Tito, Balkanlar, Batı ve Doğu » Boşnak HaberBoşnak Haber

20 Nisan 2024 - 03:44

Tito, Balkanlar, Batı ve Doğu

Tito, Balkanlar, Batı ve Doğu
Son Güncelleme :

09 Kasım 2022 - 22:49

                                                                      Tito, Balkanlar, Batı ve Doğu

                                                                                                                     

                                                                                     Mustafa Kahramanyol

 

                                                       Özet

Zagreb’de Komünist Partisi’ne 1920 yılında katılarak siyasete giren Yosip Bıroz Tito, Yugoslavya’daki halkların günlük hayatlarını ve siyasî görüşlerini derinden etkilemiştir.  Birçokları tarafından takdir veya tenkid edilmiş fakat Balkanlar’da ve Dünya’da mühim bir siyasetçi olarak kabûl edilmiştir. Yugoslavya İkinci Dünya Savaşı sırasında Tito ve arkadaşları tarafından ikinci defa kurulmuş ise de, Tito bu işin ana dinamosu olmuştur. Tito, arkadaşlarına sadece fikir ve yön vermemiş; bir yandan barış ve adâlet söylemlerine rağmen, devrimci şiddet ve zulmü de gerekli ve meşru görerek yoğun bir şekilde uygulanmasına cevaz vermiştir. Böylesi bir geçmişe rağmen, Tito’nun 2. Dünya Harbi’nden sonraki siyasî çalışmaları, Komünist ülkeler içinde yeni fikirlerin doğmasına ve Batı etkisinin buralarda güçlenmesine yol açmıştır. Bu itibarla, Tito’yu tanımak, hem bölge ülkelerinin, hem de büyük güçlerin Balkanlar’daki siyasetini oldukça iyi tanımak için çok faydalı bir bir örnek temin eder. Bu itibarla, Tito’nun Yugoslavya’sını tanıyabilmek için, Tito’nun öncelikle kendi şahsını ve sonra da sırasıyla, bölge ve milletlerarası şartları ve mücadeleleri bilmek gerekir. Bu makalede, Tito ve siyasî hayatı konusunda birtakım belgeler, hnlatımlar ve yorumlar sunulmaktadır.

Anahtar kelimeler: Yosip Bıroz Tito, Balkanlar, Yugoslavya, 2. Dünya Savaşı, Yugoslavya Komünist Partisi.

 

 

 

                                                               Abstract

Josip Broz Tito, joined the Yugoslav Communist Party in 1920 and working as a professional revolutionary made a deep impact on daily life and politic orientation of the people of Yugoslavia. He has been widely preised or criticised by many; but accepted as an important politician both in the Balkans and in the World. Although, the Second Yugoslavia had been carved out by Tito and his comrades during the Second World War. Tito was and remained the sole leader and spirit of that movement. He gained his goals by always influencing and directing his young comrades, bargaining with his opponents, getting powerful allies or using force. Notwithstanding his public announcements of peace and justice, he gave way to revolutionary terror and liquidation of opponents, considering it both necessary and legitimate. Inspite of such a background, after the Second WW, his political activities, unleashed new ideas throghout the Communist countries and provided for Western influence there. Therefore, getting to know Tito, would provide useful credentials towards thoroughly understanding the policies of the great powers in the Balkans. To understand Tito’s Yugoslavia and his politics, one has to start with his personality and to proceed with getting acquainted with the local and international circumstances and struggles. Certain documentations, narratives and comments concerning Tito and his policies are submitted herein.

Keywords: Josip Broz Tito, Balkans, Yugoslavia, the Second WW, Yugoslav Communist Party,

                                                                                   Giriş

Yeryüzü konumu itibarıyla Avrupa’dan ayrılamayan, ama kültür olarak hep içerideki “öteki” konumunda algılanan Balkanlar’da, Alman, Arnavut, Boşnak, Bulgar, Çingene, Hırvat, Macar, Pomak, Sırp, Sloven, Türk, Yahudi, Yunan gibi etnik gruplar yaşamaktadır. Ancak, Romalılar, Hunlar, Gotlar, Avarlar, Franklar, Kumanlar ve Peçenekler de bu bölgede belirli zaman dilimlerinde hâkim olmuş ve derin izler bırakmışlardır. Doğu ile Batı arasında bir tür köprü olan işbu yarımada, 1350’lerden itibaren, Türkler’in bu bölgeyi hâkimiyetleri altına almasıyla farklı bir dünya ile tanışmış ve onun bir parçası olmuştur. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla birlikte, bunun idaresindeki halklar dış güçlerin kışkırtması ve yardımıyla, önce özerkliklerini, sonra da bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Bu süreçte ise, çok şiddetli savaşlar ve kanlı siyasî çatışmalar yaşanmıştir. Uzun ve kanlı bir mücadele sürecinden sonra, Balkanlar, iki dünya savaşı arasındaki dönemde göreceli bir sükûnet yaşamışsa da 1939 yılında patlayan İkinci Dünya Savaşı, bölgedeki dengeleri ve düzeni altüst etmiştir. Bu savaşın etkileri, Balkanlar’daki Komünist idarelerinin 1990-92 yıllarında yıkılmasına kadar güçlü bir biçimde devam etmiş; hâlen de başka bir kisvede devam etmektedir. Tito, bu karmaşanın içinde sivrilen önemli şahsiyetlerden biri olmuştur.

Yugoslavya, Birinci Dünya Harbi’nin sonunda akdedilen Versay Barış Antlaşması ile kurulmuş bir ülkedir. Bu ülke, büyük güçlerin kararına göre, Sırbistan Kırallığı, Karadağ Kırallığı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun elinden alınan Bosna-Hersek, Hırvatistan, Sılovenya ve Adriya sahili üzerine kurulmuş olup, idaresi Sırbistan’ın Karacorceviç hânedanına verilmiştir. Ülkenin kuruluşunda, büyük güçlerin menfaatleri etkili olmuş ise de, “Güney Sılavcılık” adı verilen siyasî akımın da mühim bir katkısı olmuştur. Yugoslavya’nın kuruluş dönemindeki adı da “Sırp-Hırvat-Sıloven Krallığı” olmuştur. 1917 yılındaki Sovyet İhtilâli’nden önce bile bölgede var olan komünistler, kırallığın kuruluşundan sonra hızla ve resmen teşkilâtlanmış ve Sovyetler Birliği’nin izniyle “Yugoslavya Komünist Partisi” (YKP) kurulmuştur.Bu parti, Yugoslavya’daki ilk seçimlerde üçüncü parti olarak ortaya çıkmış ise de, üyelerinden birisinin İçişleri Bakanı’nı suikastla öldürmesi üzerine yasadışı ilân edilmiş ve üyeleri tutuklanmağa başlanmıştır. Bu arada, ülkedeki milletler de kendi aralarında anlaşıp kaynaşamayınca, Kıral 1.Aleksandar, 1929 yılında anayasayı askıya almış ve bütün yetkileri elinde toplamıştır. Bunun siyasî sonuçları, ülkede var olan Sırp baskısının daha da koyu hâle gelmesi, Sırp milliyetçiliğinin azması ve muhaliflerin susturulması, hapse atılması veya sürgün edilmesi şeklinde tezahür etmiştir. 06 Nisan 1941 tarihinde Hitler’in Belgrad’ı bombalamasıyla başlayan saldırı, 17 Nisan 1941 tarinde imzalanan teslim antlaşmasıyla, bu devlete son vermiştir. Bundan sonra başlayan iç savaş ve işgâle karşı mücadele, ancak 1945 yılında son bulmuş ve Tito’nun idaresinde Yugoslavya Federe Halk Cumhuriyeti (YFHC) (İkinci Yugoslavya) kurulmuştur.

                                                                  Tito’nun Hayat Hikâyesi

Yosip Bıroz Tito, 07.05.1892 tarihinde Hırvatistan’ın Kumroves adlı köyünde ailesinin yedinci çocuğu olarak doğmuştur; babası Hırvat, annesi Sloven idi. O zaman, burası Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir parçası olan Hırvat-Sloven Banlığı’nın topraklarından sayılıyordu. Kumroves köyündeki ilkokulda öğrenime başlayan Yosip, başarılı bir öğrenci olmadığından, ikinci sınıfı iki defa okumak zorunda kalmış ve dördüncü sınıftan sonra resmî öğrenimi bırakmıştır.

            1907 yılında, 15 yaşına geldiğinde, köyündeki kıt şartlar dolayısıyla 97 km ötedeki Sisak kasabasına gidip bir tornacı-çilingir dükkânında çırak olarak çalışmaya başlamış ve 1910 yılında buradan mezun olmuştur. Çıraklığı sırasında, “Hür Söz” (Slobodna Reç) adlı sosyalist gezeteyi okumağa ve satmaya başlamış ve 1 Mayıs kutlamalarına ilk defa 1909 yılında katılmıştır. Bu arada, Zagreb’de iş bulunca, Metal İşçileri Sendikası’na ve Hırvatistan-Sılovenya Sosyal Demokrat Partisi’ne üye olmuştur.Daha sonra, Lüblana (Ljubljana), Kamnik(Kamnik-Slovenya), Çenkov(Chenkov-Bohemya), Pilen-Şkoda (Piljen-Škoda-Slovakya), Manhayım-Benz (Bohemya), Griedıl (Viyana), Daimler-Viener (Nuştad) gibi yerlerde çalışan Bıoz, buralarda iyi derecede Almanca ve bir miktar Çekçe öğrenme imkânını bulmuştur .

