Boşnaklar: Kahve, Pita ve Teferiç » Boşnak HaberBoşnak Haber

20 Nisan 2024 - 01:31

Boşnaklar: Kahve, Pita ve Teferiç

Boşnaklar: Kahve, Pita ve Teferiç
Son Güncelleme :

30 Kasım 2018 - 21:34

 

 

 

Selma PEŞTELİ “Bir Göç Hikayesi”

93 Harbi’nde Türkiye’ye göç eden Boşnakların önemli bir kısmı Bursa ve İnegöl çevresine yerleşmiştir. Biz de o ailelerden biriyiz. Dedelerim ve babaannem Bosna Hersek’ten Türkiye’ye göç etmişler. Babamın babası Cafer henüz 14 yaşında iken annesinin ardından babasını da kaybedince dayısı tarafından dört erkek kardeşiyle birlikte Türkiye’ye getirilmiş. Orada evli olan kız kardeşleri Duda (Dudiye) kalmış, “Kardeşlerimden birini burada benimle bırak” diye dayısına yalvarmışsa da o seçim yapamamış ve hepsini getirmiş. Yıl 1884’tür. Berlin Anlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’i Avusturya’ya bırakmasının üzerinden sadece altı yıl geçmiştir.

Babaannem Gülsüm de ailesiyle birlikte Mostar’dan Bursa’ya gelmiş, sonra Cafer Dedemle evlenmiş. Babam üç yaşındayken de ölmüş.

Annemin babası Abdi Bekâr, ailesiyle geldiğinde 12 yaşındadır ve yıl 1895’tir. Anneannem Ayşe İnegöl’de doğmuş, onun anne babası da Mostar’dan gelmiştir.

Çocukluğumda İstanbul’a gidiş gelişlerimizde İstanbul’u çok beğenir, “Dedelerim neden buraya yerleşmemişler?” diye düşünürdüm. Çocuk aklı işte. Gençliğimde ise, “Neden vatanlarını bırakıp geldiler, ben bırakmazdım” diye onlara içerlediğimi, hatta kızdığımı anımsıyorum. Oysa annemin amcası burada Çanakkale Savaşı’nda şehit olmuştu. Dayısı İngilizlere esir düşmüş, kurtulmuş, sonra da Kurtuluş Savaşı’na katılmış. Onun, babamın dayısının İstiklal Savaşı Madalyaları vardı. Ancak yıllar sonra korkak olmadıklarının farkına varmıştım. Onlar savaşların ve kötü yönetimlerin kurbanı olan, oradan buralara savrulan, yerini yurdunu, toprağını bırakan muhacirlerdi.

Annemle babam bizden saklamak istedikleri konuları Boşnakça konuşurlardı. Ama Ayhan Teta(teyze), Strina(yenge) gibi bazı yaşlı yakınlarımız Boşnakça konuşmayı yeğlerlerdi. Mahallemizin çoğu Boşnak’tı. Dedelerimiz Bosna’dan gelip, İnegöl’de iki katlı, bahçeli evler yapmışlardı. Erkekler iş yapmak zorunda olduklarından hemen, kadınlar ise ancak Cumhuriyet döneminde, daha geç, Türkçeyi öğrenmişlerdi. Ama Esenköy’e gittiğimizde çocukların da hâlâ Boşnakçayı konuşmasına biraz da şaşırırdım.

Boşnakların hayatını üç kelimeyle özetlemek gerekirse; kahve, pita ve teferiç diyebiliriz sanırım. Pita, böreğe, teferiç ise pikniğe verilen addır.

Boşnak mutfağı oldukça geniştir. Kahvaltıda; ballı ya da pekmezli kaymak, kuru et (baharatlanıp, iste kurutulan bir nevi pastırma), kuru etli yumurta, sütün içine doğranan ekmek, gruşenina yenirmiş. Gruşenina; inek doğum yaptıktan sonraki ilk ve ikinci sütü yavrusuna ait olduğundan, üçüncü sütü sağılıyor. Çiğ süte, üç yumurta çırpıp, üç kaşık un ekleniyor. Yağlanmış tepside fırında pişiriliyor.

