuştur. Meselâ, 1459’da Kıral Tomaş Katolik olmağa karar verdikten sonra, sözüm ona sapkın papazları huzuruna toplamış ve kendisine katılmalarını istemiştir. Kaynaklara göre, iki bin papaz mezhep değiştirmeği kabûl etmiş, ama kırk papaz bunu kabûl etmeyerek, Hersek dağlarına sığınmıştır.[17]Bogomiller ve Patarenler, Eski Ahdi, haçı, ikonaları, kilise âyinini ve azizlere ait günleri reddederler, kilise binalarını kullanmazlar, şarap içmezler ve et yemezlerdi[18]
Bosnada halk, toprağa bağlı köylüler ve seçkinler olmak üzere, ikiye ayrılırdı. Köylüler, bir öşür mukabilinde, toprak işler veya hayvan beslerlerdi. Birtakım işler de savaş esirlerine veya satın alınmış olan kölelere gördürülürdü. İlginçtir, Bosnalıların kendileri de köle olarak Venedik, Floransa, Cenova, Sicilya, İspanya ve Fransa gibi ülkelere satılırdı[19] Ulahlar, dağlarda göçebe olarak yaşayan ve hayvan besleyerek geçinen Bosnalı bir halk idi. Diğer insanlardan çok ayrı olmuş olmaları sebebiyle, bunlar çok fazla eritilememiş ver günümüze kadar varlıklarını kısmen koruyabilmişlerdir.[20]
Bosnanın tabiî kaynakları zengindir. Ormanları, Roma, Venedik, Raguza ve Osmanlı donanmalarına gereken kerestenin temininde çok değerli bir kaynak olmuştur. Ulahların beslediği sürülerden deri, yün, yağ ve peynir üretilir ve en çok Raguza pazarında satılırdı. Kreşevoda ve Foynisada bakır ve gümüş, Olovoda kurşun, Zıvornikte altın, gümüş ve kurşun, Sırebrenisada gümüş çıkarılırdı. Madenciliğin, Ortaçağlardan itibaren Sakson madenci aileleri tarafından icra edildiği bilinmektedir.[21].
Bosnada, öteden beri, mahallî toprak sahipleri yarı bağımsız derebeyleri olmuş ve kıraliyet tacının sahibini tayin edebilmişlerdir. Bosnanın dağlık, ormanlık ve coşkun sularla bölünmüş tabiatının bu yapıda tayin edici bir etkide bulunduğu şüphesizdir. Kırallık saraylarına Macar, Cermen, Bulgar, Sırp, Leh ve Rum kökenli prenseslerin geldiği de bilinmektedir.[22]
Bosnada yazı işleri, rahipler ve özellikle Fransisken rahipleri tarafından yürütülmüştür. Metinler Sılavca veya Latince yazılırdı. Sılavca yazılar, önceleri sadece eski Kiril yazısı ile yazılırken, daha sonraları Kiril yazısının “Bosançisa” denen türü ile kullanılmıştır.[23]
Osmanlı dönemi
Bosna üzerine ilk Osmanlı akını 1386’da olmuştur. Bosnanın fethi, doğu ve güney bölgelerinin 1463 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından alınması ile başlamış ve 1592’de Bihaçın alınmasıyla tamamlanmıştır. Bosna fethinin tamamlanması ile birlikte, İslâmlaşma süreci de başlamıştır. Bosna-Hersek’in İslâmlaşmasıyla ilgili gelişmelerin, oradaki içtimaî ve siyasî şartlara bağlı olarak kendisine has bir şekilde cereyan etmiş olduğu yazılmaktadır.[24] Saffet Beg Başagiçe göre, Fatih Sultan Mehmet Bosnayı fethettiği zamanda, Bogomil Bosna Kilisesinin mensupları kitle hâlinde İslâmı kabûl etmişler ve Yayçe ovasında, Fâtih Sultan Mehmedin huzurunda 36.000 kişi kelimeyi şahadet getirmiştir.[25]
Bosnanın fethinden önceki yıllarda Bogomillere karşı işlenen zulümler Katolik ya da Ortodoks inancına döndürme girişimleri, köylüye karşı şiddeti ve halk arasında bunaltıcı bir karmaşa doğurmuştur. Bu durum, Osmanlı fâtihlerinin işine yaramıştır. Zirâ, köylüler onların kişiliğinde bir korunma umudunu ve imkânını bulabilmişlerdir. Papa II. Pius’a gönderdiği bir mektupta, Bosna kıralı Sıtefan Tomaşeviç (1461-1463) şunları yazmaktaydı: “Türkler benim kırallığımda birkaç kale inşa ettiler ve köylülere dostça davrandılar. Onlara katılan her köylünün özgür olacağına dair söz verdiler… Ve köylüler tarafından terk edilen derebeyleri de kalelerinde uzun süre kalamadılar.” Köylülerin, özellikle Bogomil toplumlarından olanların, çağlardır çektikleri acılardan sonra, kaybedecek bir şeyleri yoktu ve bundan dolayı fâtihlerin işgâlini ve İslâmın girişini kolaylaştırmışlardır.[26]
Fâtih Sultan Mehmet, Bosnayı aldığı zaman, Bosnalı Fransiskocu rahiplere özel korunma ve imtiyazlar tanıyan bir ahitname vermiştir. İşbu ahitname hâlen korunmaktadır. Bununla, Müslümanları devlet idaresinde üstün tutmakla beraber, bütün Hıristiyanlara şefkatle muamele edilmesi gerektiğini açık bir şekilde ifade etmiş oluyordu. Fâtih, sadece Katoliklere değil, Bogomil mezhebindeki Bosna Hıristiyanlarına da çok müsamaha göstermiş ve onların devlet hizmetine alınıp yetişmelerini sağlamıştır.[27] Hz. İsa’yı Allah’ın kulu olarak kabul etmeleri ve Hz. Muhammed’i teselli edici olarak tanımalarından dolayı Bogomiller, bir çok bakımdan Müslümanlara yakın idiler.[28] Türklerin vicdan hürriyetine hürmet göstermeleri, Türk âdetleri ile Boşnak âdetlerinin uyması, Bogomillerin Katolik kilisesinin ve Macarların zulmüne uğramış olmaları gibi etmenler, Bosna Bogomillerinin toplu olarak İslâmiyeti kabûl etmelerine sebep olmuştur.[29]
Bogomil mezhebine bağlı Boşnaklar, savaş kabiliyetleri, Macarları iyi tanımaları ve Papalığa karşı derin bir husumet beslemeleri sebebiyle, Macaristan ile yapılan savaşlarda etkin ve çok başarılı bir unsur olarak temayüz etmişlerdir. Boşnaklar, Osmanlı Devletinin kuzeybatı hududunu çoklukla yalnız başlarına müdafaa etmişlerdir. Serdarların emrindeki sipahilik teşkilâtına bağlı bulunan Boşnak askerleri ile Bosnadaki Yeniçeriler, Türk hâkimiyeti devam ettiği müddetçe, esas itibarıyla, sadakat ve fedakârlıkla saltanat makamına tâbi kalmış ve Bosna, Osmanlı Devletinin bir kalesi olmuştur.[30]