            Mayıs 1913 yılında Avusturya-Macaristan ordusuna askere alınan Yosip, astsubay okuluna yazılmak imkânını bulmuş ve buradan ordunun en genç başçavuşu olarak mezun olmuştur. Alayının kılıç yarışmalarının birincisi olarak, 1914 yılında Budapeşte’deki ordu kılıç yarışmalarına gidince de burada ikinci olabilmiştir.

            1914 yılında, 1. Dünya Savaşı patlayınca, önce Sırbistan cephesine giden Yosip Bıroz, daha sonra 1915 yılında Galiçya cephesine gönderilmiş ve orada cesaret madalyasına namzet gösterilmiştir. Bıroz, Mart 1915 tarihinde, Bukovina’da ciddî olarak yaralanınca, Ruslar’a esir düşmüş ve Kazan civarındaki bir hastahaneye gönderilmiştir. Hastahanede on üç ay kalan Yosip, orada zatürre ve tifüs de geçirmiştir. Bu dönemde, kendisine bakan Rus hastabakıcılarının getirdiği Tolstoy’un ve Turgenyev’in eserlerini okumuş ve iyi derecede Rusça öğrenmiştir.

            Şubat 1917 ihtilâlinden sonra, Haziran ayında esir kampından kaçarak Petrograd’a giden Yosip, kısa bir süre sonra oradaki Temmuz gösterilerine katılmış ve tutuklanarak Doğu’ya gönderilmiş ise de firar ederek, birçok maceradan sonra, Omsık’a gelebilmiş ve oradaki Kızıl Ordu birliklerine katılmıştır. Ancak, Çek Ordusu’nun bölgede hâkimiyeti ele geçirmesi üzerine, yoldaşları ile ormanlarda saklanmak zorunda kalmıştır. Nihayet, 1920 yılının sonbaharında da Narva-Stetin-Viyana üzerinden memleketine dönen Yosip, Zagreb’de garson olarak iş bulunca burada Komünist Partisi’ne (KP) üye olmuştur. KP, üyelerinin azimli ve fedakâr çalışmalarının sonucunda 1920 seçimlerinde Kurucu Meclis’te 59 üyelik kazanarak ülkenin üçüncü büyük partisi olmuştur.Bir Komünist’in İçişleri Bakanı’nı suikastla öldürmesi üzerine, Komünist Partisi 1921 yılında gayrimeşru ilân edilmiş ve üyeleri tutuklanmağa başlanmıştır. Komünist olduğu gerekçesiyle işinden atılan Yosip Broz da yeraltı çalışmalarına başlamış ve 1924 yılında bölge yönetim kuruluna üye olarak     seçilmiştir.1925 yılında Adriyatik sahilindeki Kıralevisa (Kraljevica)’da tersanede iş bulan Yosip burada da KP içindeki faaliyetine devam etmiş ve sendika yönetimine de seçilmiştir. 1927 yılında Metal İşçileri Sendikası’nın Zagreb şubesi sekreterliğine ve kısa bir süre sonra da aynı sendikanın Hırvatistan merkez sekreterliğine seçilmişse de tutuklanmış ve bir süre hapiste kalmıştır. Hapisten çıktıktan sonra ise, bir daha işe girmeyip bütün zamanını ve gücünü yeraltı faaliyete hasretmiştir.

            Hırvatistan KP’nin Şubat 1928 tarihinde Zagreb’de düzenlediği toplantıya katılan 32 delegeden biri olan Yosip, burada hizipçiliğe karşı çıkmış, partinin ihtilâlci çizgiyi takip etmesini savunmuş ve şiddetli bir mücadeleden sonra partinin yeni seçilen merkez kurulunun sekreteri olmuştur.Kısa bir sure sonra tutuklanan Yosip, beş yıl hapse mahkûm edilmiş ve göderilmiş olduğu Lepoglava hapishanesinde hayat boyu öğretmeni olacak olan Yahudi Marksçı Moşa Piyade (Moše Pijade) ile tanışmıştır.Mart 1934 tarihinde serbes bırakıldıktan sonra yeraltına giren Yosip, önce Valter, daha sonra da Tito takma adlarını kullanmağa başlamıştır.

            1934 yılında, Hırvatistan Komünist Partisi (HKP) Tito’yu Viyana’da düzenlenecek YKP ( Yugoslavya Komünist Partisi) Merkez Kurulu toplantısına delege olarak göndermiş ve Tito orada bu kurulun üyesi olmuştur. Bu toplantıda, Edvard Kardel (Edvard Kardelj), Milovan Cilas (Mćlovan Đilas), Aleksandar Rankoviç (Aleksadar Ranković) ve Boris Kidric (Boris Kidrič) ile yakın arkadaşlık kuran Tito, parti içi hizipçilikle bir çok arkadaşını önemli yerlere getirebilmiştir. 1935 yılında Sovyetler Birliğine giden Tito, Kominterın’in Balkan şubesinde çalışmağa başladıktan sonra, oradaki KP üyesi ve NKVD (Devlet Güvenlik Teşkilâtı) mensubu olmuştur. 1936 yılında Yugoslavya’ya dönen Tito, ertesi yıl Sıtalin tarafından YKP genel sekreterliğine atanmıştır

                                                                 İkinci Dünya Savaşı ve Tito

            1941 yılında Yugoslavya’ya ittifak teklif eden Hitler’in bu konudaki isteklerinin Yugoslavya halkı ve Meclisi tarafından kabûl edilmemesi üzerine, 06 Nisan 1941 günü Belgrad bombalanmış; Alman, İtalyan ve Macar orduları Yugoslavya’ya saldırmıştır. 17 Nisan 1941 günü Kıral Petar ve Bakanlar Kurulu üyeleri ülkeyi terk edince, kalan yöneticiler Almanlar’a kayıtsız-şartsız olarak teslim olmuşlardır.

            Bunun üzerine Tito, YKP içerinde bir Askerî Merkez Karargâhı oluşturmuş ve bunun başı sıfatıyla 1 Mayıs 1941 günü bir bildiri yayımlayarak bütün halkı işgâlcilere karşı mücadeleye çağırmıştır. 27 Haziran 1941 günü YKP Merkez Kurulu Tito’yu istikbalde kurulacak kurtuluş ordularının başkomutanlığına tayin etmiştir. Bunun üzerine Komünistler, hızla direniş birlikleri oluşturmağa başlamışlardır.

            Öte yandan, Yugoslavya’nın yıkılmasından sonra, Hırvatistan, Sılovenya ve Bosna-Hersek bölgelerini kapsayan bir “Hırvat Bağımsız Devleti” kurulurken, kıralcı düzene sadık olduklarını beyan eden Sırp subaylarının yönetiminde “Çetnik” mukavemet kuvvetleri teşkil edilmeğe başlanmıştır. Albay Dıraja Mihayloviç (Draža Mihajilović) Çetnikler’in komutanı olmuş ve daha sonra da “Sürgündeki Yugoslavya Hükümeti” tarafından başkomutan ve savunma bakanı olarak tâyin edilmiştir. Tito, 19 Eylül ve 27 Ekim 1941 tarihlerinde, ortak bir direniş oluşturmak maksadıyla, Mihayloviç ile müzakerelerde bulunmuş ise de bundan bir netice alınamamıştır. Ne var ki bu görüşme, daha sonraları Çetnikler ile işbirliği yapmama hususunda Tito’nun eline çok güçlü bir koz vermiştir. Hep söylenen mazeret şu olmuştur: “İşgâlcilere karşı vatanı savunmak uğrunda, biz siyaseten rakip olduğumuz kimselerin ayağına gidip işbirliği teklif ettik. Ancak, onlar işbirliği yapmak şöyle dursun, düşmanla işbirliği yaptılar ve halka ve Partizanlar’a zulüm ettiler”.

            Çetnikler’in yoğun faaliyetine ve tedhişine rağmen, Tito’nun yönettiği Partizanlar, savaşı ilk günlerinde Sırbistan’ın Ujiçe şehrinde ve civarında bir “Cumhuriyet” kurmağa başarmışlardır. Partizan ordusunun en önemli özelliği, içinde inanmış Komünistler’den oluşan çekirdek yapının yanısıra, her miletten ve inançtan insanların da bulunmuş olmasıdır. Hatta, 2000 kadar Yahudi’nin de Partizanlar’ın aralarında bulunduğu yazılmıştır.