Poğaça, çahiya (nohut mayalı bir ekmek) ve bildiğimiz ev ekmeği, kahvaltılık olarak da peksimet, uştipak ve maslenisa yapılıyor.

Boşnaklarda kahve içimi başlı başına önemli bir yer tutar. Kahvaltıdan önce, sonra, günün her saati kahve içilir. Leyla ablanın (İlova) dediği gibi; “Tabii ki Türk kahvesi. O zaman Yemen bizim. Kahve Yemen’den geliyor. Ha İnegöl’den gelmiş, ha Yemen’den. Bosna için de öyle, Osmanlı toprağı olduğu sürece, belki nakliye zor.”

Boşnaklar arasında hazır kahve beğenilmezdi. Çiğ kahve alınıp, dolapta kavrulur ve kahve değirmeninde çekilirdi. Eskiden bakır cezveler mangala sürülür, misafirle birlikte zarflı fincanlarda, “kıtlama” tabir edilen şekilde içilirmiş.

Boşnaklarda kadın, erkek ve çocuklar, herkes kahve içerdi. Yerlilerde ve diğer göçmenlerde daha çok erkekler içerdi. Çocukluğumda, kahve içmek isteyen çocuklara, annelerinin; “Çocuklar kahve içmez, yoksa kapkara olursun” dediklerini, bize ise annemizin, en azından kahveye batırılmış şekeri, ya da kahve tabağına biraz döküp verdiğini, kahve içenlerin sapsarı, içmeyenlerin kapkara olduklarını bir ironi olarak anımsarım.

1950’li yıllarda Bursa’da teferiç

Yemeklere gelecek olursak… Boşnak sofrasında ağırlıklı olarak et, patates yemekleri ve börekler yer alır. Piryan, biryan, büryan, kapama gibi çeşitli adlarla anılan etli pilav da çok yapılır. Yemeklerde tereyağı, susam yağı ve kuyruk yağı kullanılmaktaydı.

Patates çok sevilir ve kullanılır. O kadar ki; İnegöl’de eskiden Boşnaklara; “kompir (patates) milleti” dendiğini anımsıyorum. Annemin anlattığına göre; kadının biri akrabalarına Mesudiye köyüne gitmiş. Sonradan demiş ki; “Patates çorbası, patates yemeği ikram ettiler. Dönüşte de elime patates verdiler!”

Börekler üç çeşit yapılır. Çarşaf böreği, katmerli ve nişasta yardımıyla açılan ince yufkalardan oluşan böreklerdir. Üç çeşit mantı olduğu gibi, hemen hemen her çeşit sebzeyle yapılan börek vardır. Kıymalı olana börek denir, diğerleri içine konduğu malzemenin adı ile söylenir, kompiraça pita (patates böreği) gibi.

Eskiden fakir ya da zengin, her kadının börek yapabilmesi aranan bir özellikmiş. Annemden dinlemiştim: Bosna-Hersek’te Sancak Beyi olan Çengiç Haydar Bey Bursa’ya sürgün edilir. Oğlu İsmail Beyi, İnegöl’den Lâkşelerin kızı Hayriye Hanımla evlendirir. “Yarın sabah gelin hanımdan maslenisa yeriz” deyince, küçük yaşta olduğundan yufka açmayı bilmeyen Hayriye Hanımın yardımına bir hizmetçi koşar ve maslenisa yapılıp, kayınpederin takdiri kazanılır.

Hayriye Hanım’la İsmail Bey’in, Rıza adında bir oğulları olur ve sonradan İlova soyadını alır. Hayriye Hanım, çok misafirperver, iyi kalpli ve mütevazı bir kişiymiş. Babamdan dinlemiştim, Kurtuluş Savaşı sürecinde Bursa’da onların yanındaki evde oturmuşlar. Herkesi yemeğe çağırdığını anlatır, rahmetle anardı.