Osmanlıların Bosnayı fethetmelerinden hemen sonra, Bosnada kendilerine has bir düzen oluşturmuşlardır. Osmanlılar, fethedilen bölgelerde birer askerî-idarî birim olan sancak teşkilatını kurmuşlardır.[31] İlk önce, Bosna Sancağı(1463), sonra da sırasıyla Hersek Sancağı, Zıvornik Sancağı, Yenipazar Sancağı ve Kilis Sancağı kurulmuştur.[32]
Osmanlı Devleti, Bosnada kendi klâsik idarî ve siyasî yapısını oluşturmakla beraber, mahallî şartları da göz önüne alarak, ilâve yapıların oluşumuna izin vermiştir. Ana yapı itibarıyla, Bosna başlı başına bir beylerbeylik olarak teşkilâtlanmış ve başına üç tuğlu bir vezir getirilmeye başlanmıştır. Bunun altında, beş adet sancak teşkil edilmiş (Bosna, Hersek, Zıvornik, Yeni Pazar ve Kilis) ve başlarına merkezden gönderilen paşa rütbesinde birer sancak beyi konur olmuştur. Toprak da, tımar ve zeamet biçiminde hem Müslümanların, hem de Hıristiyanların işletmesine verilmiştir. Ancak, 18.yüzyılda bu düzen bozulmaya ve devlet arazisi, ileri gelen Boşnaklara “çiftlik” olarak verilmeye başlanmıştır.[33]
Tımar düzeni, bir yandan askerlik teşkilâtını güçlendirirken, diğer taraftan da üretimin artmasına vesile olmuştur. Hayvancılıkla uğraşan Eflak (Vılah-Ulah) adlı göçebeler ayrı bir düzene konmuş ve askerlik itibarıyla Voynuk sınıfına konulmuşlardır. Bu Ulahlar ve Hersek bölgesinde hayvancılıkla uğraşan diğer unsurlar boş topraklara yerleştirilerek bu alandaki üretim de arttırılmaya gayret edilmiştir.[34]
Zaman içerisinde, ayânlar ve kaptanlar gibi yerli ileri gelenlerden oluşan idarecilerin çıkmasına izin verilmiş ve bunlardan faydalanılma yoluna gidilmiştir.[35] Bu bağlamda, Osmanlı devleti, Bosnada, Kal’ay-ı Hakaniye Kaptanları adı verilen idarî bir düzen de kurmuştur. Kaptanlıklar, esas etibarıyla, hudut boylarında kurulur olmuştur. İlk kaptanlık, 1558’de Gıradişkada, ve en son kaptanlık da 1802’de Hutovoda kurulmuştur. Her kaptanlık belirli bir araziye sahipti ve arazi dâhilinde bulunan en büyük kalenin adına göre adlandırılırdı. Kaptanlar, başlangıçta, Sancak beyi veya beylerbeyi makamında oturan şahsın iradesi ile yerli halkın ileri gelenleri arasından seçilirken, daha sonra bu gibi kimselerin makamları, yetkileri ve toprakları aile içersindeki erkek çocuklarına verilmeye başlanmış ve mahallî zadegânın oluşumuna hizmet etmiştir.[36] Kaptanların vazifeleri arasında, hudutları muhafaza etmek, bölge çevresindeki yolları emniyet altında bulundurmak, kalelere silâh ve cephane temin etmek gibi işler sayılabilir.[37]
Fâtih Sultan Mehmet Bosna Sarayı şehrine bâzı yönetim ve vergi imtiyazlarını bağışlayan bir “maufname” vermişti. Zaman içerisinde, özellikle esnaf loncaları ve yeniçeriler tarafından kuvvetle desteklenen mahallilik talebi işte bu muafnameye dayandırılmıştır. Merkezî idare de, bunu tanımış ve şehrin baş yöneticisinin ahali tarafından seçilmesine izin vermiştir. Buna göre, şehrin ayanı olmak için şehirli herhangi bir vatandaş aday olabilir idi ise de, elbette ki Boşnak ileri gelenleri bu mevkiyi kimseye kaptırmamışlardır. Zamanla Mostarda da aynı türde bir yapılanma oluşmuştur. Ancak, bu mevki daima yerli toprak sahiplerinin elinde kalmıştır. Ne var ki, seçkinler arasında bu konuda bir seçim de söz konusu olmuştur.[38] Bosnanın bir serhat ülkesi olmasından ve kendisine has şartlarından doğan yapısından dolayı, oradaki ulema, esnaf, asker, halk, ve hatta devlete çok yararlı hizmetler etmiş bulunan kaptanlar ve ayanlar, devletle sıklıkla çatışmışlardır. Meselâ, merkez tarafından gönderilen bazı paşalar, makamlarına oturmaya fırsat bulamadan geri gönderilebilmişlerdir (1827 yılında, Hacı Mustafa Paşa ve Abdurrahman Paşa).[39] Öte yandan, 1771 yılında yapılan vergi artışlarına karşı Bosnada toplu bir direniş olmuş ve bu direnişin başını Saray Bosna esnafı çekmiştir.[40] Mostarda ise, 1768, 1796 ve 1814 yıllarında ciddi Müslüman direnişleri yaşanmıştır.[41]
Osmanlıların 1463’te Bosnayı fethetmesiyle birlikte, Bosna Sarayı, Foça, Mostar, Tıravnik ve Yeni Pazar gibi Osmanlı tarzı şehirler kurulmuş ve bu şehirlerde zenaat, sanayi, sanat, edebiyat ve ilim gelişmiştir.[42]
Osmanlı Bosnasında, memleket çapındaki ilk eğitim, mahalle mektebleri (Sübyan Mektebi) şeklinde düzenlenmişti. İlkokula sadece mekteb de denirdi. İlkokulun gayesi, okuyup yazmak, hesap, hat, Kur’an okumak, lüzumlu din ve Kur’an bilgilerini verebilmekten ibaretti. Çocuk 4 ilâ 6 yaşında mektebe verilirdi. Tahsil dört yıl sürerdi. Tek tür mektep yoktu. Zîrâ, mahalleye, şahsa veya vakıflara ait bir çok mektep vardı. Devlet, resmen bu işleri üstlenmemiştir. Birçok okulda çocuklara yiyecek, içecek, giyecek ve harçlık verilirdi.[43] İlköğretim medrese sisteminin dışındadır. Kur’an kursları, her mahallenin bağımsız olarak yürüttüğü ve çoklukla mahalle camisinde icra edilen bir faaliyet olmuştur.