            Tito’nun kurduğu silâhlı kuvvetlere, “Partizan” denmiştir. Bunlar, çete, bölük, tabur ve tugay olarak teşkil edilmişlerdir. Başlangıçta, her seviyedeki askerî birlik komutanlığı için tecrübeli, dürüst ve mücadeleye inanmış askerler tercih edilmiştir. Bu sebeple, Kırallık Ordusu’nda, diğer ordularda veya İspanya İç Harbi’nde kendilerini ispat etmiş kimselere görev teklif edilmiştir. Ancak, bunların yanına Komünist eğitiminden geçmiş ve partiye (YKP) sadakatle bağlı siyasî komiserler verilmiş ve birliklerin asıl yönetici unsuru bunlar olmuşlardır. Her askerî birliğin meşruiyeti, YKP Merkez Karargâhı’nın onayına bağlı olmuştur. Öte yandan, yetenekli ve inançlı bir takım oluşturuluncaya kadar, işbu karargâh uzun bir sure sadece Tito’nun kendisinden ibaret olmuştur. İlk “Proleter Tugayı” 21 Aralık 1941 tarihinde kurulmuştur.

            Kaide olarak, partinin girişimi ile, Partizanlar, önce kendisini mücadeleye adamış kimselerden küçük bir birlik oluşturuyor, belli bir bölgede üs kuruyor ve yönetimi eline alıyordu. Buraya da “Kurtarılmış Bölge” adı verilerek, “Halk Kurulu” ile mahallî Komünist Partisi Yönetim Kurulu müştereken burayı yönetiyor ve ölüm-kalım dâhil, her konuda karar veriyordu. Daha sonra ise, bölge halkından olan işe yarar gençler mecburî askerliğe alınarak mevcut askerî birlik güçlendiriliyordu. Büyük birliklerin kuruluşu ise Merkez Karargâhı’nın (MK) kararı ile oluyordu. Bu ordu savaş boyunca, Alman, Bulgar, Macar ve İtalyan kuvvetlerine ve Çetnik, Ustaşa gibi silâhlı iç rakiplere karşı azimli bir mücadele ortaya koymuştur. Ne var ki, bu mücadelede şiddet ve zulüm yaygın olarak yaşanmıştır. Savaşan tarafların içinde, masum ve merhametli insan bulmak mümkün olmamıştır. 

 

                                               Müttefiklerin Siyasî Tutumu ve Yardımları

            Başlangıç döneminde, Yugoslavya Kırallık Ordusu’nun silâh, mühimmat ve levazım yığınakları Partizanlar tarafından baskınlarla soyulup malzeme dağlara, mağaralara taşınmıştır. Daha sonra ise, İngilizler, Amerikalılar ve Ruslar her türlü malzeme yardımında bulunmuşlardır. İtalya, 1943 yılının Eylül’ünde Müttefikler’e teslim olunca, Balkanlar’daki bütün İtalyan birliklerine, malzemelerini Partizanlar’a teslim etmeleri hususunda İngilizler tarafından emir verilmiştir. Bu olaydan sonra ise Partizanlar bir çeteci güruhu olmaktan çıkmış, donanımlı ve güçlü bir ordu hâline gelmişlerdir. İngilizler’in bu emri bölgedeki kaderi değiştirmiş ve Tito’yu güçlü bir önder hâline getirmiştir.

            İngilizler, öteden beri Balkanlarla çok yakından ilgilenmişlerdir. Meselâ, Yunan isyanı ve bağımsızlığı, büyük ölçüde bir İngiliz girişimi olarak yorumlanabilir. Birinci Dünya Savaşı’nda da İngilizler Balkanlar’a askerî birlik göndermişlerdir. İngilizler, millî menfaatleri gereğince, İkinci Dünya Savaşı’nın başından itibaren, Balkanlar’da Mihver devletlerine düşman olan çeşitli unsurlar ile irtibat kurmuştur. Amerikalılar ise, İngilizler’in âdetâ himayesinde olarak bu işe soyunmuşlardır. Bu münasebetler çerçevesinde, işgâlin daha ilk aylarında, İngilizler öncelikle Çetnikler’in ana karargâhına bir askerî heyet göndermişlerdir. Daha sonra, Partizanlar biraz güç kazanınca, oraya da bir askerî heyet göndermişlerdir. Bu heyetlerin en önemli işlerinden birisi, Dünya ile irtiBatı sağlayacak telsizleri ve bunların çalıştırıcılarını hem Çetnikler’in, hem de Partizanlar’ın karargâhına göndermek olmuştur. Daha sonra, güç dengesi Partizanlar’ın tarafına kayınca, Mihayloviç’in nezdindeki heyet geri çekilmiş ve Partizanlar’ın nezdindeki heyet güçlendirilmiştir. Öyle ki, Başbakan Vinstın Çörçil’in (Winston Churchill) oğlu Binbaşı Rendılp Çörçil (Randolph Churchill) de bu heyetin içinde bulunmuştur.

            İngilizler’in Yugoslavya’daki güçlerlerle ilgili kanaati zaman içinde hep değişmiştir; Haziran 1942 tarihinde Askerî İstihbarat Başkanı Korgeneral Frensis Deyvidsın (Frencis Davidson) Partizanlar’ı “uç unsurlar ve eşkiya” olarak nitelemişken, Mart 1943 döneminden itibaren bu kanaat değişmeğe başlamış ve Askerî Harekât Başkanlığı’nda görevli Binbaşı Beytımın ( Bateman) Pertizanlar’ı “faal ve azimli” olarak vasıflandırmıştır.MI-3b kısmında görevli Binbaşı Deyvid Talbıt Rays (David Talbot Rice) da şu yorumda bulunmuştur: “Mihayloviç’e bağlı güçler, Almanlar’a karşı ancak seyrek olarak saldırı icra ederken, şüphe yok ki Partizanlar günün kahramanlarıdır”.

            İngilizler, ilk defa 20/21 Nisan 1943 gecesi, bir astsubay ve iki gönüllüden ibaret üç kişilik bir istihbarat takımını Adriyatik denizinin kıyısındaki Sen bölgesindeki Bırinye civarına indirmişlerdir. İşbu heyet, Partizanlar tarafında arazide bulunup sorgulandıktan sonra bunların Hırvatistan Merkez Karargâhı’nda çalışmasına imkân verilmiştir. Daha sonra, Binbaşı Vilyım Conıs (William Jones) bu heyete katılmıştır. Mayıs 1943 tarihinde de Yüzbaşı Bil Dieykın (Bill Deakin) Tito’nun karargâhına gönderilmiştir. 17 Eylül 1943 tarihinde de Tuğgeneral Fitzroy Mıklin (Fitzroy Maclean) aynı karargâha katılmıştır. General Mıklin, komando subaylığı, diplomatlık, Temsilciler Meclisi üyeliği etmiş ve çok iyi derecede Sırpça-Hırvatça bilen bir kişi idi. Mıklin, gelişinden kısa bir süre sonra, Dişişleri Bakanı İdın’a (Eden) bomba tesiri yapacak bir bildirimde bulunmuştur. Buna göre, İngiltere Mihayloviç ( Draža Mihailović) ile olan ilişkilerini kesmeli ve sadece Tito’yu desteklemeli idi. Bu teklif, Tahran toplantısından sonra benimsenmiştir. Nitekim Çörçil, Tahran toplantısında bu kararını Sıtalin’e bildirmiş ve 22 Şubat 1944 tarihindeki Meclis konuşmasında da ifade etmiştir.

Aslında, İngilizler daha önce de Tito’ya büyük yardımlarda bulunmuşlardır. Bu yardımların en büyüğü, İtalya’nın 03 Eylül 1943 tarihinde teslim antlaşmasını imzalamasından sonra yapılmıştır. Teslim antlaşması gereğince bütün İtalyan ordularının üst komutasını eline alan Müttefikler’in Akdeniz bölgesindeki komutanı General Henri Meytlınd Vilsın (Henry Maitland Wilson) Yugoslavya’ya hitaben yayınladığı bildirisinde, İtalya ordusunun şimdi kendi emrinde olduğunu vurgulamış ve Yugoslavyalılar’ı Almanlar’ın tahriki ile İtalyan ordusu ile çatışmaktan kaçınmalarını ve bunlarla savaşmadan İtalyan ordusundan mümkün olduğu kadar çok miktarda  silâh, askerî malzeme ve levazım malzemesi elde etmeğe dâvet etmiştir. Musolini’yi (Benito Mussolini) deviren ve İtalya’nın Başbakanlık makamına oturan General Badolyo (Baddoglio) da hatıratında, müttefiklerin istihbarat teşkilâtları aracılığıyla İtalyan Odusu’na Balkanlar’daki Partizan güçlerine katılmaları hususunda talimat vermiş olduğunu yazmıştır.

            İngiliz ve Amerikan Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçaklar, Mayıs-Haziran 1944 tarihlerinde, Partizanlar’ı desteklemek için, Almanlar’ın Yugoslavya’daki bir çok askerî tesisini bombalarken, birçok şehri de bombalamış ve binlerce masum sivilin ölümüne veya yaralanmasına sebep olmuştur.

            Tito’nun bu hadiseyi müttefiklerin kasti bir işi olarak halka açıklama tehdidi üzerine, Müttefik uçakları, cinayetlerin üstünü örtmek gayreti içinde olacak, 22 Ağustos 1944 tarihinde tek bir gün içinde binlerce yaralı Partizanı Bayovo Polye düzlüğünden alarak tedavi için İtalya’ya götürmüşlerdir .