1981 yılında oğlum Doğan boğmaca geçiriyordu. Babam Esenköy’ün havasının iyi geleceğini düşünüp, oradaki evi temizletmişti. Gitmeden önce yemek hazırlıkları yapıp, ertesi güne de dünürlerimizi davet etmiş, ağabeyimlerle birlikte çıkıp, yerleşmiştik. Konuklarımız gelmiş, börek de dâhil, öğle yemeğimizi yemiştik ki, karşıdan oradaki komşumuz Cemile Abla başında bir tepsi börekle çıkagelmesin mi! İçimden yarım saat önce getirseydi ne iyi olurdu diye geçirirken, tadına bakalım dedik ve tok halimizle tepsiyi bitirip, istisnasız hepimiz hayatımızda yediğimiz en güzel böreğin bu olduğuna karar verdik.

Börek hamuru için gerekenler: 4 su bardağı un – 500 gr (yarım bardağı topakların üzerine), 1 yumurta, 2 çorba kaşığı yoğurt, 2 çorba kaşığı zeytinyağı, tuz, 1 su bardağı su. 1 su bardağı buğday nişastası (yufkaları açmak için).

Yapılışı: Büyükçe bir kaba unu eler, üzerine tuzu serperiz. Ortasını açarak oraya yumurta ve yoğurdu koyup, biraz çırparız. Sonra suyu yavaşça koyup, hepsini karıştırırız. Güzelce yoğururuz, zeytinyağı ile toparlarız. Hamurumuz kulak memesi yumuşaklığına gelince beş eşit parçaya bölüp, beş topak elde ederiz. Temiz bir bezle örtüp, biraz dinlendiririz. Sonra bir topak alıp, altına ve üzerine un serperek oklavayla yuvarlak şekil verdirip, daha sonra yine un ve nişasta yardımıyla oklavayla yufkayı açarız. Bir bezin üzerine yufkayı sereriz. Bu işlemi beş kez yineleyerek beş adet yufka elde etmiş oluruz.

Tarifini verdiğim bu yufkalarla farklı börekler yapmam mümkündür. Ben size çok sevilen patates böreğinin tarifini vereyim.

KOMPİRAÇA PİTA (PATATES BÖREĞİ) 

Gerekenler: 5 adet açılmış yufka ya da 5 adet hazır yufka.
Yufkaları yağlamak için 1 su bardağı zeytinyağı.
İçi için: 1 kg patates, 1 baş soğan, 250 gr kıyma, tuz, karabiber.
Yapılışı: Patatesleri soyup, küp küp keseriz, soğanı da keseriz. Tencereye yarım su bardağı yağı, patatesleri, soğanı, tuzu koyarız. Tahta kaşıkla karıştırarak beş dakika kadar pişiririz. Ocaktan alınca kıyma ve karabiberi ekleyip, karıştırırız. Sonra soğumasını bekleriz.

Bir yufkayı yağlayıp ortadan ikiye böleriz. Kenarlarına iç malzemeyi yerleştiririz. Ortaya doğru rulo yaparak sararız.

Tepsiyi yağlayıp, yuvarlak oluşturduğunuz yufkayı yerleştiririz. Diğer yufkalara da aynı işlemi yaparak kol böreği şeklinde yerleştiririz. Üzerini de yağlayıp fırında pembeleşinceye kadar pişiririz.

Fırından çıktıktan sonra eskilerin hatırına biraz tereyağı süreriz. Sonra da oturup afiyetle yeriz.

Tabii, ince yufka açmak tecrübeyle oluyor. Yufka açılışını izlemek de önemlidir. Her kadının yufka açışı farklıdır. Ama ana kurallar aynıdır. Burada, çok böreğini, baklavasını yediğimiz, her an Hızır gibi yetişen Zlatka(Altın) teyzeyi rahmetle anmadan geçemeyeceğim.

Eskiden, on on beş tane kaz tüyü iple bağlanır, yufkalar onunla yağlanırdı, ona da pero ya da pera denirdi.