Medrese ise, 19.yy başlarına kadar, Osmanlı devletinin diğer yerlerinde olduğu gibi, Bosnada da esas eğitim müessesesi olarak kalmıştır.[44] Her şehirde, hatta bâzı büyükçe kasabalarda bulunan medreseler, ortaöğretim veren müesseselerdir.[45] Yüksek medreseler ise Istanbul, Edine, Bursa gibi mahdut şehirlerde bulunuyordu.
Temel eğitimde dil, tercihan Türkçe olmakla beraber, mahallin şartlarına ve icaplarına göre değişirdi. Ancak, medreselerde eğitim Türkçe, Farsça ve Arapça olmak zaruretinde idi. Zirâ, büyük ve köklü bir kültürü icâb ettirdiği için, ilmiye ve kalemiye sınıfları, ülkenin her yerinde aynı şekilde eğitilirlerdi.[46]
Ülkede, Padişahtan sonra, en etkili güç ulema sınıfının elinde idi. Bosnadaki ulema, Osmanlının her yerinde olduğu gibi, Hıristiyan dinindeki ruhban gibi olmamıştır. Hâkimler ve profesörler hey’etini teşkil etmiştir. Bunlar idam edilemezler ve azlolunamazlardı.[47] Ulema da, tedris, kazâ ve meşihat olarak ikiye ayrılmıştı. Tedrisi müderrisler, meşihatı müftüler ve kazâyı kadılar yürütürdü. Bunlar, muhakkak Türkçe konuşur ve kayıtlar Türkçe tutulurdu.
Mahkemede resmî dil Türkçe idi. Gerektiğinde tercüman kullanılırdı. Mahkeme celseleri mutlak bir şekilde umuma açık, alenî olurdu. Kadılar aynı zamanda çok selâhiyetli birer belediye başkanı ve zabıtanın en yüksek âmiri oldukları için, askerî ve mülkî sınıf gibi kavuk giyerlerdi.[48] Kadı, belirli bir suçu olmadıkça azlolunamaz, ancak daha yüksek bir kazâya tâyin edilmek üzere, bulunduğu kazâdan alınabilirdi. Ticaret yapması yasaktı. Borç alıp veremez, hediye kabûl edemez, umumî zıyafetlerde bulunamazdı. Kadı, halîfe olan padişahın vekili olarak, onun adına adâlet tevzî ettiği için, kendisini sadrâzama tâbi saymazdı. Sadrâzam, kadının kazâya, adâlete ait işlerine, hüküm veriş şekline karışamazdı. İslâm dininde, doğrulukla hüküm vermek, Allaha inanmaktan sonraki en büyük inanç ve ibadet sayıldığı için, kadınınhükmü, her şeyin üzerinde telâkki edilirdi. Görev ve yetkileri itibarıyla, beylerbeyi, kadıyı ne azledebilmekte, ne de verdiği hükmü değiştirebilmektedir. Ancak, o da her vatandaş gibi, bir kadıyı şikâyet etmek için sadece Dîvana başvurabilmektedir.
Devletin her yerinde, ilmiyye sınıfından olan kadılar hâkimdir ve devleti onlar temsil etmektedirler. Zâbıta tamamen kadının emrindedir. Her kasaba ve şehirde, zâbıtanın başında askerî yetkilerle donatılmış subaşı ve onun emrinde asesbaşı ve asesler vardır. Ne var ki, zaman içerisinde, kadının belediye başkalığıı yetkilerini kaptanların ve âyânın ele geçirdikleri görülmektedir.
Osmanlı döneminde Bosnada meydana gelen en çarpıcı gelişme, Bosna Sarayı gibi yoktan kurulan ve olağanüstü gelişme gösteren şehirlerin ortaya çıkmasıdır. Meselâ, 1660 yılında Bosnayı ziyaret eden Evliya Çelebi, bu şehirde 17 bin hanenin, (80 bin 100 bin nüfusa tekabül eder) 104 caminin, 169 çeşmenin ve 1080 dükkanı ihtiva eden bir kapalı çarşının bulunduğunu ifade etmektedir. Kapalı çarşıda Hindistan, Arabistan, İran ve Bohemya’dan gelen mallar satılıyordu. Eviya Çelebi, ahalinin de güçlü ve sağlıklı olduğunu ve havanın da iyiliği sebebiyle al yanaklı olduğunu ilaveten belirtmektedir.[49]
Boşnaklarda sanat, Istanbulu taklid ederek gelişmiş ve hatta rekabet bile ederek yüksek bir klâsik çizgiyi 1888’e kadar muhafaza etmiştir. Yerli halkın, istisnasız olarak Boşnakça konuşuyor olmalarına rağmen, her türlü edebiyat Türkçe, Farsça veya Arapça ile yazılarak gelişmiştir. Bu zenginlik, günümüzdeki Saraybosna kütüphanelerine bir göz atmakla kolaylıkla teyid edilebilir. Meselâ, Sırpların şehri yakmağa başlamalarından kısa bir süre öncesine kadar, 1992 yılındaki tasnife göre, Osmanlı Bosnası döneminin eserlerinden, Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesinde 5000 adet, Şarkiyat Kurumunda 1762 adet ve Mllî Kütüphanede 478 adet mevcut idi. Bu kurumların Sırp topçusunun ateşiyle tahrib edilmesiyle işbu eserlerden kaçının yok edildiğini zaman gösterecektir. Bosnanın diğer şehirlerinde ve Istanbul, Kahire gibi büyük merkezlerde bulunanlar hakkında kesin bir bilgimiz olmamakla beraber, bunları sayısının yüksek olduğu tahmin edilmektedir.[50]
Bosananın yetiştirmiş olduğu sanatçıların ileri gelenleri, gerçekten birer zirve teşkil etmektedirler. Bunlar, devletin İslâm-Türk kültürüne önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bunlardan, Ahmed Sudi el Bosnevî (ö1598) Türkçe ve Farsça şiirler yazmış olduğu gibi, Şirazlı Sadinin Gülistan adlı eserini de Türkçe olarak şerh etmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, İslâmın Bosnaya gelmesinden yüz yıl gibi nisbeten kısa bir süre sonra, oralı bir şairin, Gülistanı şerh edecek kadar yüksek bir derecede Türkçe, Farsça ve Arapça dillerinin yanı sıra bunların kültür müktesebatını öğrenebilmesi ve serbestçe kullanabilmesidir.