                                                  Tito’nun İkinci Yugoslavya’yı Kurması

            Tito’nu girişimiyle, kurtarılmış bölgeleri yöneten Halk Kurulları’nın seçtiği temsilciler ile Tito’nun uygun gördüğü kimseler, “Yugoslavya Faşist Karşıtı Millî Kurtuluş Meclisi” (AVNOY) adı altında 26-27 Kasım 1942 tarihlerinde Bihaç’ta ve 29 Kasım 1942 tarihinde Yayçe’de toplanarak ülkenin yönetimi, savaş ve gelecekteki siyasî yapılanma konusunda temel kararlar almışlardır.Meselâ, Yugoslavya’nın federasyon olacağı hususu bu toplantılarda kararlaştırılmıştır. Yayçe’de, 67 kişilik bir Başkanlık Kurulu ve başında Tito’nun bulunduğu dokuz kişilik Millî Kurtuluş Kurulu” oluşturularak hukukî temel bir adım atılmıştır. Böylece Tito, ülkenin hem askerî, hem de siyasî ve idarî başı olarak kabûl edilmiştir. Bu kurulun beş üyesi Komünist, diğerleri de önde gelen vatansever düşünürler idi.

            Müttefiklerin Balkanlar’a çıkarma ihtimalini yüksek gören Hitler, Balkanlar’a büyük bir güç nakletmiş ve mahallî direnişi yok etmek için büyük hazırlıklar yaptırmıştır (Ocak-Haziran 1943). Ancak, halkın ve Partizanlar’ın büyük bir direnişiyle karşılaşan Almanlar gücünü kaybedince, Partizanlar giderek güçlenmiş ve ülkede birçok kurtarılmış bölge oluşturmuşlardır. Bosna, Hersek ve Karadağ, yeryüzü yapısının haşin olması dolayısıyla bu işe en elverişli bölgeler olmuş, ilk idarî birimler buralarda oluşturulmuş ve Merkez Karargâh ile Millî Kurtuluş Kurulu buralarda barınmıştır.  

Mihayloviç’in, Paveliç’in ve diğerlerinin Almanlar ile olan işbirliği açık olarak ortaya çıkınca, Tahran toplantısında (28 Kasım-01 Aralık 1943) Müttefikler, Tito’yu ve Partizanlar’ı resmen tanımışlardır.

            Nihayet, işi en can alıcı noktasında halletmek isteyen Almanlar, 25 Mayıs 1944 tarihinde, Tito’nun ve Askerî Karargâh’ın bulunduğu Dırvar (Bosna) bölgesine olağanüstü bir havadan indirme harekâtı yapmış ise de, Tito ve yüksek kademedekiler, İngilizler’in yardımı ile kaçmayı başarmışlardır.Bu olaydan sonra, Tito ve yüksek yönetim, önce İtalya’ya kaçırılmış ve daha sonra da Vis adasına yerleştirilmiştir. Kısa bir süre sonra da Tito, bir İngiliz uçağına bindirilerek Napoli’ye götürülmüş ve 14 Ağustos 1944 günü Çörçil ile görüşmüştür. Bu görüşmeden sonradır ki Müttefikler, Partizanlar’a siyasî ve askerî alanda yoğun bir şekilde yardım etmeğe başlamışlardır. Silâh, cephane, muhabere araçları, askerî araç, deniz aracı, giyecek, çizme, gıda, ilâç, altın para vs malzeme havadan veya denizden ulaştırılmıştır. Öyle ki, Belgrad’ı Almanlar’dan alan Partizan askerleri İngiliz üniforması giymekte idiler.

            17 Haziran 1944 tarihinde Adriyatik denizindeki Vis adasında, sürgündeki Kıral Petar’ın temsilcileri ile AVNOY temsilcileri arasında bir işbirliği antlaşması imzalanmıştır. Müttefikler, başbakan ve silâhlı kuvvetler başkomutanı olarak Tito’yu tanıyınca, Kıral 2. Peter de 12 Eylül 1944 tarihinde, Yugoslavya halkını Tito’nun başkanlığı altında birleşemeye çağırdı ve uymayanların hain sayılacağını belirtti.

            TASS ajansı, 28 Eylül 1944 tarihinde, Tito’nun Sovyet Kızıl Ordusu’nun geçici olarak Yugoslavya topraklarına girmesine izin veren bir antlaşma imzalamış olduğunu bildirmiştir . Böylece, Doğu cephesi güvenceye alınmış olan Partizanlar, nihaî taarruzu icra edip işgâl kuvvetlerini çekilmeğe veya teslim olmağa zorlayabilmşlerdir. Ne var ki, bu taarruzda teslim olan karşı güçlerin askerlerinin ve yöneticilerinin çoğu kitle hâlinde kurşuna dizilmişlerdir. Tito’nun bu dönemde yayınlanan ve rastgele idamları yasaklayan emirlerinin gösterişten ibaret olduğu kanaati vardır ve binlerce kişiyi ilgilendiren “Blayburg (Blaibourg) Katliamı” bunu kuvvetle düşündürmektedir.İngiliz askerleri, gözlerinin önünde işlenen bu katliama soğukkanlılıkla seyirci kalmayı tercih etmişlerdir.

            07 Mart 1945 günü “Demokrat Federe Yugoslavya” geçici hükümeti ilk defa Belgrad’ta toplanmıştır. Bu hükümette, YKP ve sürgündeki hükümet temsilcileri yer almış ve Tito geçici başbakan olmuştur. Kasım 1945 tarihinde yapılan seçimlerde sandık başlarında silâhlı Partizanlar beklerken, sadece bir tür oy kullanılabilmiştir: YKP pusulası ve kör sandık pusulası. YKP’nin adaylarını beğenmeyenlerin oylarını kör sandığa atmak cesaretinde bulunmaları gerkiyordu. Elbette ki bu şartlarda YKP ezici çoğunlukla seçimi kazanacaktı. Oylarını kör sandığa atanlara, daha sonra ağır hesaplar ödetilmiştir. Esasen, kıralcılar bu seçimi çoklukla boykot etmişlerdir. Müttefikler de bu oyunu bilerek kabûl etmişlerdir.Seçim “zaferinden” sonra Tito, resmen Başbakan ve Dişişleri Bakanı olarak ilân edilmiş ve ülkenin adı “Yugoslavya Federe Halk Cumhuriyeti” olarak konmuştur. Bu isim de, daha sonra, “Yugoslavya Sosyalist Federe Cumhuriyeti” şekline dönüştürülmüştür. 29 Kasım 1945 günü Kıral Petar resmen tahtından indirilmiştir.

            Yeni devletin kuruluşundan sonra, Partizan ordusu, Yugoslavya Halk Ordusu şeklinde klâsik bir yapıya çevrilirken, bunun içindeki bâzı unsurlar alınarak UDBA ( Devlet Güvenlik Teşkilâtı) ve OZNA ( Halk ve Ordu Güvenlik Teşkilâtı ) kurulmuştur. Bunlar, daha sonraki zamanlarda her türlü muhalefeti canavarca yöntemlerle yok etmek için çok çalışmışlardır.

            Siyasî durumunu güçlendirmek isteyen Tito, 4 Haziran 1945 tarihinde Yugoslavya Piskoposlar Konferansı’nın başkanı Aloyziyo Stepinas (Aloysius Stepinac) ile görüştü ise de bir anlaşmaya varamamıştır. Üstelik, bundan bir süre sonra, Stepinas’ın başkanlığındaki Piskoposlar Konferansı Partizanlar’ın Eylül 1945 tarihinde işlemiş oldukları savaş suçlarını kınayan bir bildiri yayınlayınca, Stepinas tutuklanıp 16 yıl hapse mahkûm edilmiştir. Vatikan da buna bir cevap olarak, Tito’yu ve hükümet üyelerini aforoz etmiştir. Muhtemelen dış baskılar üzerine, Stepinas’ın cezası daha sonra ev hapsine çevrilmiştir.

            1946 Anayasası ile milletler ilkesine göre kurulan Federe Yugoslavya, altı cumhuriyet (Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sılovenya, Makedonya ve Karadağ) ve iki özerk bölgeden (1918’de Macaristan’dan alınan Voyvodina ve 1912-1913 Balkan Savaşı ile işgâl edilen Kosova) oluşuyordu.İkinci Yugoslavya, birçok bakımdan ilk Yugoslavya’dan farklı nitelikler arz etmekteydi. Siyasî açıdan sosyalist bir rejimin benimsendiği yeni Yugoslavya’da, Sırp, Hırvat ve Sılovenler’in dışında kalanlara da devlet örgütlenmesi hakkı tanınmış, millî meseleler bu yolla aşılmaya çalışılmıştır. İkinci Yugoslavya, beş temel esas üzerine oturuyordu: sosyalist pazar iktisadı, özyönetim, federelik, bağlantısız dış politika ve “1941 kulübü”

Savaştan sonraki ilk yıllarda, Tito’ya Moskova’ya çok bağlı birisi gözüyle bakılmıştır. Aslında, bu dönemde muhaliflere çok zulüm edilmiş; birçoğu hapislere konmuş, mallarına el konmuş veya kurşuna dizilmişlerdir. Ayrıca din kurumları kapatılmış, din adamları hapislere konmuş ve kişilerin elindeki özel mülkiyete ait topraklara el koyularak “Halk Çiftlikleri” kurulmuştur. Varlıklı kişilerin evlerine keyfî olarak girilip göze batan her türlü eşya ve gıda yağma edilmiştir. Bu itibarla, böyle bir kanaatin haksız yere oluşmuş sayılmaması gerekir.