Komşumuz Yücel Abla anlatırdı. Hayatında ilk defa börek yapmış. O zaman mahalle fırınına gönderiliyor. Sonra çocukları alıyorlar. Ailecek oturup, yiyorlar. Hepsi çok beğeniyor, “yufkaları nasıl da bu kadar ince açabildin?” diye hayret ediyorlar. O sırada kapı çalıyor, Behire ablanın kızı, elinde bir tepsi börekle duruyor. “Tepsiler karışmış,” diyor. Yücel Abla gayet mahcup bir ifadeyle; “Kusura bakmayın, biz sizinkini yedik!” diyor.

Bursa yöresine yerleşen Boşnakların yemekler konusunda yerlilerle kaynaşırken pek sıkıntı çektiklerini düşünmüyorum. Çünkü çoğu yemek aynı, bunu yıllar evvel Boşnak Yemekleri adlı kitabımı hazırlarken, annemin; “Yaprak sarmasını, dolmaları, ciğer sarmasını yazmadın. Olur mu? Biz onları yapıyoruz” dediğini sık sık anımsarım. Bazı yemekler de burada unutulmuş. Örneğin soğan dolması, Bosna’daki adıyla “sogan dolma” olarak tekrar buraya gelmiş.

Boşnak yemekleri

BİR YEMEK, BİR ANI…

Bir kış günü keyifsiz olduğum için okula gitmemişim. Şans bu ya, o akşam da evde davet var. Yemeklerin çoğu hazır, sıra babamın en sevdiği yemek olan “içiya”da. Akrabalarımızdan Ayhan Teyze erkenden gelmiş. Ben de yemek odasında yatıp onları izliyor ve dinliyorum. Babam bir gün önceden yapılmış poğaçayı itinalı bir şekilde ufak küpler halinde kesiyor. Kimse babam ve Süphiye halam kadar düzgün kesemez. Önceden pişirilmiş tavuk tencerede hazır. Babam; “Yağı bol olsun, adı üstünde içi yağ” diyor. O arada Ayhan Teyze Mostar’ın güzelliklerini, babasının karaca avlarını, ziyafetleri anlatıyor.

Dedemlerin Bekiya denen büyük çiftliklerini, karın tokluğuna çalışan kmetleri, kuleleri, kulelerin mazgallarını ve Hasan Kapetan’ı masal dinler gibi dinliyorum.

Uyandığımda baktım davet bitmiş. Konuklar gitmiş. Babam ateşim var mı diye bakıyor. Ben; “Karacalara yazık değil mi?” diyorum.

İçiya’nın tarifini de burada vermek isterim.

İÇİYA

İçiya için bir gün önceden poğaça yapılır. Poğaçanın yarısı yapıldığı gün yenilir, kalan yarısı da içiya için kullanılmak üzere bir gün bekletilir. Poğaça, Boşnakların söyleyişiyle pogaça için gerekenler: 3 yumurta (bir yumurta sarısını üzerine sürmek için ayırırız), 1 su bardağı yoğurt, yarım su bardağı su, 4,5 su bardağı un, 1 çorba kaşığı zeytinyağı, tuz, 1 çay kaşığı karbonat.

Yapılışı: Derince bir kaba unun büyük bir kısmını eleriz. Ortasını açık bırakıp, oraya 2 yumurta + 1 yumurta akı, tuz, yoğurt, karbonat ve suyu ilave ederiz. Hepsini karıştırıp, hamur haline getiririz. Zeytinyağını hamura yedirip, çapı 29–30 cm olan bir tepsiye yerleştiririz. Üzerine bıçakla çizgiler çekip, yumurta sarısını süreriz. 1 saat dinlendirip, 180 derecede 40 dakika pişiririz.