Bosnalı seçkin sanatçılardan örnekler sıralayacak olursak, şu zirveleri görürüz: Hasan Efendi Pruşçak (ö1616) Miratül Hükema yazarı, Abdi el Bosnevi (ö1644) Türkçe ilâhiler yazarı, İbrahim Alaybegoviç Peçevi (ö1651) Türkçe Tarih yazarı, Mehmed Havaî Uskufî (ö1651) şair ve Boşnakça-Türkçe lûgat yazarı, Derviş Paşa el Bosnavi (ö1603) Farsçadan Türkçeye şiir çevirilerinin sahibi, Ahmed el Mostari Rüşdü (1699) şair ve divan sahibi, Mustafa Akhisarî (ö1755) itikadî ve ahlakî risaleler ile kahve üzerine bir risalenin sahibi, Mustafa el Mostari Eyuboviç, (Şeyh Yuyo, öl.1707) mantık, dilbilgisi ve kelâm üzerine 30 adet risalenin yazarı, Molla Mustafa Şevki Başeskiya (ö1809) Türkçe hatırat sahibi olan kişilerdir. Bunlar arasında, sanat dışında da önemli uğraşları olanlar vardır. Meselâ, İbrahim Peçevî, Macaristan eyeletinde görev yapan yüksek bir devlet memurudur, Derviş Paşa Bosna Beylerbeyidir, Şeyh Yuyo Mostar müftüsüdür, Mustafa Başeskiya Yeniçeri ocağında yüksek rütbeli bir subaydır. Mehmed Havaînin yazmış olduğu Boşnakça-Türkçe lûgat, Sılav dilleri üzerine yazılmış en eski lûgat olsa gerektir.[51]
Başnakların geliştirmiş olduğu aşk şarkıları (sevdalinka), ağıtlar, ilâhiler, kahramanlık hikâyeleri ve destanlar, İslâm-Türk-Boşnak kültür ortamının yüksek eserlerinden sayılmaktadır.
Hat, çini ve minyatür sanatları da Bosnada yaygın kabûl ve kullanım alanı bulmuştur. Bosna evlerine, camilerine, medreselerine, sebillerine, köprülerine, imaretlerine vs mimarî eserlerine bakarken, bugün bile, insan kendisini Bursada veya Istanbulda hissedebilmektedir. Bu eserlerdeki zarafet ve nefaset ise, hiç şüphe yoktur ki, Istanbuldakilerle yarışacak seviyededir.
Bosna, taa başlangıçtan beri, Sünnî ve Maturidî İslâmın bir yuvası ve kalesi olmuştur. Bu vasfı, bugün de devam etmektedir. İslâmın bir kolu olarak, tasavvuf ve tarikatlar da Bosnada kendilerine yer bulmuşlardır. Bu bağlamda, Nakşî ve Halvetî tekkeler halk arasında kabûl görürken, vahdetivücüt düşüncesinin bir taşıyıcısı olmasından ötürü, Bektaşilik pek hoş karşılanmamıştır. Hamzavî anlayışı da aynı sebeple itibar kazanamamıştır.
Yukarıdan beri anlatılanların ışığında hadiseye bakıldığında, fetihten sonra, Bosnada kişilerin ruhunda ve toplumun yapısında gerçek ve gönüllü bir ihtilâlin yaşanmış olduğu ve bunun sonucu olarak da İslâm-Türk-Boşnak hayat tarzının ortaya çıkmış olduğu anlaşılacaktır.
Öte yandan, doğan işbu yeni Bosna, Osmanlı devleti için önemli bir tarım, hayvancılık, ormancılık ve sanayi ülkesi olmuştur. Bosnada, tarım Hıristiyan ve Müslüman köylüler tarafından, hayvancılık çoklukla Ulahlar tarafından yürütülmüştür. İklimin, suların ve toprağın çok müsait olması sebebiyle de her iki uğraşının sonucunda elde edilen verim yüksek olmaktaydı. Bosnalı tüccarlar, deri, kürk, meyve, erik kurusu, tahıl, içki ve çeşitli madenler cinsinden olan mallarını Layipzik ve Viyana şehirlerine kadar götürüyor ve buna mukâbil dokuma ithâl ediyorlardı.[52] Her ne kadar Bosnanın madenleri daha fetihten önce bu dönemde hemen, hemen tükenmiş bir durumda idi ise de, Vareşteki demir madeni zenginliği itibarıyla önem ifade ediyordu.[53] Bosna, kereste başta olmak üzere, orman ürünleri de ihraç ediyor ve önemli bir gelir temin ediyordu.[54]
Gustav Tomele (Gustav Theommel) göre, Bosnanın 1864 yılındaki ihracatı 10 milyon altın lira ve ithalatı 8 milyon altın lira civarındadır.[55] Kalayın tespitlerine göre de, 1872 yılında, Bosnada 700.000-800.000 hektarölçüsünde ormanlık arazi mevcut idi.[56]
Boşnaklar, Osmanlı devletini kendi yurtları saymış ve bu devletin içinde Türklerle beraber ve iç içe yaşayıp hizmet etmişlerdir. Bosnaya yerleşen Türkler, muhtemelen asker, ulema, idare, ticaret, zanaat, sanat sınıflarına mensup idiler. Bunlar zaman içinde Boşnaklaşmışlardır. Bu gibilerden Çengiç, Mirâlem, Atlagiç, Ulamapaşiç, Skenderpaşiç, Lakişiç, Malkoç, Dugaliç, Burceviç ve Çaviç aileleri türemiştir.[57] Çengiç ve Burceviç aileleri çarpıcı özellikler taşır: Çengiçler baba tarafından Akkoyunlu hanedanına, baba tarafından Osmanlı hanedanına mensupturlar[58]; Burceviçler ise Türk Burçoğulları boyuna mensuptur ve bu itibarla Mısır Memlûkları ile de akraba olurlar.
