Yazan: Müfid Yüksel
Falih Rıfkı Atay, Misak-ı Milliciliğin, Osmanlı’nın eski ülkeleriyle (özellikle Orta Doğu ve Balkanlar) Cumhuriyet döneminde ilgilenilmemesinin meşruluğunu ve gerekliliğini isbat sadedinde kaleme aldığı “Zeytindağı” kitabının girişinde şöyle bir anlatımda bulunur:
“Bizden (Berlin Konferansı sırasında) Belgrad’ı aldıkları zaman, düşman murahhasları Niş kasabasını da istemişlerdi. Osmanlı delegesi ayağa kalkarak:
-Ne hacet, dedi, İstanbul’u da size verelim.
Babalarımız için Niş, İstanbul’a o kadar yakındı.
Biz eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakırsak, Türk milleti yaşayamaz, zannediyorduk.
Çocuklarımızın Avrupası Marmara ve Meriç›te bitiyor.” (Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, İlâveli Üçüncü Tab’ı, Remzi Kitabevi, İstanbul 1943)
Tek Parti döneminde, statükoculuğun ve resmi ideolojinin mimarlarından olan Falih Rıfkı Atay bu anlatımında Niş’in ve Balkanların kaybedilmesinin herhangi bir sona neden olmadığını, bir facia olarak nitelendirilemeyeceğini söylemeye çalışmaktadır. Daha doğrusu, yıllardır dile getirilen “ Meriç’in ötesi cehennem, bizi alakadar etmez, oralara gitmek sadece 500 yıllık boş bir maceraydı “ söylemininin zeminini , teorik çerçevesini belirlemektedir.
Bu siyaset , Cumhuriyet döneminin başlangıcından neredeyse günümüze değin devletin temel hariciye politikası olarak takip edile gelmiştir. Türkiye’nin Misak-ı Milli hudutları dışındaki bölgelere ve Müslümanlara yönelik kayıtsızlık politikasının faturası bugüne kadar çok ağır olmuştur. Kurtuluş savaşından bu yana bir asra yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen son döneme kadar bu siyaset devam ede gelmiş. 1990’lı yıllardan beri coğrafyamızda olan siyasi/toplumsal değişimler doğru okunamamış, önce Balkanlardaki, son yıllarda Orta Doğu’daki gelişmelere bir hayli hazırlıksız yakalanılmış, oluşan krizler halen aşılamamıştır.
Türkiye, buna rağmen,28 Şubat sürecinde sekteye uğrasa da Merhum Turgut Özal döneminden beri, uluslararası denge/konjonktürün elverdiği ölçüde, bazı uluslar arası kurumları aracılığıyla, Balkanlar’a/Rumeli’ye açılma çabası içerisinde de olmuştur ve olmaktadır. Ancak, statükocu bakış açısının, hariciye siyasetinin henüz aşılamamış olması, yine bu çerçevede Balkanlar/Rumeli’ye ilişkin takip olunan politikalarda, Osmanlı’daki çok kültürlü, çok dilli imparatorluk gerçeğine karşın, çevre bölgelerine, Osmanlı bakiyesi hinterlanda, Türklük/Türkçülük merkezli bakış açısının ağırlık kazanması bu anlamda sağlıklı bir sonuç vermemesine hatta ciddi krizlerin oluşmasına yol açmaktadır.
Türkiye’nin neredeyse bugünlere değin bu tarz politikalar izlemesinde, hem Rumeli”den göç eden bazı Türkiye’deki “Beyaz Türk” olarak nitelendirilen bazı statükocu/Misâk-ı Millici elit kesimlerin, rolü olduğu gibi, bölgede yaşayan, ancak Müslüman Arnavut nüfus ile iyi geçinemeyen bir kısım çevrelerin de rolü söz konusudur. Özellikle, son yıllarda Kosova’ daki Mamuşa Türklerinin Rumeli››nin en kalabalık Müslüman nüfusu olan Arnavut unsurunu dışlayan stratejilerde ciddi katkıları söz konusudur. Mamuşalılar Türkiye ile Osmanlı Müslüman bakiyesi olarak bölgedeki en büyük/güçlü nüfus olan Arnavut nüfusa yönelik sağlıklı bir siyasetin takibini ve faydalı sonuçlara yol açıcı adımların atılmasını maalesef sürekli baltalamaktadırlar. Mamuşa’ da binlerle ifade edilen bu Müslüman-Türk nüfusun bu şekilde Türkiye’nin orta ve uzun vadede Balkanlara/Rumeli’ye yönelik açılımlarını bir şekilde engellemeleri/baltalamaları asla kabul edilmez. Oysaki, gerekse Makedonya”daki Müslüman-Türkler’in önemli bir bölümü, gerekse Kosova-Prizren şehrinde yaşayan Türklerin büyük bir bölümü artık Müslüman Arnavutlarla olumlu ve kardeşçe ilişkiler içinde olunması gerektiği kanaatini taşımaktadırlar. Mamuşalıların ise, hiçbir olumlu ilişkiye taraftar olmamaları, Türkiye’yi, Türkiye’deki hariciye/dışişleri çevrelerini olumsuz yönde etkileme, ilişkileri baltalama çabasında olmaları derin bir yara oluşturmaktadır.