 

                                                                        Tito’nun Dış Siyaseti

Savaştan sonra, Tito idaresi, yapılmış olan yardımları, desteği ve fedakârlıkları bir kenara iterek, Batılı müttefikleriyle ciddî çatışmalar yaşamıştır. Nitekim, İstria yarımadası, Zadar, Riyeka (Rijeka) ve Tıriyeste (Trieste) şehirleri yüzünden yaşanan çatışmalar neredeyse savaşa yol açmıştır. Hatta, en az dört tane ABD askerî uçağı Yugoslavya semaları üzerinde uçarken düşürülmüştür. Sıtalin, bu olayları kınayarak ve Tito’nun Yunanistan iç savaşında Komünistler’e verdiği desteğe de karşı çıkarak Müttefikler’i teskin etmeğe çalışmıştır.

Tito, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar’a karşı savaşmış ve büyük itibar kazanmış bir siyasetçi durumuna gelince Balkanlar’da faal bir rol oynamak imkânını elde etmiştir. Bu amaçla, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan ile işbirliği ve ittifak anlaşmaları yapılmıştır.

Tito’nun Romanya ile Aralık 1947’de imzaladığı dostluk ve karşılıklı yardım antlaşması, İngiliz basınında Yugoslavya’nın komünist Başbakanı Mareşal Tito tarafından sevk ve idare edilen faaliyetteki son adımı teşkil etmektedir.” şeklinde yer bulmuştu.  Romanya’nın yanısıra, Bulgaristan ile de bir dirsek teması oluşturulmuştur. Güvenlik arayışı içinde olsa gerektir ki, Tito, savaştan kısa bir süre sonra, Atina hariç olmak üzere, bütün Balkan başkentlerini ziyaret etmiştir. Balkan devletleri arasındaki antlaşmalar ve işbirliğine yönelik olarak Bulgaristan Başbakanı Yorgo Dimitrov’un şu sözleri ilgi çekicidir: “Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya şimdi hep birer demokrat devlettirler ve omuz omuza yürüyerek, icabında silâh kullanarak emperyalist plânları akamete uğratmaya hazırdırlar.

Bu sözlerin ardından,Yugoslavya ile Bulgaristan arasında 2 Ağustos ve 7 Kasım 1947 tarihlerinde imzalanan ikili antlaşmalar ile Yugoslav-Bulgar yakınlaşması sağlanmaya çalışılmıştır.

Türkiye ise, Balkanlar’daki bu gelişmelerden dolayı endişelenmekteydi. Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’ın TBMM’de konuşması, bu işe ne şekilde bakıldığını göstermektedir:

“Balkanların komünist devletleri arasındaki görüşmelerde umumi bakımdan Balkan siyasetleri, Yunan ahvali ve Yunanistan’ın yeni inkişafları karşısında tutulacak müşterek yolun gözden geçirilmesi muhtemeldir….İmzalanan muahedelerin mukaddemesinde, Alman tecavüzü ihtimali ileri sürülmekte ise de üçüncü maddede her türlü tecavüzler derpiş edilmektedir. Bu muahedenin, Türkiye ve Yunanistan’dan gelebilecek emperyalist tehlikeyi önleyeceği de ileri sürülmüştür….Balkanlar’da görülen bu zincirleme antlaşmaların hakiki sebebini bu devletlerin sımsıkı bağlı bulunduklarını ilan ettikleri daha umumi bir siyasetin icaplarında aramak daha doğru olur.”

Arnavutluk da Yugoslavya siyasetinin bir parçasıydı. Enver Hoca ile nerede ise bir federasyon oluşturulacaktı.

Bu sırada, Yunanistan’da iç savaş devam etmekteydi ve Yunanistan, Komünist bir idare altına girerse, Batı için tehlikeli bir durum ortaya çıkacaktı.Bu yüzden, Batı Avrupa’nın güvenliğinin sağlanması için, ABD Yugoslavya’yı etkisizleştirmek için oraya yardım etmeye başladı ve bu durum Batı ülkeleri ile Yugoslavya arasında bir yakınlaşmağa ve ilişkilerin yumuşamasına yol açtı. Aslında, Yugoslavya’da uygulanan idare, bir süreliğine Rus ağırlıklı bir zihniyet taşımışsa da 1948 yılında ortaya çıkan anlaşmazlık, Tito’yu Batı ile sıkı işbirliğine sevk etmiştir. Batı dünyası, Sıtalin ile anlaşmazlığa düşen Tito’ya, krediler, teknik danışmanlık ve her türlü yardım vermekte âdeta yarışır olmuştur. Öyle ki, Doğu ve Batı ittifaklarından Yugoslavya’ya akıtılan paranın miktarı hâlâ bir muammadır.

Tito, 1948 yılında Moskova’nın iznini almaksızın farklı bir iktisadî gelişme tasarımı geliştirince, Moskova ile gerginlik yaşanmış ve kısa bir zaman içinde bağlar kopmuştur. Sıtalin, 4 Mayıs 1948 tarihli mektubunda Tito’yu ve YKP’ni kınayınca, içeride ciddî bir bölünme ortaya çıkmıştır. Bu defa, Sıtalin’i destekleyenlere karşı takibat ve zulüm başlamıştır. Bu takibatta, binlerce eski Komünist, hapislerde işkence görmüş veya işkence ile ölmüşlerdir.

Sıtalin, bu gelişmeler üzerine, Kızıl Ordu ve Macar Ordusu birliklerini Yugoslavya’nın kuzey sınırı üzerine sevk ederken Tito’ya karşı da suikastlar düzenlettirmiştir. Bunu üzerine, Tito da bir mektubunda “Beni öldürmek için adam yollamaktan vazgeç. Biz şimdilik bunlardan beşini yakalamış bulunuyoruz. Eğer sen kaatil yollamayı durdurmaz isen, ben de birisini Moskova’ya gönderirim ve ikincisine de ihtiyacım kalmaz” şeklinde sert bir ifade kullanmıştır. Mesele bununla da kalmamış, Yugoslavya Kominform’dan ihraç edilmiş ve bir çok Komünist ülke Yugoslavya ile olan ilişkilerini kesmiştir. Dahası, bâzı ülkelerde “Titocu” avı başlatılmıştır.

Tito’ya göre ise; “Yugoslavya Moskova’nın peyki olmayı kabul etmeyerek Kominform’dan sıyrıldıktan sonrra sosyal demokrat bir rejime doğru seyir takip etmeğe başlamıştır”. Tito, Sovyetler Birliği’ni olduğu yerde kalmış fanatik bir devlet olmakla vasıflandırmış, Yugoslavya’nın ise sosyal şartlara intibak eden bir ülke olduğunu söylemiştir.

Yukarıda da ifade edildiği üzere, Yugoslavya, Kominform’dan ayrılmasının ardından yeni tasarılar oluşturmaya yönelmiş; Rusya ve diğer Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinin tersine, yeni ve çok farklı uygulamalar geliştirmiştir. Sonuç olarak, Kominform’daki ülkelerin ambargosu üzerine, Marşıl (Marshal) yardımından 500 milyon dolar yardım alabilmiştir. Diğer taraftan da, kutuplaşan Dünya’ya üçüncü bir yolun bulunduğunu göstermek amacıyla, Bağlantısızlar Hareketi’nin kurucularından olmuştur.

Üzerinde durulması gereken önemli bir nokta, ABD’nin Yugoslavya’ya yönelişinin sebebidir.  Bu sebep ise İngiliz-Amerikan rekabeti olsa gerektir. 1952 yılında, hem Amerika Savunma Bakanı Fırenk İyes (Frank Eace), hem de İngiliz Dışişleri Bakanı İdın (Eden) Belgrad’ı ziyaret etmişlerdi.Fransız basınında, bu ziyaretlere yönelik şu yorum yer almıştır: “Bütün bu üst üste misafirliklerle Belgrad bir entrika yuvası, bir fesat yatağı olmuştur; dahili güçlüklerden nefes alamayan Tito, emperyalist devlet ajanlarının itimadını kazanmak için  her şeyi yapmaya hazırdır”.