Boşnaklar, Bosnada, Hersekte, Dalmaçyada, Hırvatistanda çoklukla kendi başlarına kaleler ve topraklar almışlar, kaleler ve şehirler kurarak devleti güçlendirmişlerdir. Birer kahramanlık destanı şeklinde cereyan etmiş olan bu seferlerin bâzısı çok büyük kayıplara mâl olmuştur.[59]
Boşnak ordusu, Osmanlı devletinin hemen, hemen bütün harplerine de iştirak etmiş, şehit vermiştir ve zaferlere ortak olmuştur. Bu bağlamda İran, Mısır, Kırım, Buğdan, Lehistan ve Erdel harpleri zikredilebilir. İran harbinde 5000, Özü savunmasında 9000 Boşnak şehit olmuştur. Boşnak ordusu, Belgrad, Böğürdelen, Semendire, Fethülislâm, Osiyek, Sisak, Vukovar, İstolni Belgrad, Buda, Eğri, Peçuy, Kanije, Estergon, Zigetvar, Siklos, Uyvar kalelerinin fethide, Viyana kuşatmalarında, Mohaç meydan muharebesinde canla ve şanla hizmet etmiştir.[60]
1463ten itibaren, Bosna, Osmanlı devletinin uç bölgesi olmakla, Sava bölgesinde Avusturyanın ve Dalmaçya bölgesinde Venediğin ve Fransanın hedefi olmuş ve birçok defa yakılıp yıkılmıştır. Bu mücadele boyunca, Avusturya orduları, bir çok defa Bosnaya saldırmıştır. Meselâ, bu seferlerde, 1697 yılında Saraybosna şehrini yakmış, 1736 yılında Banya Luka şehrini kuşatmış, 1790 yılında Dubçe kalesini düşürmüştür.[61] Bu savaşlarda Boşnakların kayıpları on binlerle sayılmaktadır. Herseg Novi ve Kilis kaleleri için Boşnaklar Venedikle birçok defa savaşmışlar ve kale bir çok defa el değiştirmiştir. Napolyon döneminde, Venedik Fransa tarafından ortadan kaldırılınca, Dalmaçya Fransa tarafından işgâl edilmiş ve Bosna içlerine seferler edilmiştir.[62]
Devlet, Boşnakların Hırvatistan, Macaristan ve kuzey Sırbistan bölgelerine yerleşmelerini teşvik etmiştir. Bu sebeple Macaristandaki zaimleri hepsi Boşnak idi ve orada Boşnakça konuşulurdu. Macaristandaki Osmanlı erkânı Boşnakça konuşurdu.[63] Budim, zamanın Boşnakça konuşulan en büyük şehri sayılmıştır.[64] Bu yüzden, oralar elden çıkınca, Boşnaklar, Macaristanda ve Sırbistanda büyük katliama uğramışlar ve kitleler hâlinde Bosnaya sığınmak zorunda kalmışlardır. 1686 yılından sonra, Macaristandan ve Slavonyadan 130.000 Boşnak muhacirin Bosnaya iltica etmiş olduğu yazılmaktadır.[65] Kaç kişinin öldürülmüş, kaç kişinin de Katolik yapıldığı belli değildir.
Gerek Osmanlı develetinin fetih döneminde, gerekse de çekilme döneminde, Frenklerin Boşnaklara karşı olan şaşmaz uygulaması, zulüm, işkence, yağma, zorla din değiştirme ve kitle hâlinde öldürme olmuştur. Meselâ, 1702 yılında, yılbaşı yortusunun gecesinde, Karadağdaki bütün Müslümanlar öldürülmüştür.[66]
Nihayet, Berlin Barış Toplantısında Bansa-Hersek vilâyeti Avusturya-Macaristan devletinin idaresine terk edilmiştir. Ancak, Boşnaklar buna direndiği için Avusturya ordusunun Bosnaya girişi kanlı olmuş, ciddî kayıplara yol açmıştır. Bu tarihten itibaren, Boşnaklar kitle hâlinde Türkiyeye göç etmeğe başlamışlardır. Bu vesile ile Boşnaklar, Edirne, Kırklareli, Çanakkale, Çorlu, Istanbul, Kocaeli, Sakarya, Bolu, Eskişehir, Bursa, Balıkesir, İzmir, Manisa, Aydın, Ankara, Konya, Malatya, Adana, Antalya, Kars, Erzurum, Hopa, Samsun, Suriye, Lübnan, Arabistan, Mısır ve Trablus vs bölgelere yerleştirilmişlerdir. Bu vesileyle 100.000 ile 300.000 arasında bir muhacirin Türkiyeye gittiği yazılmaktadır.[67] 1910-1921 döneminde ise, 300.000 kişinin ülkeyi terk etmek zorunda bırakılmış olduğu belirtilmektedir.[68]
Balkan savaşı ile 1. ve 2. Dünya savaşları sırasında Boşnaklar, Türklerle akraba olmalarından ötürü her türlü zulme tâbi tutulmuşlar ve kitle hâlinde öldürülmüşlerdir. Bu yüzden de yine Türkiyeye sığınmak zaruretinde kalmışlardır.