Yemeğin yapılışına gelirsek… Bir tavuğu, bir baş soğan, tuz koyarak ve etleri didiklenecek şekilde bol suda haşlarız. Suyunun kalmasına özen gösteririz. İki su bardağı pirince, tereyağı ve suyunu katıp pilavı da pişiririz. Pogaçanın kabuk kısımlarını ayrı bir tepsiye, iç kısımlarını ayrı bir tepsiye küp küp keseriz. İç kısımlarını beş dakika kadar fırında tutarız. Kabukları da ilave ederiz. Hepsini büyükçe bir tepsiye geçirip, üzerine yavaşça tavuk suyunu döküp, pogaçalara yediririz. Pilavı da yine yavaşça döküp, karıştırırız. O sırada karabiberi de ekleriz. Servis tabağına alıp, üzerini tavuk etleriyle süsleriz. Dört kaşık tereyağını kızdırıp, kırmızıbiberi de katıp, üzerine gezdiririz. Ve afiyetle yeriz.

MISIR

Boşnak sofrasında mısır da önemli bir yer tutar. Mısırın unundan, mısır ekmeği, pura (kaçamak) çok sık yapılan yiyecekler olmuştur. Bunun yanında eskiden ulevaklara ve razvaruşa tatlısına da bir avuç konulurmuş.

Pura’nın yapılışı ise şöyle: Tencerede tuzlu su kaynatılır, ortası boş kalacak şekilde avuç avuç kenarlarına mısır unu yerleştirilir. Kısık ateşte bir saat kadar pişirilir. Sonra bir kişi tencereyi tutar, diğeri oklavayla karıştırır. Kaşıkla servis tabağına alınır. Üzerine kızdırılmış tereyağı, peynir konur. Yoğurtlusu, hatta tatlısı bile olur. Peyniri ve yağı katmadan bir kısmı ayrı tabağa alınıp, bir tavada tereyağı eritilip içine bir miktar bal katıp tatlısı yapılır.

KOMUŞANE (Kaybolan Bir Âdet)

İnegöl’deki Esenköy’ün adı Ruşen Tahtaköprü iken, köy kalabalık ve de mısır bol iken burada bir âdet varmış. Annem Hayriye Peşteli ve köy sakinlerinden Veysel Keskin bana bu âdeti şöyle anlattılar: Mısır zamanı bir meydanda toplanılır, kimin mısırı ayıklanacaksa onun mısırı yığılırmış ortaya. Etraf fenerlerle aydınlatılır, kızlar en güzel giysilerini giyer, delikanlılar yakışıklı görünmeye bakarlarmış. Bir genç kız, mısırı eline alıp, koçanını ayıklar, bir kısmını bırakıp, hoşlandığı beğendiği delikanlıya atarmış. Delikanlı da kızı beğeniyorsa, koçanın kalan kısmını temizleyip, kıza geri atarmış. Sırasıyla kızlar beğendikleri delikanlıları seçerler ve mısırların bir kısmı ayıklanmış olurmuş. Mızıka çalmaya başlar ve hep birlikte “Yelena” şarkısı söylenip, oyunlar oynanırmış. Kızların topuklu ayakkabılarının sesi Uludağ’ı inletirmiş.

BOSNA ERİĞİ                                   

Bahçelerimizin ve bahçe kapılarımızın olduğu, insanların birbirine güvendiği, sevdiği, saydığı günlerdi, zamanlardı.

Erik ağaçlarının dalları meyvelerin çokluğundan yerlere eğilmişlerdi adeta. Arkadaşlarıma şilvopita (erik tatlısı) yapmak için erik toplamıştım ki bahçe kapısı açılıp Şerife Yenge geldi. Birlikte içeri geçtik. Annem hemen cezveyi ocağa sürdü. Ben de erikleri yıkayıp kesmeye başladım. İnegöl’e geldiğinizde neleri değişik bulmuştunuz?” diye Şerife yengeye sordum. “Geldiğimizde ben on dört yaşındaydım. Biz geç geldik. Türkiye’ye geldiğimizde Cumhuriyet kurulmuştu. Bana artık genç kız oluyorum diye Mostar’da döpiyes diktirmişlerdi. Teyzemin kızları; ‘Burada bunları giyemezsin’ dediler ve hemen Meryem hanıma çarşafım diktirildi. Sonra hiç unutmam, geldiğimizin ertesi günüydü, Kemalpaşa Mahallesi’nde bir kına gecesine götürdüler. Hava yağmurluydu ve her taraf çamur içindeydi. Çok şaşırmıştım. Sahi, bir de ilk defa İnegöl’ü görünce çok köhne gelmişti. Ama şimdi hep babama dua ediyorum, bizi Müslüman topraklarına getirdiği için.”