Anlaşılan o ki, İngiltere, Yugoslavya’nın Yunanistan, Türkiye ve Avusturya ile olan dostane ilişkilerinde de etkili rol oynamıştır. İngiliz Dışişleri Bakanı İdın (Eden), Eylül 1952’de, hem Yugoslavya’ya, hem de Avusturya’ya ziyarette bulunarak Balkanlar’da İngiliz varlığını canlı tutmaya çalışmıştır. İdın’ın Belgrad’a gidişi, Yugoslavya, Türkiye ve Yunanistan’ın birbirleri arasındaki ilişkilerin canlanmaya başladığı döneme tesadüf etmektedir. İngiltere için, Doğu Akdeniz, Orta Doğu ile Güney Doğu Avrupa’daki Batı savunma plânları ile bir bağ husule getirecek olan Balkan savunmasının ortak plânlarını çizmek herhangi bir resmî pakt imzalamaktan çok daha önemliydi.  Bu sırada, Türk-Yunan birlikleri, Nato’nun GüneyDoğu Avrupa (Balkan) bölgesinde, bir bütün hâline getirilmişlerdi. Ancak, Yugoslavya’nın işbirliği olmadıkça, bir “Balkan Nato Komutanlığı”, stratejik bakımından tam olgunlaşmış sayılmayacaktı.İngiliz basınına göre, İdın’ınbu ziyareti sembolik mahiyetteydi: “Tito’nun Sıtalin’le araları açıldıktan sonra, Rusya’nın Yugoslavya’yı tehdidi ile başlayan ittifak, bugün hakiki bir menfaat birliğine ve dostluğa kalbolmuştur…Gerçi Tito Yugoslavyası, Sıtalin usulüne uymakla beraber, hâlâ Komünisttir. Fakat Bay İdın, muhafazakâr hükümetin mümtaz bir temsilcisi olarak Belgrad’a gitmektedir. Gerek İngiliz, gerekse Yugoslav hükümetleri bu ziyaret hakkında realist davranmaktadırlar. İdeoloji farkının bu mevzuda yeri olmayacaktır.”

26 Haziran 1950 tarihinde, Milovan Cilas tarafında hazırlanmış olan “Özyönetim” kanunu Millî Meclis’te kabûl edilmekle yeni bir dönem başlamıştır. Buna göre, işçiler çalıştıkları yerlerin yönetimine katılacaklar, kârdan pay alacaklar ve küçük işletmeler özel kişilere ait olabilecek idi. 13 Ocak 1953 tarihinde kabûl edilen bir kanuna ile, özyönetim Yugoslavaya’daki siyasî düzenin temeli olarak kabûl edilmiştir.

Sıtalin’in 1953 yılnda ölümü üzerine SSCB ile olan ilişkiler düzelmeğe başlamıştır. Ancak Tito, Batı-Doğu arasında taraf tutmaktansa, “Bağlantısızla Konferansı” nı kurmayı tercih etmiş ve bu yolda Dünya siyaset sahnesinde ün ve etki kazanmıştır. Nasır, Nehru, Sukarno ve Enkruma (Nkrumah) bu harekete candan destek veren siyasîlerden olmuşlar ve Tito’yu Eylül 1961 tarihinde “Bağlantısızlar Hareketi’in Genel Sekreteri” olarak seçmişlerdir.

Tito, tarafsızlık siyasetini güderken birçok ülkeyi ziyaret etmiş ve devlet başkanları ile dostluk kurmuştur. Bu arada, İngiltere, ABD, Almanya, Fransa, Yunanistan ve Türkiye gibi ülkeleri de ziyaret etmiş ve iktisadî ve ilmî işbirliğini kurmuştur.

Bundan sonra Tito, Yugoslavya vatandaşlarının yurt dışına seyahatlerine izin verirken, başka ülke vatandaşlarının Yugoslavya’da serbestçe seyahat etmelerine de izin vermiştir. Bu sayede, birçok kişi Yugoslavya dışında iş bulabilmiş ve evlerine önemli miktarda para göndermişlerdir.

                                                         Balkan İttifakı’nda Yugoslavya ve Türkiye

Tito, Balkanlar’da Yugoslavya’nın önderliğinde bir federasyon kurmak istiyordu ve bunun için bölge devletleriyle ittifak antlaşmaları yapmıştı. Sovyetler ise, böyle bir federasyona taraftar olmadıklarını söylemiştir. Sovyetler, Tito’nun böylesi bir federasyonun başına geçip Komünist Dünya’nın bağımsız ve bir numaralı önderi hâline gelmesini istememekteydi.

İkinci Dünya Savaşı süresince Sovyetler Birliği’nin Yugoslav devrimini veto etmesi, Yugoslavya’yı paylaşma pazarlıklarının konusu yapması ve özellikle Yugoslav Kızılordusu’nun ülkeyi kendi gücüyle işgalden kurtarması gibi hâdiseler, YKP ile Sovyet Birliği arasındaki ilişkilerin bozulmasına sebep olmuştu. Sıtalin’in, Tito’nun girişimiyle kurulacak olan “Balkan Federasyonu” tasarımına karşı çıkması ve Tito’nun Yugoslavya’yı Sovyetler Birliği’nin uydu devleti hâline getirmek isteğine karşı çıkması, bu ilişkilerin daha da gerginleşmesine sebep olmuştur. Sonuç olarak, Yugoslavya 1948’de Kominform’dan çıkarılmıştır.

Tito, Sermayeci Batı ile SSCB odaklı sosyalist sistem arasındaki Soğuk Savaş’ın sürmesini istemekteydi. Nükleer dengenin, Sermayeci Batı ile SSCB Bölüğü arasındaki çatışmayı durağan hâle getirmesi, Yugoslavya açısından güvence kaynağı idi. Bu durumda, Yugoslavya milletlerarası siyasetteki bağımsız konumunu netleştirip “bağımsızlığı” milletlerarası bir siyasî iddiaya dönüştürmeye yöneldi.1953 yılında devlet başkanı seçilen ve Sıtalin’le çatıştığı dönemi kazasız atlatmayı başaran Tito, Sovyetler Birliği başta olmak üzere, bütün ülkelerle münasebetlerini hızla geliştirmeye koyuldu.

Özellikle, 1952 yılında iki ülke arasında ticaretin geliştirilmesi amacıyla başlatılan görüşmeler, Türkiye ile Yugoslavya’nın yakınlaşma adımları olarak dikkati çekti. Yapılan uzun temasların ardından 26 Şubat 1953 tarihinde “Ticaret ve Ödeme Antlaşması”, “Ticaret ve Seyrisefain Sözleşmesi”ve buğday satışını düzenleyen bir protokol imzalandı. Bu antlaşmalar sayesinde Türkiye, Yugoslavya’dan kereste, kâğıt, pamuk ipliği, çimento, cam, alüminyum, çinko, kurşun ithal ederken; Yugoslavya’ya büyük miktarda buğday, pamuk, yağlı tohumlar, manganez ve hurda demir ihraç edecekti. İki ülke arasındaki ticareti düzenleyen ve uygulanacak ithalât ve ihracat esaslarını belirleyen bu antlaşmaların, iktisadî katkılarının yanısıra siyasî ilişkilere de olumlu bir etkileri oldu. Nitekim, Yugoslavya Ticaret Heyeti Başkanı Sıtane Pavliç (Stane Pavlić)’in “şüphe yok ki, bu anlaşmalar son defa imzalanmış olan üçlü dostluk ve işbirliği antlaşmasıyla kendini göstermiş bulunan karşılıklı yakınlaşmanın bir neticesidir” şeklindeki sözleri, bu noktaya vurgu yapıyordu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya atılan ve kabûl edilemez Sovyet istekleri, Türkiye’yi fazlasıyla rahatsız ediyordu. Ayrıca, SSCB’nin Bulgaristan aracılığıyla Türkiye üzerinde oynamaya çalıştığı baskı çok kaygı verici idi. Bu yüzden, Yunanistan ile zaten sıkı bir işbirliği içerisinde olan Türkiye, Balkanlar’da SSCB’yi tehdit olarak algılayan diğer bir devlet olan Yugoslavya ile yakınlaşma anlaşılabilir bir siyasettir.

Balkan İttifakı’nın şekillenişine uzanan dönemde, Türkiye ile Yugoslavya arasındaki en üst düzeyde gerçekleşen ziyaretler, ülkeler arasında inşa edilmekte olan dostluk ve barış yaklaşımının pekişmesinde rol oynamıştır. Bu bağlamda, Yugoslavya Federe Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Tito, 1954 yılının başlarında Ankara’yı ve aynı yılın sonbaharında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Celal Bayar da Yugoslavya’daki Cumhuriyetleri ziyaret etmiştir. Yine, 1953 yılında Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün ve Başbakan Andan Menderes, Yugoslavya’ya resmi ziyarette bulunmuşlardır. Ayrıca, son olarak İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay da Belgrad Belediye Başkanı’nın dâveti üzerine Belgrad’ı ziyaret etmiştir.

Balkan İttifakı, 1950’li yılların ilk yarısında ve Soğuk Savaş şartlarını dikkate alarak, Türkiye’nin Balkan yarımadasına dönük ittifak stratejisinin yeniden üretilmesi şeklinde düşünülebilir. Dikkati çekebilecek bir husus, Balkan İttifakı içerisindeki üyelerin tamamıyla uzlaşmaya varmamış olmasıdır. Bu konular; Kıbrıs meselesi sebebiyle Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginlik, SSCB’nin Sıtalin’in ölümünden sonraki devrede Yugoslavya ile olan ilişkilerini iyileştirmesi ve Tito’nun tarafsızlık siyasetine yönelmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Öte yandan, Balkan İttifakı konusunda, Adnan Menderes ve Yosip Bıroz Tito arasında görüş farklıları da olmuştur.