1992-1995 Bosna İç Savaşı
Nihayet, 1990 yılında Komünist Yugoslavyada düzen zayıflamağa ve bozulmağa başlayınca, eskiden beri Bosna ile hesabı olan bâzı devletler ülke içindeki tezatları kaşımağa ve kanatmağa, kendilerine hizmet eden kişiler ve kuruluşlar yolu ile karmaşa ve kargaşa oluşturmağa, çeşitli yollardan Slovenyaya ve Hırvatistana silâh ve mühimmat vermeğe başlamışlardır. Tarihe bakılacak olunursa bunların kim olduğu kolaylıkla teşhis edilecektir. Yugoslavya ordusu ise tamamen Sırpların ve Karadağlıların yönetiminde idi. Ortada, teşkilâtsız ve silâhsız olan sadece Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar ve Türkler gibi Müslümanlar vardı. Konum itibarıyla da Boşnaklar, her türlü imkâna sahip olan Sırplarla Hırvatların arasında kalmışlardı. Eski rekabetler ve husumetler Batı tarafından iyice sivriltilmiş olduğu ve Müslüman düşmanlığı yeniden hortladığı için nefret hastalığına tutulmuş dünkü komşular, biden bire Müslümanlara saldırmağa ve öldürmeğe, yağmalamağa ve yakmağa başladılar.
1992-1995 döneminde Bosna-Hersekte yaşanmış olan facia, Avrupanın korkunç yüzünü bir kere daha gün ışığına çıkarmıştır. Orada yaşanmış bulunan vahşet, Avrupalı güçlerin gözleri önünde ve açıktan işlenmiştir. Bu vahşet yaşanırken, Avrupalı güçler sadece nüfuz bölgelerindeki çıkarlarının peşinde hareket etmişler, insanlıktan ne kadar yoksun olduklarını ortaya koymuşlardır. Bir konuda haklarını yememek lâzım: münasip bir zamanda, Sırplar, Hırvatlar veya Yunanistan gibi ülkelerden gelmiş olan psikopat milis birlikleri tarafından işkence ile boğazlanmak üzere Boşnakları besledikleri ve ülkelerini savunmak yerine, kaçmak isteyen Boşnaklara sığınabilecekleri yer sağladıkları bir vakıadır. Bu arada, sadece savunmasız Boşnaklara etkili olacak bir silâh ambargosu koymayı da ihmâl etmemişlerdir. Elbette ki, Avrupalı güçlerin vahşeti, Bosna ile sınırlı değildir; Yukarı Karabağ gibi bölgelerde de aynı vahşet işlenmektedir. Bu savaşta 200.000 bin Boşnağın öldürülmüş, binlerce evin yakılmış, Boşnaklar toplama kaplarında açığa ve zulme uğramış, binlerce kadına tecavüz edilmiştir.
Esasen, bu tutum nevzuhur değildir; hazretlerin eski huyudur, taa kadim zamanlardan kalan. İşbu katliam katliamlar ve kan içicilik, gerektiği zamanlarda, Aziz Bartelmi Yortusu, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları gibi zamanlarda olduğu üzere, kendi aralarında da revaç bulmuş idi. Daha da bulacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın. Avrupa’nın Osmanlı Devleti ile 1600’lü yollardan itibaren yürüttüğü mücadelede, Balkan milletlerine adam boğazlamayı, Müslümanları yağmalamayı, öldürmeyi ve sürgüne göndermeyi ve benzeri zulümler Avrupanın kurumları öğretmiştir. Çeşme, Navarin ve Sinop limanlarında demirli bulunan Osmanlı donanmalarının birer baskınla yakılması bu hilekâr zihniyetin birer iğrenç resmidir. Amerikalı yazar Jastın Mıkkarti ( Justin McCarty), 1820 ile 1920 yıları arasındaki yüz yıllık bir süre içerisinde, Balkanlarda ve Kafkasyada beş buçuk milyon Müslümanın ölmüş olduğunu ve milyondan fazlasının da Anadolu’ya kaçmak zorunda bırakılmış bulunduğunu yazmaktadır.[69]
Bosnadaki kurtuluş savaşı boyunca, meşru hükümetin başında rahmetli Aliya İzetbegoviç bulunmuş ve savunma için insan üstü çabalar sarf etmiştir. Bosnada zulüm ve vahçet işleyen soydaşları ile savaşmak üzere, Bosna Ordusuna katılmış olan Hırvatları ve Sırpları hayırla ve şükranla yâd etmek gerekir. Bu ordu, insan gücü ve her türlü donanım bakımından tam güçlü hâle geldiği ve tecavüzcülerin hadlerini bildirmeğe başladığı zaman, Batılı sömürgeciler her türlü oyunlarla ve tehditlerle ortaya fırlamış ve Bosna, Hırvatistan ve Sırbistan devlet başkanlarını ABDndeki bir askerî üsse kapatıp korkunç bir antlaşma dayatmışlardır. Sözüm ona işbu Deytın Barış Antlaşmasından on altı yıl geçmiş olmasına rağmen, ne uygulamanın yöntemi, ne de hedef değişmiştir: Boşnaklık ve Boşnaklar yok edilmek istenmektedir. Bu bağlamda, Boşnaklar işsiz bırakılmakta, evleri Sırp ve Hırvat denetimi altındaki bölgelerde bulunan Boşnaklar evlerine dönememekte, gençlik fuhuşa, içkiye ve uyuşturucuya alıştırılmakta, Boşnakların başka ülkelere göç etmeleri için kolaylıklar sağlanmakta, vatanlarını savunmak uğrunda sakat kalmış olan eski muharipler başta olmak üzere, bütün vatanseverler süründürülmekte ve analarından emdikleri süt burunlarından getirilmektedir. Cumhurbaşkanı sıfatını dahî taşıyanlar dâhil olmak üzere ( Meselâ, sayın Ethem Bıçakçiç hâdisesini hatırlamakta fayda vardır), devletin başında bulunan kimseler olmadık bahanelerle görevlerinden alınmakta ve mahkemelerde süründürülmekte, eğitim düzeninin içinde uygulanan müfredatla Boşnak kimliği yok edilmek ve savaşın zulmü unutturulmak istenmektedir. Meselâ, Hırvat topçusunun yıkmış olduğu Mostar Köprüsü, sırf bu amaçla tamir ettirilmiştir.