Annem, “Bak sen anlatınca benim de aklıma ne geldi” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Nenem anlatırdı. Ömer dedem (Alikalfiç), çarşıda yerlilerle otururken, bizimkiler çarşaflarıyla geçmişler. O zaman peçe var, yüz gözükmüyor tabii. Adamın biri demiş ki: ‘Bakın bu geçenler Boşnak, başlarındaki feslerden belli.’ Dedem eve geldiğinde; ‘Artık o fesleri takmayın, çok dikkat çekiyor’ demiş.”

“Uyum sağlamak için besbelli” diyorum. “Acaba Bosna eriği burada nasıl yetişti?” soruma annem: “Ah bunu nasıl anlatsam? Biliyorsunuz, Ömer dedem ilk gelenlerden. Mostar’dan Dubrovnik’e, oradan Hayfa, Şam, Kütahya ve en sonunda İnegöl’e geliyorlar. O nereye gitse denermiş, erikler burada tutuyor, o da yetiştiriyor. Ama sonra Cafer deden ve baban da aşı yapıp çoğalttılar. Hepsi nur içinde yatsın” diyor.

Bu tatlıdan bu kadar bahsedip tarifini vermeden olmaz.

Şilvopita

Gerekenler: 1 kg Bosna eriği, 1 su bardağı toz şeker, 3 çorba kaşığı tereyağı, 2 çorba kaşığı un.

Yapılışı: Erikleri yıkadıktan sonra yarısını uzunluğuna kesip, çekirdeklerini çıkartıp, bir tepsiye diziyoruz. Üzerine unu ve şekeri serpiyoruz.
Yağı da eritip döküyoruz Fırında pişiriyoruz. Soğuyunca üzerine kaymak ya da dondurma koyarak afiyetle yiyoruz.

Slatki çevap

Bosna eriğinden yapılan bir başka yemekten daha söz edeyim: Slatki çevap, Türkçe adıyla tatlı kebap. Bu, eskilerin çok sevdiği bir yemektir. Hele Kurban Bayramı sonrası mutlaka yapılırdı. Ama sonraları değişen ağız tadımıza uymaz oldu. Yapılışı şöyle: Gerdan bol suda yumuşayıncaya kadar haşlanır. Diğer yanda yarım kilogram kuru Bosna eriği, sıcak suda bir süre bekletildikten sonra yarım su bardağı şeker katıp pişirilir. Ayrı bir kapta yarım kilogram kabukları soyulmuş dilimlenmiş elma yine yarım su bardağı şekerle pişirilir. Bir su bardağı kuru üzüm sadece suyla pişirilir. Malzemenin hepsi etin içine katılır. Bir taşım kaynatılır. Üzerine tarçın serpip ılık olarak servis edilir.

Bayramlarda bütün Boşnakların evinde olduğu gibi, bizim evde de baklava ve rujissa yapılırdı. Baklava yufkaları incecik ama çok katlı (elli altmış kat) bol cevizli olurdu. Eskiden cevizin arasına tarçın da konurmuş, ama sonraları bundan vazgeçilmiş.

Bir diğer önemli bayram tatlısı da hurmacıktı. Rahmetli babam buna “cennet kerpici” derdi.

HURMACIK

Gerekenler: 625 gr tereyağı, 1 yumurta, 1 çorba kaşığı yoğurt, 1 çorba kaşığı sirke, 1 çay kaşığı karbonat, 4 su bardağı un.

Şerbeti için: 3 su bardağı şeker, 2 su bardağı su, 2 tatlı kaşığı limon suyu.

Yapılışı: Yağı eritip, soğuyunca sirke, yoğurt, yumurta ekleyip, çırparak koyu bir krema haline getiriyoruz.

* Karbonat ve unu da ekleyerek hamuru yapıyoruz.