Yugoslavya Devlet Başkanı Tito, 20 Ağustos 1952 tarihli ve “Her iki memleket arasındaki münasebetlerin iyi bir surette gelişmesi bilhassa dünya vaziyetinin aldığı duruma tâbi olmuştur. Filhakika, bu gelişmede, her iki memleketin istikballerinin emniyetini tazammun eden müşterek menfaatlerin büyük yeri olmuştur” şeklindeki demeci, Türkiye ile Yugoslavya’nın yakınlaşmasında milletlerarası alandaki değişimlerin etkisini ortaya koyması bakımından dikkat çekici olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye, iki kutuplu bir siyasî sistemin içinde yer almış, siyasî, iktisadî ve güvenlik stratejilerini bu sistemdeki yerine göre belirlemiştir. Türkiye, Balkan devletleri ile olan ilişkilerini de içinde bulunduğu Dünya çapındaki ve bölgesel gelişmeler çerçevesinde düzenlemiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa devletleri iktisadî, siyasî ve güvenlik açılarından uyumlu bir davranış içine girerek bir dayanışma oluşturmuş ve aynı bütünlük içinde “Batı” olarak değerlendirilen bir siyaset uygulamıştır. Denebilir ki, ABD, Trumın (Truman) Görüşü ve Marşıl Plânı ile Türkiye’yi yardım çemberi içine almış, bundan sonra Türkiye’nin dış siyaseti ABD ile başlayan yakınlaşmanın yönünde şekillenmiştir; Kore’ye asker gönderme kararının da etkisiyle NATO üyeliğine kabûl edilen Türkiye, artık bütünüyle Batı yörüngesinde bir dış siyaset izlemeye başlamıştır.

Türkiye iki bölüklü Dünya düzeni içerisinde tercihini Batı yönünde kullanmış ve Batı ile hemen her düzeyde ittifaklar kurmuştur. Ayrıca, Sovyetler’in Boğazlar’da üs ve toprak taleplerine tek başına karşı koymaya gücü olmayan Türkiye bu meseleyi, Amerika Birleşik Devletleri ile girdiği yakın işbirliği ve ittifakla aşma yoluna gitmiştir. Türkiye’nin Batı’ya yönelmesinin sebeplerinden en önemlisi, Sovyet tehdididir.

Öte yandan, Tito’nun, 1950’li yılların başında Sovyet devlet adamları ile yaptığı görüşmelerde, Türkiye-Sovyetler Birliği ile olan ilişkileri konusunu da gündemine aldığı, hatta iki ülke arasında arabulucu rolü üstelendiği söylenebilir. Sovyet Rusya ile Türkiye arasında elçi görevini üstlenen Tito, Sovyet Rusya’nın Türkiye ile olan siyasî ilişkilerini, “ıslah” hususunda istekli olduğunu ifade etmiştir. Farklı sistemlere sahip devletlerin birlikte yaşama ilkesinden hareketle ve birbirlerinin içişlerine karışmaksızın, iyi ilişkiler geliştirmek ve işbirliği yapmak gerekliliğini de Tito şu sözleriyle vurgulamıştır:

“Memleketleriniz arasındaki münasebetlerle ilgili olarak herhangi bir harekette bulunmaya Sovyet zimamdarları tarafından mezun kılınmış değilim. Ancak, müsaade buyurursanız bir telkinde bulunacağım. Batı devletleri ile münaseBatınıza halel gelmeyecek nisbette şimdiki Sovyet zimamdarlarının iyi niyetine hüsnü mukabelede bulunmanızda, diğer bir tabir ile, münaseBatınızın ıslahına doğru gidilmesinde faide mülahaza ediyorum. Bunun dünya sulhunun istikrarına büyük nisbette hadim olacağına ve silahlı çatışma tehlikelerini ve gerginlik unsurlarını azaltacağına inanıyorum.”

Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında oluşturulacak işbirliği ABD’nin SSCB’yi çevreleme siyasetinin bir uzantısı olacak ve NATO’nun Balkanlar’daki boşluğunun doldurulmasını sağlayacaktı.

1952 yılının ortalarından itibaren artık bir Balkan İttifakı’nın imzalanması için şartların yavaş yavaş olgunlaştığı görülmekteydi. Nitekim Tito: “her iki memleket arasındaki münasebet bugün artık öyle bir dereceye vasıl olmuştur ki, tahmin ediyorum Türkiye ile Yugoslavya arasında, bundan sonra sadece iktisadi ve siyasi değil, askeri mevzulara müteallik bazı tedbirlerin de alınması lazım gelecektir”şeklinde açıklamada bulunarak, iki ülke arasındaki işbirliğinin gelecekte daha geniş açılımlara yürüyeceğini vurguluyordu.

Bu çerçevede Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü 20 Ocak 1953 tarihinde Yugoslavya’ya gitti.Balkan İttifakı’nın kurulması sürecinde atılan adımların en önemlilerinden biri olan bu ziyaret neticesinde Yugoslavya’nın üçlü bir ittifak imzalamayı kabûl ettiğinin işaretleri ortaya çıkmıştır.Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü’nün Yugoslavya ziyareti, yeni bir Balkan İttifakı’nın temelini teşkil edecek resmi teşebbüslerin ilki olarak dikkati çekti. Nihayetinde, “Türkiye Cumhuriyet ile Yunanistan Krallığı ve Yugoslavya Federe Halk Cumhuriyeti Arasında Dostluk ve İşbirliği Antlaşmasıolarak adlandırılan Balkan İttifakı, 28 Şubat 1953’te Ankara’da imzalandı.

Daha sonra, Türkiye-Yunanistan ve Yugoslavya arasında yapılan temasların ardından, 9 Ağustos 1954 tarihinde Bled’de Balkan İttifakı imzalandı. 1953 yılında Ankara’da imzalanan ittifak ile taraflar, savunma tedbirleri de dâhil olmak üzere, güvenliklerini ilgilendiren meseleleri aralarında görüşeceklerini kararlaştırmakla birlikte, tarafların birbirlerine yardım edecekleri yönünde sağlam bir taahhüt yoktu. Ancak 1954 Bled Antlaşması bir yardım anlaşması olup tarafların birbirine hangi koşullar altında yardım edecekleri ifade edilmiştir. Türkiye’nin ve Yunanistan’ın aynı zamanda NATO üyesi olması, Bled Antlaşması yoluyla güvenliği sağlanmış olan Yugoslavya’yı da dolaylı bir biçimde NATO’ya yaklaştırmaktaydı.

Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkanlar’da bir ittifak yapılması, Batı Bloku’nun bu bölgede güçlenmesine yardımcı olmuştur. Zirâ, Balkan Paktı üç devletin karşılıklı iyi niyet ve çabalarının sonucu kurulmakla birlikte, onları bir araya getiren temel unsur Balkanlar’daki Sovyet tehdidiydi. Bu sebeple, gerek NATO, gerekse ABD Balkanlar’daki işbirliği çabalarına olumlu yaklaşmıştır. Balkan İttifakı, Yugoslavya’nın Batı ülkeleriyle olan ilişkilerine de olumlu etki yapmıştır.

Balkan ittifakı 1955 yılından sonra iyice güç kaybetmeğe başladı. Mart 1953’te Sıtalin’in ölmesinden sonra gelişen Sovyet dış siyasetindeki yumuşamanın başlangıcı kendisini önce Balkanlar’da hissettirdi. Türkiye, Sovyetler’deki bu siyaset değişikliğini dikkate almadan, aynı siyasetin devamı düşüncesindeyken, Yugoslavya daha farklı bir siyaset izleme düşüncesindeydi. Yugoslavya, Balkan İttifakı’nı Sovyetlerle olan ilişkilerini düzeltmede kullanmaya girişince, Başbakan Menderes Yugoslavya ile dostluğu devam ettirmek için Belgrad’ı ziyaret etti.[85] Ancak, çok müsbet bir sonuç elde edilemedi.

                                                                                       Sonuç

1948 yılı itibarıyla, Sovyetler ile Yugoslavya arasındaki gerginliğin ortaya çıkması ve Yugoslavya’nın Sovyet bölüğünden uzaklaşması, Batılı devletlerin Yugoslavya ile yakından ilgilenmelerine sebep teşkil etmiştir. Yugoslavya’nın siyasî düzenine karşı duydukları bütün şüphelere rağmen, bu devleti kendilerine bağlamak için, Batılı devletler ciddî bir çaba harcamışlardır. Diğer taraftan, Tito’nun Batılı ülkelerle olan ilişkileri, bir Balkan ülkesi olarak gerek Türkiye ile olan ilişkilerini, gerek diğer Balkan ülkeleri ile olan ilişkilerini şekillendirmiştir.

Bir Balkan ülkesi olan Yunanistan’ın ve Türkiye’nin NATO’ya kabûl edilmesinden sonra ise, Türkiye-Yunanistan ve Yugoslavya arasında bir “Balkan İttifakı”nın kurulması suretiyle bu amacın gerçekleştirilebileceği fikri izlenen siyasetin ana noktası olmuştur. İşbirliği ve ittifaklarla bir araya gelen üç Balkan ülkesinin ortak noktası, Sovyetler’in Balkan ülkelerini tehdit edebileceği endişesi olmuştur. Ancak, Kıbrıs meselesi bu ittifakın işlemez hâle gelmesine sebep olmuştur denebilir.