Avrupa ve şakirdleri, tam bir psikoterapiden geçip, düşünce kalıpları insanî esaslar üzerine oturtularak yeni bir psikososyal kişilik kazanmadıkça, Balkanlara ve hatta bütün Dünyaya huzurun gelmesi mümkün değildir.
Hâlen Avrupanın güdümünde olan sıkıntıların yakında bitmesi mümkün gözükmemekle beraber, insanlık idealinin büyük temsilcisi ve samimî uygulayıcısı olan Türklerin, kardeşleri olan Boşnakların elinden muhakkak tutacaklarından ve karşılık beklemeden her türlü yardımı sağlayacaklarından kimsenin şüphesi olmamalıdır. Türkiye Cumhuriyetinin eksik bırakmak zorunda kalmış olduğu işler, Türk Milleti tarafından ikmâl edilecektir. 1993 yılında Bayburtun Yukarı Üzengili Köyünde zelzelede hayatı kurtulan ve adını bilmediğim bir hanım kardeşimizin, yıkıntıların altından çıkar çıkmaz, “Allah, beni kurtardığı gibi Bosnayı da kurtarsın” sözleri, hem bir niyetin, hem de millî kararlılığın ifadesi olarak anlaşılmalıdır.
Bu felâket sırasında, Türkiye, birçok yardımı sorgusuz sualsiz ve anında yapmıştır. Meselâ, Türkiye, binlerce mülteciyi misafir etmiş, yüzlerce Boşnak gencine eğitim ve öğrenim imkânı sağlamış, Bosnaya gıda ve nakit para yardımında bulunmuş, BM koruma gücünün oluşumuna katkıda bulunmuş, Bosna Ordusuna mensup askerleri eğitmiş, hastaların ve yaralıların tedavisi için Boşnaklar için özel bir hastane tahsis etmiş, milletler arasındaki siyaset alanında Bosnayı dâima desteklemiş ve sahneye çıkıp haklarını savunmaları için Boşnak siyasetçilerini öne çıkarmıştır. Türklerin kişi olarak yaptıkları yardımları ve verdikleri desteği ise yalnızca Hâlik bilecektir. Bu uğurda emeği geçen siyasetçileri, askerleri, memurları, gönüllü kuruluşların yöneticilerini ve üyelerini ve sessizce yardımda bulunan necip milletimizin fertlerini şükranla ve hürmetle selâmlıyorum.
Burada, Bosna ve şerefi çiğnenen insanlık için savaşmış herkesi selâmlamaktan büyük bir şeref ve mutluluk duymaktayım. Bosnanın siyasetçileri ve Bosna Ordusunun başbuğları, aşağı yukarı iyi bilinmektedir. Yalınız, ilk Genel Kurmay Başkanı General Hasan Efendiç pek az tanınmaktadır. Bu general, daha önceleri kendisini sadece Yugoslav olarak tanımlarken, gelişen facianın etkisiyle, Boşnak köklerine sarılmış ve meşru hükümetin ordusunu kurmada ve silâh temin etmede büyük hizmetler etmiştir. Bildiğim kadarıyla, diyebilirim ki, Hasan Efendiç olmasaydı, Bosa Ordusu da olamazdı. Bu itibarla, burada kendisini şükranla anıyor ve selâmlıyorum. Allah, hayırlı ve Salih ömürler nasib eylesin. Yapılanı balık bilmiyebeilir, ama Hâlik elbette biliyordur. Esas, şükran ve selâm ise, adsız şehitlere olsa gerektir. Onları huzurunda hürmetle eğiliyorum!
 
[1] Prof.Dr.Mustafa Kahramanyol, TC Başbakanlık Baslkan İşleri Eski Koordinatörü, [email protected]
[2] Enver İmamoviç (Enver İmamovic), Porijeklo i Pripadnost Stanovniştva Bosne i Hercegovine, ART 7, Sarayevo, 1998, s. 5-30.
[3] Ami Boue, La Turquie d’Europe, Arthur Bertrand, Paris, 1840, s. 20.
[4] Vıladimir Çoroviç (Vladimir Corovič), İstorija Srpskog Naroda, C.1, Glas Srpski, Banja Luka, 1997, s. 30
[5] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia- A Short History-, Pan Boks, London, 2002,s.6
[6] A.g.e., s.6
[7] A.g.e., s.7. “Hırvat” adı efsanelere göre eski bir başbuğun adıydı, kökeni Slavca olmayıp Farsça bir kelimedir, ayrıca Sırp adının kökeni da muhtemelen İranlı dillerinde aranmalıdır. Bu durum, her iki halkın Slav olmadığı anlamına gelmez, muhtemelen Sarmatlar gibi İranlı kökenli kavimlerle beraber olmasından kaynaklanıyor.
[8] Vıladimir Çoroviç (Vladimir Corovič), İstorija Srpskog Naroda, C.1, Glas Srpski, Banja Luka, 1997, s. 84.
[9] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia- A Short History-, Pan Boks, London,2002, s.6.
[10]A.g.e., s. 8
[11] Divan-ı Lûgat-it Türk, Çeviren: Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2006, s.75
Öte yandan, bâzı yazarlar, Bosna adının “Besa” adlı bir kavimden kaynaklandığını ileri sürerken, başka araştırmacılar Bosna’nın ismini “bos” adlı bir İlirya sözcüğünden aldığını, bunun da “akan nehirlerin toprağı” anlamına geldiğini öne sürerler. Farklı bir teoriye göre de, Bosna, adını “Bistue Nova” adlı Travnik ile Zenice arasında bulunduğu zannedilen Romalı piskoposluk merkezinden almıştır. Bir basika düşünceye göre, Bosna,adını muhtemelen nehirlerin varlığından almıştır. Roma kaynakları da, “Bathinus flumen” veya İliryalı tabiriyle “Bassinus” nehrinden bahsetmektedirler ki bunun da anlamı gene “akan sular” demektir. Bkz.Mustafa İmamovič, Historija Bosnaka, 1. basım, Saraybosna: Preporod, 1998 s.24, İmamoviç, Porijeklo…, s. 31-32.