Mamuşalılar, hiçbir şekilde bütün bir ortak tarihi geçmişi ve iman/inanç kardeşliğini yok sayan bir tutumla Balkanlara/Rumeli”ye yönelik atılacak adımları engelleme hakkına kesinlikle sahip değildir. Zaten nüfusu bir asrı aşkındır katliam ve göçlerle bir hayli azaltılmış olan Balkan/Rumeli Müslümanları arasında gerginlik/karşıtlık oluşturmak kimseye yarar sağlamaz.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme, duraklama, gerileme ve dağılma dönemlerinin temel belirleyeni, Balkan/Rumeli coğrafyasındaki konumu olmuştur. Balkan coğrafyasındaki yenilgiler sonucunda, bu coğrafyanın (Balkanlar/Rumeli) kaybıyla Osmanlı Devleti beyninden vurulmuştur. İmparatorluk tümüyle çökmüş, 1878’de Karadağ ve Niş’in kaybıyla, Kosova ve Selanik korumasız kalmış,1912’de Arnavutluk, Kosova ve Selanik’in kaybıyla İstanbul’un kapısı açılmış, I. Dünya savaşı sonrasında ise İstanbul dahi işgale uğramıştır. Osmanlı Devletinin zikredilen dönemlerde, Balkanlarla ilişkisinin en önemli/başat unsuru Arnavutlar olmuştur.
Günümüzde Balkanlar/Rumeli Türkiye, Mezopotamya ve İslâm âlemi için hayati öneme sahiptir. Tüm bu bölgelerin güvenliği Balkanlardan geçer. Bursa ne ise , Tirana da, Priştine de odur, İzmir ne ise , Dıraç/Durres da odur. Diyarbekir, Süleymaniye, Erbil neyse; Prizren, Gjakove/Yakova odur. Balkan Müslüman kimliğinin geleceği Anadolu ve Mezopotamya Müslümanlığının da geleceğinin teminatı olacaktır. Burada da kilit rol Arnavutlarındır.
Tarihte olduğu gibi, bugün de, Arnavutlar; Balkanların, Balkan/Rumeli Müslümanlığının kilidi konumundadır. Balkanların en kalabalık Müslüman nüfusu teşkil eden Arnavutlar, aynı zamanda coğrafyanın en geniş ve stratejik hinterlandına sahiptir . Yanya’dan (Epir) Niş’e, Preşova, Bujanovac ve Üsküp››ten, Ülgin, Bar ve İşkodra’ya, Çemerya’ya kadar uzanan genişçe bir coğrafya , Sırbistan ve Yunanistan’a uzanan kolları, tarihten gelen konumu ve bugünkü durumuyla, Arnavut unsuru Balkan/Rumeli Müslümanlığının merkezinde durmakta, ana gövdesini teşkil etmektedir. Bu Müslüman nüfusun parçalanmış değil, bütünleşmiş bir şekilde dinamize edilmesi, Balkanlarda İslâm’ın, Balkan Müslümanlığının geleceğini belirleyecektir. Aynı zamanda Arnavutların 1912′ den beri yaşamakta olduğu, parçalanmışlıktan kaynaklanan kötü talihini değiştirebilecektir. Özellikle, Türkiye”de yaşayan milyonlarca (6 Milyon civarı) Müslüman Arnavut’un da gerekli, olmazsa olmaz hükmündeki desteği ile, Arnavut unsuru Balkanlarda bütünleşmiş bir hale gelip son yüzyıldır yaşadığı travmalardan kurtulma şansını yakalayacak, yanı sıra Balkanlarda İslâm’ın/Müslümanlığın devamının teminatı olacaktır. Çünkü Arnavutlar, Balkanlarda en geniş coğrafyaya yayılmış, en büyük nüfusa sahip ve Adriyatik”e açılabilen tek Müslüman topluluk’tur. Tüm bunlar için, bölgede güçlü/birleşik ve ‘Büyük Arnavutluk’ devletine ihtiyaç vardır.
En kalabalık Müslüman Arnavut nüfusunu/diasporasını bünyesinde barındıran Türkiye’nin statükocu sendromların, alışkanlıkların verdiği engelleri aşarak, anlamsız/dipsiz hayallere, maceralara da asla kapı aralamadan, Balkanlarda Arnavutları ve Boşnakları merkeze alan çok daha aktif kararlı bir siyaset izlemesi elzemdir.
Yeni Şafak