Öte yandan Tito, Batı ülkelerinin yanısıra, üçüncü Dünya ülkeleri ile de çok yakın ilişkiler kurarak hem Dünya siyaset sahnesinde çok etkili olmuş, hem de Yugoslavya’da yaşayan halklara refah, istikrar ve huzur getirmiştir. Bağlantısızlar Hareketi, Tito’nun siyasî zaferlerinden biridir.

Tito’nun İngiltere ile olan münasebetleri konusunda kayda değer bir araştırma yapılmamıştır. Ancak, Milovan Cilas’ın hatıratı, 2. Dünya Savaşı sırasında basında çıkan haberler, savaştan sonra Fransız basınında çıkan yazılar ve Sıtalin yönetiminin Tito’ya yöneltmiş olduğu suçlamalar, Tito’nun öteden beri İngiltere ile yakın ilişkiler içerisinde bulunduğunu kuvvetle düşündürmektedir. Nitekim bu hususta daha önce anlatılmış kuvvetli deliller de vardır:

İngilizler 1943 yılında Tito’nun karargâhına askeri temsilci göndermişler ve bu tarihten sonra da Partizan ordusunu istihbarat, hareket, muhabere vs. konularda desteklemişlerdir. Ayrıca, silah, giyecek, gıda, muhabere malzemesi vs. ihtiyaçlar konusunda da 1943 senesinin sonbaharına kadar zaman, zaman yardımlarda bulunmuşlardır. İtalya’nın Eylül 1943’te teslim olmasından sonra İngilizlerin emri üzerine Yugoslavya topraklarındaki İtalyan kuvvetlerine ait bütün askeri malzeme Partizan ordusuna teslim edildiği gibi İtalyan kuvvetlerinin işgalinde olan yerler de bu kuvvetlere teslim edilmiştir. Tito’nun Ağustos 1944 tarihinde Çörçil ile Napoli’de vaki görüşmesinden sonra da her türlü askeri malzeme desteği çok yoğun bir şekilde hem İngilizlerin hem de Amerikalıların eliyle yapılmıştır. İhmal edilmemesi gereken bir başka nokta da İngiliz istihbarat birimlerinin tavsiye ve teşviği üzerine, İngiltere’nin Yugoslavya kırallık ordusu olan Çetnikler ile olan ilişkilerini kesmiş olduğu ve Yugoslavya’nın tek meşru gücü olarak Partizan ordusunu tanıdığıdır.

Buradan çıkarılacak sonuç, Tito’nun daha 1943 tarihinden itibaren İngiltere’nin şahsında Batı dünyası ile sıkı bir ilişki kurmuş olduğu ve Komünist devletler takımından farklı bir yol izlemeye karar vermiş bulunduğudur.

Anlaşılan o ki, 1918 yılında Yugoslavya’yı kuran irade, İkinci Dünya Harbi’nden sonra da bunun devamını Tito’nun eli ile sağlamıştır. Aynı irade, Tito’nun ölümünden sonra, bu devletin parçalanmasını uygun bulunca, Yugoslavya’da 1990 yılında düşmanca çekişmeler başlamış ve kanlı bir iç savaşa dönüştür; Yüzbinlerce insana işkence edilmiş, yüzbinlerce insan öldürülmüş, soykırım işlenmiş, ülke tahrip edilmiştir. Mostar Köprüsü gibi şaheserler, sanat doktorası sahibi kişilerin açmış olduğu topçu ateşi ile yıkılmıştır.

Bu kanlı ortamda, Türkiye dürüst, samimî, barışçı, istikrarlı, âdil ve fedakâr bir siyaset takip ederek Dünya’da ve bölgede denge ve istikrar unsuru olmuştur.

Günümüzde ise, Balkanlar’ın istikbali hakkında güvenilir bir söz söylemek zordur.

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                          Kaynaklar

 

Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Ankara, 1983.

Army News, Vol.3, Sayı 933, 15.08.1944.

Andjelic, Neven.  Bosnia-Herzegovina: The End of a Legacy, Frank Cass, 2003.

Auty, Phyllis. Tito: A Biography, McGraw-Hill, New York, 1970.

Ayın Tarihi mecmuası.

Banac, Ivo. With Sıtalin against Tito: Cominformist splits in Yugoslav Communism, Ithaca, Cornell University Press, New York, 1988.

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, diplerde açıklanan belgeler.

Cathal, Nolan. The Greenwood Encyclopedia of International Relation, S-Z. Greenwood Press, 2002.

Cottam, Martha L. Beth Dietz-Uhler, Elena Mastors, Thomas Preston, Introduction to political psychology, Psychology Press, 2009.

Cumhuriyet Gazetesi, dipnotlarda açıklanan sayılar.

Dedijer, Vladimir. Tito Speaks: His Self Portrait and Struggle with Sıtalin, London, Weidenfeld and Nicolson, England, 1953.

Dimitrijevic, Nenad. Slucaj Jugoslavije, Socijalizam, Nacionalizam, Posledice, Beograd, Standardt, 2001.

Dji1as, Aleksa. The Contested Country: Yugoslav Unity and Communist Revolution, 1919-1953, Cambiridge Mass, Harvard Universiıy Press, 1991.

Djilas, Milovan. Wartime, Harcourt Brace Jovanovich,  London, 1977.

Düstur mecmuası.

Frankel, Benjamin. The Cold War, 1945–1991: Leaders and Other Important Figures in the Soviet Union, Eastern Europe, China, and the Third World. 2., Gale Research, England, 1992.

Gürün, Kâmuran. Dış İlişkiler ve Türk Politikası (1939’dan günümüze kadar), Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, Ankara, 1983.

Humanité Gazetesi, 30 Ağustos 1952.

Jelavich, Barbara. Balkan Tarihi 20. Yüzyıl 2, Küre Yayınları, 1999.

Kardelj, Edvard. The Nation and International Relations, Beograd, STP, 1975.

Kocon, Ivan- Matej Jeličić, Ivan Škunca.  Stvaranje Titove Jugoslavije, Otokar Keršovani, Yugoslavia, 1988.

Kurapovna, Marcia. Shadows on the Mountain: The Allies, the Resistance, and the Rivalries That Doomed WWII Yugoslavia, John Wiley and Sons, 2009.

Leffler, Melvyn P.  The Cambridge History of the Cold War, Cambridge University Press, 2009, s. 201.

Marxist International Archive, “Tito and His People”.

McGoldrick, Dominic. “Accommodating National Identity in National Law and International Law”, In Stephen Tierney, 2000.

Minahan, James. Miniature Empires: A Historical Dictionary of the Newly Independent States,Westport,  Greenwood Publishing Group, 1998.

Pleterski, Janko, Dr. Danilo Kecić, Dr. Miroljub Vasić. Istorija Saveza komunista Jugoslavije, Narodna knjiga, Beograd, 1985.

Ramet, Sabrina Petra.  The Three Yugoslavias: State-Building and Legitimation, 1918-2005,  Bloomington, Indiana University Press, Indiana, 2006.

Ridley, Jasper.  Tito : A Biography, Constanble and Company, England,1994.

Roberts, Walter R. Tito, Mihailović and the Allies: 1941-1945, Duke University Press, New Jersey, 1987.

Soysal, İsmail. Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları (1945-1990), Cilt 2,  TTK, Ankara, 1991.

Shapiro, Susan- Ronald Shapiro. The Curtain Rises: Oral Histories of the fall of Communism in Eastern Europe, McFarland, 2004.

Spectator (Londra), 30 Ocak 1953.

Swain, Geoffrey.  Tito: A Biography, London, England: I.B. Tauris, 2010.

TBMM Zabıt Ceridesi, diplerde açıklanan belgeler.

The Holocaust Chronicle, “1941: Mass Murder”.

Tierney, Stephen. Accommodating National Identity: New Approaches in International and Domestic Law, Martinus Nijhoff Publishers, 2000.

Time Magazine, 19 December 1943, “Rebirth in Bosnia”.

Time Magazine, 21 October 1946, “Excommunicate’s Interview”.

Time Magazine, 21 October 1946, “The Slient Voice”.

Tito, J. Broz. Özyönetimli Sosyalizm, Koza Yayınları, İstanbul.

Tomasevich, Jozo. War and Revolution in Yugoslavia, Stanford University Press, Stanford, 2001.

Trbovich, Ana S. A Legal Geography of Yugoslavia’s Disintegration, Oxford University Press, England, 2008.

Ülger, İrfan. Yugoslavya Neden Parçalandı?, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003.

Vinterhalter, Vilko. In The Path of Tito, Abacus Press, England, 1972.

West, Richard. Tito and the Rise and fall of Yugoslavia, Faber &Faber, England, 2012.

Willetts, Peter. The non-aligned movement: the origins of a Third World alliance, 1978.

Zulfikarpašić, Adil. The Bosniak, Hurst and Company, London, 1998.

YORUM YAP