* Hamurdan yumurta büyüklüğünde parçalar alıp, elde bir santimetre kalınlığında oval şekil verip, rendeye bastırıp tepsiye yerleştiriyoruz. Fırında pembemsi bir renk alıncaya kadar pişiriyoruz. Fırından çıkartıp soğumaya bırakıyoruz.

* Şeker ve suyu kaynatıyoruz, içine limon suyunu katıp, ateşten alıyoruz.

* Soğuk hurmacıkların üzerine sıcak şerbeti döküyoruz.

Unutma dediğimiz bir çeşit kek ve Tereyağlı adı verilen kurabiye de eskiden Boşnakların sofralarından eksik olmazdı. Bunlar misafirlere yapıldığı gibi, kolay kolay bozulmamaları nedeniyle yolluk olarak da yapılırdı. Pişmaniyeye benzeyen Çeteniyaya ben yetişemedim. Önceden fırında pişirilen un, şeker kavrulup, ağda kıvamına gelince yağlanmış tepside rulo haline getirilip, ellerini unlayarak çekiştirilerek yapılırmış.

TEFERİÇ

Teferiç, çeşitli yemeklerin yapılıp, yeşillik bir subaşına gidilip, orada yenilip içilen pikniğe Boşnakların verdiği addır. Osmanlıca da Teferrüc; eğlenmek için gezme, seyir anlamında olup, Arapça bir isim ve ferec kökünden geliyor. Ferec, acı ve kederden sonra gelen sevinç demektir. Bunun da Boşnaklara çok uyan bir sözcük olduğunu düşünüyorum.

Eskiden Teferiçler akordeonsuz olmazmış. Akordeon eşliğinde kololar ve diğer oyunlar oynanırmış. Akordeona mızıka da deniyor. Gusle; kemençeye benzeyen yerel bir çalgı, Mustafa Dayı (Bekâr) gusle çalan çok kişinin olduğunu ve bir de harman zamanında ince saz (keman, saz) dinlerken, bir yandan da kaynamış patates, mısır, karpuz ve kavun yenildiğini anlattı. Annem gusleyi daha çok erkeklerin çaldığını söyledi. Pakize Teyze (Ünlü), “Leylekovka Ayşe Abla çok güzel mızıka çalardı” diye hatırlamıştı. Veysel Keskin Esenköy’de, Nurettin Yiğit, Ömer Tek ve Ömer Çam’ın akordeon çaldıklarını hatırlıyor.

Konuştuğum kişilerden edindiğim bilgiler, 1960’lı yıllara kadar her iki çalgının da varlığını koruduğu yönünde. Sonra oyunlardan birkaçı kalmış. 1994 yılında kurulan İnegöl Bosna Hersek Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği sayesinde toplanılır ve tekrar akordeonlar çalınır oldu. Bu yıl on yedincisi yapılan Pita Günü’nde binlerce kişi buluştu ve kolo oynadı. Kim bilir, belki bir gün bir yerlerden gusle sesini de duyarız!

Boşnaklar arasında kullanılan atasözleri ve deyimlerin bazıları anlam bakımından Türkçe ile benzerlik gösterir. Aşağıya aktardıklarımda bu benzerliği görebilirsiniz. Elbette daha çok sayıda vardır ama bunlar benim aklıma ilk gelenler (okunuşları ile):

“Napravi klip, biçe lip. / Sopayı da süslersen güzel olur.

“Da podne skimesi, od podne svimesi.” / Öğlene kadar kiminleysen öğleden sonra onun gibi olursun.

“Allahümme rabbi, svak sebi grabbi.” / Allahümme Rabbena, hep bana.

*Bu yazı Kasım 2012’de Olay Gazetesi’nin Bursa’da Yaşam ekinde yayınlanmıştır.

Kaynak:belgeseltarih.com

EN ÇOK KAZANANLAR

EN ÇOK KAYBEDENLER

EN ÇOK İŞLEM GÖRENLER

YORUM YAP

DÖVİZ KURU

BIST100
DOLAR
EURO
BITCOIN
ÇEYREK ALTIN
GRAM ALTIN