[12] Çoroviç, a.g.e., s. 186.
[13] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia- A Short History-, Pan Boks, London,2002, s.10-11
[14] A.g.e. s.13
[15] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia- A Short History-, Pan Boks, London,2002, s. 27-39
[16] A.g.e., s.27-50
[17] A.g.e., s.23
[18] A.g.e., s.38
[19] A.g.e., s.25
[20] A.g.e.,s.25
[21] A.g.e.,s.26
[22] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia- A Short History-, Pan Boks, London,2002, s.26
[23] A.g.e., s.26
[24] Muhamed Hacıyahiç (M.Hadzijahic), ‘O Nestajanju Crkve Bosanske’. Pregled, C. LXV., 1975, ss. 11-12.
[25] Saffet Başagiç (S. Bašagic), Kratka Uputa u Prošlost Bosne i Hercegovine, Vlastita Naklada, Sarajevo, 1900, s.16.
[26] Enver İmamoviç (E. İmamović), Porijeklo i Pripadnost Stanovnistva Bosne i Hercegovine, ART 7, Sarayevo, 1998, s.127.
[27] Adem Hanciç (Adem Handžic), İslâmizacija Bosne i Hercegovine i Porijeklo Bosansko-Hercegovackih Muslimana, İslâmska Dionicarska Štamparija, Sarajevo, 1940, s.20-21; Bojić, a.g.e., 38.
[28] “Bunlar, İsa’nın son aksam yemegi esnasında havarilere gelisini müjdeledigi (teselli edici) Ruhu’l- Kuddüs’ün Muhammed oldugunu inanıyorlar. Keza paskalyadan elli gün sonra Ruh’ul Kuddüs’ün havarilerin üzerine inmesini de Muhammed’in zuhuruna bir alamet, bir haberci görmektedirler. İncil’de “Paraklitt” (teselli edici) tabirinin geçtigi her üç yerde onu, yeni peygamber olan Muhammed ile izah ediyorlar .” Tayyib Okiç, “Balkanlarda Bogomilizm Hareketi ve Bunun Bir Araştırıcısı, Aleksandar Vasilević-Solovyev”, İslamî Tetkikler Enstitüsü Dergisi. V/1-4. s.212.
[29] Adem Hanciç (Adem Handžic), İslâmizacija Bosne i Hercegovine i Porijeklo Bosansko-Hercegovackih Muslimana, İslâmska Dionicarska Štamparija, Sarajevo, 1940, s.20; İslam tarihi içerisinde ilk defa 36.000 bin kisi kendi istegiyle toplu olarak İslam’ı kabul etmistir. Hanciç, a.g.e., 21
[30] Suadin Sıtraşeviç (Suadin Straševıc), Verske Prilike u Srednjovjekovnoj Bosni i Prihvatanje İslâma na Njenom Tlu, DJL Europrint, Banovici, 1999, s.80; Ömer Bosnavî, Bosna Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1979, s.121, 21.
[31] Avdo Suceska, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bosna”, Prilozi,Orijentalnu Filologiju Vol. 30, Orijentalni İnstitut U Sarajevu, Sarajevo, 1991, s.435.
[32] Şenol Alparslan, Bosna’da Türk Kültürünün İzleri,Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2006, s.26.
[33] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia, a Short History, McMillan General Books, London, 1996, s. 93
[34] Branislav Curdev (Branislav Djurdev), “Bosna Hersek”.Diyanet İslâm Ansiklopedisi, TDV, İstanbul, 1992, s.298.
[35] A.g.e. s.90
[36] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1964,s.84
[37] www.zemljabosna.com.
[38] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia, a Short History, McMillan General Books, London, 1996, s.92
[39] A.g.e. s.120,121
[40] A.g.e. s.91, 92
[41] A.g.e. s.92
[42] Kadir Albayrak, Bogomilizm ve Bosna Kilisesi, Baki Kitabevi, Adana, 2004, s.202-203.
[43] Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi”, Ötüken Yayınevi, Istanbul, 1977, cilt 10, s. 308-309
[44] Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi”, Ötüken Yayınevi, Istanbul, 1977, cilt 10, s. 291-292
[45] A.g.e., cilt 10, s.291
[46] A.g.e., cilt 10, s.237
[47] A.a.g.e., cilt 10, s.237
[48] A..g.e, cilt 10, s.238
[49] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia, a Short History, McMillan General Books, London, 1996, s. 96
[50] A.g.e. s.101
[51] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia, a Short History, McMillan General Books, London, 1996, s. 102-104
[52] A.g.e. s.97
[53] Noel Malkolm (Noel Malcolm), Bosnia, a Short History, McMillan General Books, London, 1996, s.97
[54]Tomislav Kıralâçaç ( Tomislav Kraljacac ), Kalajev rezim u Bosni i Hercegovini, 1882-1903, Biblioteka Kulturno Nasljede, Sarajevo, 1987, s.36
[55] A.g.e. s.36
[56] A.g.e. s.38
[57] Mustafa İmamoviç, Historija Boşnjaka, Boşnjacka Zajednica Kulture, Sarajevo, 1996, s.156
[58] Adil Zulfkârpaşiç (Adil Zulfikarpaşiç), The Bosniak, Hurst and Company, London, 1998,s.3
[59] Mustafa İmamoviç, Historija Boşnjaka, Boşnjacka Zajednica Kulture, Sarajevo, 1996, s.226-304
[60] A.g.e. s.229
[61] A.g.e.
[62] A.g.e.
[63] Halil İnalcık, Doğu Batı Makaleler 2, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2008, s.57
[64] Mustafa İmamoviç, Historija Boşnjaka, Boşnjacka Zajednica Kulture, Sarajevo, 1996, s.279
[65] Noel Malcolm, Bonsia A Short History, Macmillan General Books, London, 1996, s.83
[66] Mustafa İmamoviç, Historija Boşnjaka, Boşnjacka Zajednica Kulture, Sarajevo, 1996, s.291
[67] Noel Malcolm, Bonsia A Short History, Macmillan General Books, London, 1996, s.140
[68] A.g.e.,s.163
[69] Castın Mıkkarti (Justin McCarthy), Death and Exile, The Darwin Pres Inc., Princenton, 1996, s.1.

YORUM YAP